Nk - Elli Yıl Evvelki Istanbulun Lügatı Kuron — Kuşlu tiyatrosu — Kuşlu zarf — Küplü — Tulumbacı - Külhani tipleri — Langa — Likidasiyon yapan mağazalar — Löbon — Löfer Kuron Beyoğlunun meşhur çalgdilı ga- zivolarından. Garşonlarının #oy- gunculuğu, boğuculuğu meşhurdu. Meşhur kemençeci Vasil Kuronda çalardı. Bu kıymetli sanatkâr için, boğuntuyu göze alıp Kuron'a gidi- lirdi. İki düz, üç tabak meze ye yarım İngiliz alınırdı ki dehget bir şeydi. Dar, müteaffün bir ga- zinoydu. Kuşlu tiyatrosu Galatada rezalethane — Tiyat- rolardan, âktris büyük Amelya bu tiyatronun yıldısıydı. Kuşlu, için- den çıkan bir yangınla mahvoldu. Kuşlu zart Aşk nâmeleri için satılır, ars- nılırdı. Müplü Galatanın en süflü meyhanele- rinden biri. Buranın müdavimile- ri en azılı serseriler, kopuklardı. Küplü müdavimlerinin bir kısmı da ayyaş dilencilerdi. Tulumbacı — kliheni tipleri Çömlek : Biraz hasis olduğu için bu adı almıştır. Kelle traş, keçe- külühli, sırtta her yeri gömlek, kol- lar sıvanık. Bileklere kadar döğme, kara esmer suratlı, Mahallede bo- racu, Çukurçeşmede yorgancıdır. Horoz: Atak olduğu için Ho- roz demişlerdir. Kıvırcık yağlı saç; andriya salata gibi. Gözler sürmeli gibi süzük, sandıktan, sağ omuz biras aşağıda, beyaz mendil bağ- lamış, fanilası tirtir, belinde beyaz kuşak 28 — Servetifünun — 2389 Ahmed Rasim ve İstanbul — Yazan : Ahmed Bülend KOÇU İki kavrulmuş: Habeşidir; be- lâlhdır. Yüzüne dikkatle bakinca sulanır. Güllü al mintahının ara- sında bir şey gizlidir, kıyar ba. İki defa yangında ölümden kurtulmuş, uşaklar buna iki kavrulmuş derler. Mangır: Siyahdır (zenci) mavi ipekten mendil kıvırcık saçları yarı kapamış. Yalnız gözlerinde oynak bir beyazlık var. Fanilâsı uygun, kırmızı kuşağın bir ucu sarkmış çalkanıp duruyor. Düğme Mehmed: Henüz bir Pırgıçtır ( tüysüz oğlan) ama lâf atmasını oğrenmiştar. Bu tulumbacı - külhanilerin Kâğıthaneye gidişi de ömürdür: Sandel hafif mavi renkli, tentesi gergin, kırmızı püsküllü, ön tara- fında bir demet fulya dikili, kıçı sular içinde. Tâ başta Çömlek, sı- vıryada Horoz, hamlada Habeşi, Siyahı da göbek star. Dümende Pırgıç. Zilli maşe, çığırtma, darbu- ka.. hepsi birden : Mangıra hampir! hampir! ham- pir!i.. diye el çırpiyorlar, Yanla- rından geçmeğe, yüzlerine bakma ğa gelmez, insanı tariz'e alırlar. Meselâ bir şık beyin sandalı ge- çerken hepsi birden sayıp okuma- ga başlarlar: Aftosu beklerim beklerim Derya derya gezerim Of oll. O, şık şık oğlan! Bir hoc& efendi de gırıtarak ge- ger, zilli maşa işi değiştirir: Aşağıki mahallenin koco hamamı Yukariki mahellenin küçük imamı (ikişer kere) Aman yalelli, canım yelelli Yar yalelli yalelli.. Bir zarif hanıma da Pırgıç iâf atar: Yandım aman, yandım aman Aç yüzünü geliyorum ben.. Bir sakallıyı görürler: -Mırnav mırnav kediler Dam üstünde dediler Mahallenin kızları Sakalımı yediler 1. Langa İstanbulun, meyhaneleriyle meş- hur bir semtiydi. Meyhanelerinin içinde de en temiz ve nâmlhların- dan biri Maksud'un meybanesiydi. (Bu kelimeye bak). Likidasiyon yapan ma- ğeazalar Likidaaiyon, İstanbulun uygun- saz esnafı elinde bir soygunculuk vasıtasıydı. İstanbulda gık sk Li- kidasiyon ilâm eden mağazalarda, bilhassa şık, lüks mağazalardı. Löbon Beyoğlunun alafranga lokanta - birahapelerindendi; yüksek, kibar muhitin gittiği bir yerdi. Lüfer İstanbullular tarafından en çok revilen bir balıktı. Balıkpazarı mad- rabazları bu balığı «Vay Lüfer vay!..» diye bağırarak satarlardı. Lüferin ızkarada kızarırken etrafa yayılan kokusu, bu balığın bolluk mevsiminde İstanbul sokakları tu- tardı. Izkarada kızaran Lüfer, zey- tünyağı, limon ve hardallı salça içine atılırdı. Sonra salata yaprak- ları arasına konularak üzerine mü- nasip miktarda doğranmış mayda- nos serpilirdi. Lüferin çıkması, İş- tanbulda, kış müjdesi sayılırdı.