Hafta Hasbıhalı — 313 üncü sayfanın devamı — timai inkıraz kendisini gösterir. Bu hakikati Fransanın son vak'aları ile gören İsviçreliler çok sert bir ifade ile düşündüklerini yazıyor ve neşreyliyor. Bu harekettten ib- ret dersi almak lâzımdır kanaatinde- yim. Avrupa muharebesi asırların topladığı servetleri ve mamuriyet- leri yıktıktan başka muharip dev- letleri müthiş masraflara sokmuş- tur. Muharebe haricinde olanlar dahi kendilerini korumak için çok büyük fedakârlıklara başvurmuşç- lardır. ietinabı kabil olmıyan bu sarfiyata karşı gelebilmek ancak istihsali artırmak ve istihiâki azalt- makla ve ondan gonra israftan ve lüks ile süsten vazgeçmekle ola- cağını her fırsatta yazıyoruz. Ka- nsate ve feragüte mümkün olduğu kadar yaklaşmak ve israftan kaç- mâk meselesi sade yazıda kalırsa yazık olur. Çok derin teessülle şu- nu itiraf etmek lâzımdır ki kibar geçinen bizim tabakamız henüz bu hakikati kendi üzerinde tatbika başlamamıştır. Ufak memurlar ve küçük esnaflar ise gittikçe artan hayat pahalılığı karşısında zaruret- lere katlanmaktadır. O halde etra- fımıza bedbinlik vermiyeceğiz diye israfın ve lüksün tarafdarı olama- yız; nasıl ki modadır ve modern- liktir diye ahlâk zaafına dabi asla göz yummağa tahammülümüz ol- mamalıdır. Bana yakın ve uzak öyle muhitler ve adamlar biliyo- rum ki rnhunu ve dimağını hased- le gareze ve para birsına ve irad- cılığa teslim etmiştir. Doğrayu gö- rebilmek nasılsa onlara nasib ola- mıyor, Bütün Avrupa &teş içinde- dir; servet ve iradın mefhumu çok zayıflamıştır. Ateş içinde olmıyan- lar için dahi kanaat ve feragat sahibi olmaktan, etrafındakilere kargı hased ve garez yerine tesanüd ve sevgi göstermekten başka kur- talaş çaresi bulunamaz, İsrafa ve lükse düşkün olanlar milletin ikti- sadi selâmetine nekadar karşı ise hased ve gareze boyun iğenler dahi memleketin ahlâki ve içtimai mev- cudiyetine © derece muzırdırlar. Kuru gösteriş, kuru nasihat zama- nında değiliz, lâzım olan samimi birlik içinde çok ciddi surette ka- naate ve İeragate dönmek ve israf ile iüksten kaçmaktır. Ahmed İhsan TOKGÖZ 320 — Servetifünun — 2308 A T A T Ü R K — 318 inci saytfadan devamı — Biraderim biran yere bakıp sustu sonra birden bağırarak bo- şandı. İkimiz de öksüz kalan ye- timler gibi yol kenarında ağladık, Büyük İnsana, Büyük Türk'e, Trak- yanın kara yollarından birinde yas tuttuk... Sonra, konuşmadan geriye dön- dük, İkimizde ayni şeyi düşünerek ilerliyorduk. Atatürkle, ölüm kelimesini yan- yana getiremiyordum. Olamazdı, Ölümle o senelerce oynamıştı, ölü- mü o önünde korkak bir insan gibi kovalamıştı. Atatürk ölmemişti, miğti. efaâneleş- X Tarih, Büyük işler yapan adamları ancak ölümünden sonra tekdir etmiş- tir, Atatürk tarihin istisnasıdır. On sekiz milyon Türk, ona hayranlığı- nı imanını o yaşarken göstermişti. Heykellerini dikmiş, onu efsâneleş- ürmişti. Atatürk bu milletin mil- yonlarca arzusunu kendisinde top- lıyan en büyük insandı, Atatürk, tarihi seyrini değişti- ren adamdır. Yirminci asır Atatürk dewri denilirse doğrudur. Fakat, Atstürk devirlerin ve zamanların içinde değildir. » Yurdumuzdan uzakta, birgün, hiç Türk bulunmıyan bir şehirde “Yeni bir ülke, yeni bir adam: Kemal Atatürk Türkiyesi, adlı bir konferans dinlemiştim. O şeh- rin en güzide simalarıyla hıneahınç dolu sâlonda «Dünyanın en büyük insanı olan Atatürk» cümlesiyle söze başlıyan profesörün konferân- emin dinliyen yegâne Türktüm. Kürsünün yanıbaşında bir Tür- kiye haritası bir de Atatürk'ün res- mi vardı. İhtiyar profesör Atatürk- ten bahsederken gençleştiğini his- settiğini söyledi. Gözlerim dolu alkışlıyordum. Yanımdakilere, bü- tün salondakilere «dünyanın en kudretli kamandanı Atatürk'ün, kahraman milletinden bir ferd ol- duğumu söylemek hırsı dudakları- mı, kâlbimi her tarafımı yakıyordu. Konferana bittiğinde, profesörü general, vali ve profesörler sar- mıştı. Elimdeki bir büket çiçeği profesöre takdim ederken profesö- rün, Generale: — Atatürk'ten bahsettiğim 11- pci konferanatır. Ondan bahseder- ken daima heyecanla titrerim» dediğini işittim. O gece, sinsi bir sonbahar yağ. muru altında marşlar mırıldanarak o şehirde sabaha kadar dolaştım. 4 Atatürk'ü hiç görmedim. Yâni gezerken Onu selâmlıyan milyon- larca ellerden biri olamadım. Es- kat onu konuşurken duydum. Silistrede, ilkmektebin solonun- da Cümhuriyetin Büyük Bayramı- nın onuncu yılında: “Ne mutlu Türküm diyene, cümlesiyle biten nutkanda o tunç sesi duydum. O günkü &evincimin içinde &izan bu ses hiç bir zaman kafamdau çıkmış değildir. Cavit YAMAÇ Afatürkle bizim kadar ınsanlıkta öğünsün !