Lis PATİ KIZI Yazan: Sabahattin KUDRET ( Geçen Sayıdan devam ) Bunlarla karının arasında ne alâka vardı? Muhakkak sıkılacak, kendisini pek geveze bulacak, es- niyecekti. Hem de, Yaşat, çok sev- diği şeyleri anlatırken. Karısı gününü anlatmak iste- se belki karşı odada oturan ve gün- de üç dört defa muhtelif bahane- lerle apartımana uğrayan terzi Çi- rağından bahsedecekti. Harikulâde yeşil gözlerini, dal- galı parlak saçlarını anlatacaktı. Yaşarı seviyordu, fakat bütün bir gününü dolduran Yaşar değilde terzinin oğluysa o ne yapsın! Yaşar pencereyi açar dışarıyı seyrederdi. Öbürü dışarıyı seyret- miye lüzum görmezdi. Bonra Yaşar kendisinin bütün gün işte kapalı kaldığını onunsa evde bunaldığını hatırladı — Haydi, çıkalım, derdi. — Nereye? Bu zamandan son- raf Diye sorardı karısı. Yaşar, gülümser fakat gülümse- mekle beraber ciddileşirdi. — Gün saat altıdan sonra baş- lar burada, derdi. Çıkarlardı. Yaşar sinemaya git- mek isterdi, Kız mağazaları, vit- rinleri seyretmeyi daha çok sevmiç- ti. Fakat ekseri akşamlar sinemaya giderlerdi. Sinems onun rahatını kaçırmış- $ı, sinemaya &neak biri iki #6ne evvel biride daha önce olmak üze- re iki kere gitmişti. Fakat o gulb zamanının ginemasıygdı! Takip edilen tahtelbabirleri, bombardıman edilen şehirleri, ora- dan oraya koşan insan yığınlarını göstetmedikleri zaman o şinemaya * gitmişti. Şimdi perdede bir top büyüyor, yaklaşıyor, yaklaşıyordu. Sonra müthiş bir infllâkla ginemenın içine ahaliye doğru ' patlayıveriyordu. 104 — Servetifünun — 2395 Kız derhal Yaşarın koluna &a- rılıyor, #okuluyor, kendi hayatın- dan emin olduktan sonra, karan- lıkta gözlerini dikkatle kısarak Yaşara bakıyordu. Sonra şinems tekrar patlıyan bombaları, duvar- lara yüzü dönmüş insanlarıyle bom:- bardıman edilen şehirleri, denizleri belki bir saat sonra henüz uyu- muş rüya kokan bir şehre deh- get, kasaplık, ölüm götürecek tay» yarelerin sıralandıkları hava mey- danlarını, mermi yapan fabrikaları karılarını, annelerini öpen tren pen- ceresinden uzanmış askerleri gös teriyordu. Yaşarın, karısı gündüzü terzinin oğluyla geçiriyor, geceleri Yagar için ağlıyordu. Bir Yaşardan âyrı- arsa, Yaşarda onu bir tren pence- resinden öperse. Yaşarın işte bnrada terzinin oğ- lundan ayrılan bir tarafı vardı. Terzinin oğlu nereye giderse gitsin, ona bir tren penceresinden uzanıp sarılamaz, onu bol bol öpemezdi. Buna ne hakkı, ne ihtiyacı vardı. Yaşar ne merhametli ne dürüst insandı! Onun için ağır bir işte çalışıyor, didiniyor, akşamlarıda sıkılmaması için onu sinemaya gö- türüyor, gezdiriyor; elinden ne gel- se yapiyordu. Fakat hiçbir şey, ne Yaşarın şefkatli ve dürüst olması, ne onu bir kalabalık bir istasyonda Nnc8- leyle öpülmesine dair kafasında dolaşan fikirler, ne mahelleye ait hatıraları, beraberlikleri, terzinin çocuğu ile shpablık etmesine, onun gözlerine uzun müddet dalmasına mâni değildi. Terzinin çocuğu git- tikçe eve ısınmış ve günün üç dört saatini beraber geçirmiye başlamış- lardı. Bu münasebete karşı kızda her hangi bir düşünce, kendi ken- disiyle zaman zaman bile olsa bir ihtilâf mevcut değildi. O, kızın ha- yatında bir öğle sıcağı gibi çok sa- kin, çok fazla kendiliğinden olan bir şeydi. Bunu katiyen anlamıya çalışmıyordu. Çalışsa işin içinden çıkamıyacak, Yaşarın artık bir ma- cera değil her halini çok iyi tanı- dığı bir koca olduğunu, onu &ev- diğini, bu sevginin artik üzüntüye akşam üstü deniz kenarında dolaş- mıya, balkonda düşünmiye ihtiya- cı olmadığını anlıyacaktı. Daha doğduğu geçirdiği mahallede dü- şüncesine musallat olan erkek bir yabancı, Yaşar gibi yakın bildiği birisi değil, terzinin oğlu gibi bir yabancıydı. Bazan beraber çıkıyorlar cıvar parklardan birinde oturuyorlardı. Buralara ekseriya, güneşli hava- larda tabii, küçük çocukları arâ- balarla gezdirmiye çıkan fazla sa- rışın mürebbiyeler gelir, yün örer- lerdi. Terzinin oğlu kızın ellerini avuçlarının içine &lır; kız hareket- siz arabaların içinde uyuyan, elle- rini vuran, gülümsiyen çocukları geyreder ve en son gördüğü filmin bütün gürültüsünü içinde duyardı. Gözünün önünde büyük şehirler, insân dolu trenler, yanan binalar geçerdi, Bütün bunlar ona Yaşarı hatırlatır ancak o zaman ellerini çekerdi. ii Bit gün Yaşar fabrikanın kapr sında, çok ılık ve bunaltıcı bir kış akşamı Osmana rastladı. Osman mahslledendi. Oyunda pek beraber olmazlardı, geçinemezlerdi ama yâ- zın haftanın en âz beş akşamı ka- dınların kahve pişirip, sigara içtik- leri çınarın yüz metre ötesinde be- raber ma girerlerdi. Yaşar gö- rür görme — seli çıktın böylef diye ba- gırdı. Osman şaşırmıştı. Ne yapacağı- nı bilemiyordu. Mahallede doğup mahallede büyüyen ve bir gün uzaklara, şehrin, köprünün öbür t- rafına giden bir adam böyle aylar- dan gonra görülürse ne yapılırdı! Yabancı bir tavır mı slınırdı, yok- sa boynuna sarılıp öpülür müydü? Hiç bir şey olmamış gibi, mahal- leye iki aydan fazla bir müddet için bir lâf vesilesi veren, mahal- lenin en uslu en akıll kızını ana- sınâ, babasına danışmadan birden- bire alıp götüren o değilmiş sanki dnhe dün evlerinin köşesinde kah-