EZ v a mi) e, 12, 75 Nİ ER MD SELÂHİI Bir gün Hakkı Tarık Us'la ko- nuşurken : — Selâhiyet lâzımdır, demişti. Müsahabemiz edebiyat üzerineydi. Bilhassa tenkidi mahiyettekiler için bunun lâzım olduğunu şöyle- diğini hatırıyorum. Bu günlerde irili ufaklı mec- mu& ve gazetelerde herkesin, her şeyden gayet kolaylıkla bahsetmek- ten çekinmediğini görüyoruz. Biz, bundan dolayı selâhiyet meselesini tazeliyeceğiz. Söz sahibi olabilmek yalniz ve yalnız o branşın otoriteri Ol makla kaimdir. Çizmeden yukarı çıkmamak, rufailerin karıştığı iş- lerdeu bir otoriter diliyle konuş- mamak gerektir. Sayın dostum Er- tuğrul Muhsin'in dediği gibi: “Yir- mi kat elbiseyi dikilirken seyreden bir şahıs terzi değildir., Yani, bir Celâlettin Ezine kalkar da (“Ham- let, den konuşursa bu sâde mah- kemelik bir mevzu olur. Her şeyde selâhiyetin oyniya- cağı bir fouksiyon vardır, Bir de- mircinin sastçilikten bahse kalkış- ması kader gülünç ne vardır ? Mevzuumuza şu küçük giriz- gâhla dahil olduktan sohra asl üzerinde durmamız lâzım gelen " meseleye gelelim: Bir gün, biri onbeş, günlük bir dergide kalkar, yapılacak edebi bir yapıda hiç olmazsa bir mala- lık harcı, bir avuç çivisi bir araba tuğlası bulunana birçok genç san- atkâra dil uzatır. Selâhiyeti nedirf Nereden böyle ceffel kalem yâzı yazmağa cesaret bulmuştur? Bakarsınız, bir gençlik dergi- sinde genç nesli tasviyeye karar bw YET ME Yazan : Mümtaz ZEKİ veren Temizden ibaret silik bir şahsiyet seri halinde tasfiye ma- kaleleri yazmıya başlar. Bu zatın bu hususta ne ağırlıkta söz söyle- miye kudreti vardır, kafasının ça- pı nedir, bilinmez. Dostum Bedri Rahmiden öğre- niriz ki; “Ulunay, resimden ko- nuşur. Haydi uzun bir mevzu olan tiyatrodan anlayışını bertaraf ede- lim, fakat resimden neyi anlamış- tır, ne kadar anlıyabilmıştir, ma- lâm değil. Acaba itirazı diğerleri» nin yaptığı gibi: “Ben Fransada resim galerilerini harman çorman ettim, mi olacak, şüphesiz. SELE $.| Orta ve lise siralarında bera- berce oturup beraber her cins işe girdiğimiz -sıradaşimız kalkar biz- lerin de içinde bulunduğumuz bir topluluğun şiir ve yazılârını “Tah- rir vazifesi, olarak vasıflandırır. Bu zata: ? — Ne kadar söz sahibisin ar- kadaş bu işte! Sizin kalp roman- larınız heveskâr bir romancının eserinden nekadar üstün? Ara- nizdaki fark, nihayet sizin bunları neşredecek mevkide bulunmanız- dan ibarettir, demek yanlışmı olur Belki harbin tesiriyle insiyak- lar lâyiki veçhile kontrol edileme- mektedir. Bu, harp insanlarının akli muvazeneleri kadar medeni seviyeleri üzerinde de tesir icra eden garip psikolojden doğmakta- dır. Bu effor boş bir cehtten iba- rettir. Fakat, münakaşaya değer Daha kolaylıkla ifade etmek ister- sek diyebiliriz ki: İaşe ve ibate vurguncusu gibi birde fikir ve ede- biyat vurguncusu gurubu teşekkül etmiştir. Bunlar fikir piyasamızdâ el konmadık saha üzerinde ihti- kâr yapmaktadırlar. Bir milli ko- runma kânunu gibi bir de “Ede- * biyatta selâhiyet kanunu, vücude getirilmelidir. Ulu orta herkes her şeyden bahse kalkıstığı zaman: — Dur bakalım arkadaş, de-. melidir. Zatığliniz ancak şundan ve.bundan konuşmıya mezunannuz, Yağma yok., Fakat dünyada .her düşünülen şey tatbik sahasında zorluklara maruz kalır. Bu, insan» ların, büyük aciz ve hataları ola- rak devam etmektedir, ve ede- cektir, 87 — Servetifünun — 2394