No. una —5i4 UYANIŞ Matbuat hâtıralarımdan : 2 MİZAH MUHARRİRLİĞİNDE İZAH mubarrirliğinin, netameli olduğunu daha ilk adımlarımda anlamış- tım, «Kelebek» de çıkan ilk küçük romanım, az kaldı, ba- $ıma dert açıyordu. Meğer romandaki isimleri, hakiki isimler miş? şahısların değilmi- «Uyanış» matbaasının bitişiğin- deki bina, bir zaman, «Tanin» maf- baasıydı ve «Kelebek» i orada çıkarıyorduk. Birgün, elinde bir mektubla biri geldi : — Yesarizade Mahmud Esad Beyi görebilirmiyim$ — Benim. Bir emriniz mi var? Dili hafif karamanlıya çalan genç, hemen ŞIrıtti: — Zatinizle hemşeriyik. Bön bön bakıyordum. O, de- vam etti — Zatınız Kayıserli değil miso- 'niz? — Hayır! — Nevgehir, falan? ” ayır! — Oralarda çokluk bulunmuş» Juğuz olacağ! bizim çorbacının size selâmı var, şu mektubu gondurdu! Mektubu okurkbn dona kaldım. Bir tüccar, hem isim, hem de ro- mandaki vak'anın kendi hayatına benzerliğinden yana yakıla şikâyet ediyordu. Ertesi hafta, tefrikanın altına koyduğum bir tavzihle, hiç bir kaşdim olmıyarak kendimi attığım tehlikeyi savuşturdum. Ayağını sürümüş! derler ya, bu başlangıç, hakkımda hiç de hayırlı olmadı. «Akbaba» da, taklidli bir küçük hikâye yazmıştım. «Ekin» den bir mektup aldım. Yazan bir doktor. Aman neler yazmıyor! ateş püskürüyor. «Ekin, Türkiyenin o İaviçresiymişi oabali, münevver inganlarmığ!» Alâ! zaten bunun aksini yazan, iddia eden, la hattâ imâda bulunan yokdu Doktor, ER «hasta ol- âuğundan» bahsediyor ve «iyileşip -de İstanbula gelince, ilk işi, bana lâyık olduğum dersi vereceğini» söylüyordu, Ürkmedim ama, neşem de kaçmadı desem, yalan ! Eğer, bir doktor da şakadan d Yazan: Manhnmud Yesari & anlamazsa, ötesini, var kıyaş edin. Acaba, doktorun mektubu da ga- ka mıydı! Maalesef, hiç de şakaya benze- miyordu. Yazıda, doktorlara, dok- torluğa dokunur bir şey de yoktu. Bir Eğinli kasab, bir kadının elini öperken, şaşkınlıkla alnına götü- rüyor. Doktor, buna kızmış! Bunda, kızılacak ne var? Kız- mış ya, ona bakın 8iz! Hangi gazetede olduğunu pek iyi hatırlıyamıyorum, «Mal canın yongasıdır» adlı bir hikâyem çık- mıştı. Yaşı geçkin, fakat gençlere düşkün kadınlara takılıyordum, Bir mektub aldım aldım ama, mektub diyemem ? Piyasadaki en küfürbaz mubazrirler, o mektubun onda biri kadar muvaffak olamazlar! Ne ça- murmuş ! Kadınlığın «nesaketinden, rik- kat hislerinden, şefkat ve muhab- betlerinden» uzun uzadıya dem vur- duktun sonra, bana, bir çatış ça- tıyor ki, meded Allah! Bu mektub da, acaba, bir şaka mıydı, dersiniz” Hayır! yazı kadın yazısı; bazı tabirler, AM kadın tabirleri, nükteleriydi Hikâyenin çekirdeği şu: «Geç- kin kadın, genç sevgilisini feda ediyor, malını feda edemiyor! Bu olmaz mı? Olmıyacak şey mi? «Akbaba» da, <«İspati bacağı» imzasile «lâz» taklidli fıkralar ya zıyordum. Birgün, Yusuf Ziya, bir mektub verd — Sana, Trabsondan mektub var! dedi. Galiba Karadeniz tak- lidine başlıyalı, ahbablar edindik! Mektubu açtım, rengim attı. Mektub değil barut. Küfür değil, tehdid. Hem de nasıl: «Bğer bir kurşun menzili mesafede olmasay: dun patlatirdum o kafanul: Mektub, işte hep bu <üslüb na- zikâne» de devam ediyor. BAŞIMA GELENLER Yazdığım yazıların bir tekinde bile, sğır şaka yoktu, Dünyanın her "tarafında, lehçelerle, argolarla, patovalarla vesaire, vesaire ile şaka edilir. Bu mektub da şaka mıydı, acaba Belki ama, asıl ağır şak, buydu. Gene keyfim kaçmıştı. Bir müddet, o çeşid yazıların —— kesdim; sonra &onra büsbütü vazgeçtim. Bir tuhaflık uğruna, herkesle kötü kişi olmaktan ne manâ vardı? Bu şikâyet, küfür, tehdid mek- tuplarından bağka, reami makamla- ra şikâyet edenler de oldu. Birkaç «resmi ihtar> aldım. <Elemri fevkaledeb>. susdum. Bütün bunlardan şu neticeleri çıkardım: — Mizahi yazılar, alelâde yazı- lara benzemiyor; okuyucular, tah- silleri, terbiyeleri, görenekleri se- viyesine göre değli; mizaclarının ve bilhassa sinirlerinin muvagenesi nisbetinde müteessir oluyorlar, — Gazetelere mektup yazma- nın bir sinir hastalığı olduğu mu- hakkaktır. Zulüm gördükleri veh- mile titrey&ttler, veya itisaf hırsile yananlar, ancak mizaha hücumla içerinin ateşlerini söndürebiliyorlar. — Yarası olan gocunuyor! Bu benim, muhakkak ki, pek basit, ihtimal biraz da sakat olan tahlilimi, müteassıslar derinleşti» rir ve düzeltebilirler, Amma velâkin... İşte burada, müsnadenizle du- ruyorum. Karagöze, meddaha, or- ta oyununa, tiyatroya giderler, taklidin çeşidini, kahkahslar ata- rak keyifle, lezzetle odinler. Karagözcünün, meddahın, orta oyuncuların, tiyatro artistlerinin kü- tür işittiklerini hiç hatırlamıyorum. Demek ki «yazı> herşeyden da- ha tesirli! yazılarımızda,:en küçük bir sürçme olmasın, diye dikkat ederiz; gene de kalemimiz sürçer. Şeyh Galib rahmetli «bir sürçen atın başı kesilmez!» diye dursun, başımız kesilmez ama, kalemimiz yontulur. Bu da lâzım. Çünkü, pürüzlü kalemle yazmak, ip sahibini de sıkıyor, okuyanı