ala > No. 2254—309 UYANIŞ 343 çeler üstünde, evlerde ve dağlarda geçiriyordu. Küçücük vücudile bir yerde göründüğü zaman oranın bü- tün çiçekleri canlanıyor, renkleri geliyor ve şarkılar söylüyorlardı. Kızgın güneş bile onu görünce tat- lılaşıyordu. Sular sakin ve tatlı ges- lerle akıyor, ufuklar pembeleşiyor, bulutlar karbeyaz bir temizlikle gökyüzünde uçuşuyordu. Eroş bir gün annesini bir or- manda gördü. Bir kaval sesine doğ- ru gidiyordu. Orada, biraz ileride genç çoban Adonis vardı. Eros onu görünce yayını çekti ve Adonisin kalbinden vurdu, Adonis hayran hayran Venüse bakıyordu, Eros bu güzal erkeğin bu güzel bakışlarına karşı ikinci okunu da annesinin kalbine sapladı. Venüs Adonise yaklaştı ve ona dedi ki: — Niçin beni her zaman uyan- dırmıyorsun ! Ve gözlerinde şimdiye kadar görülmiyen bir iştiyak ve arzu ışık- ları parladı. Eros gülüyordu. İnce, tatlı bir sesle gülüyordu. Ve kahkahaları Adonisle Venüsün üstündeki dallar- da ötüşen bülbüllerin seslerine ka- rışıyordu, * Eros bir gün bir kulübeye gir- di ve orada güzel, çok güzel bir kız gördü. Bu kız bir insandı ve bunu ancak bir insan sevebilirdi. Fakat Eros böyle yapmak istemedi, kânadlarının sesile, kahkahalarile Apollenu bu kulübeye doğru çekti, kızı gösterdi ve kalbine bir ok sap- ladı. Bir başka gün bir ormandan geçerken Saturn'un eşi olarak gü- zel Tanrı Sibel'i gördü. Mahzun ve mükedder gidiyordu. Belki de kalbi bomboştu, sevmediği içindir ki, ya- şamaktan bir zevk duymuyordu. Eros biraz ileride genç çoban Atis'i görünce, sevinçle çırpındı ve onlar birbirlerine yaklaşınca da ok- larını fırlattı. Böylece bedbaht Si- bel Atis'in aşkile yeni bir hayat buldu. * Artık Eros dağları, kırları, şe- hirleri geziyordn. Birbirine çok lâ- — Devam 351 inci sayfada — $OINOltKkOşe$i Şiirde Genç Nesil Yazan : Hüsamettin Bozok 1908 denberi eser veren şairle- rin çoğu, sanatta form meselesinin esareti altında çırpınıp durdular. Onları birinci plânda alâkalandıran başlıca mesele «aruz - hece> kav- gası oldu. Bu vezin münakaşası- nın - sanki sanat hayatımızda en esaslı şeymiş gibi - son gamânlara kadar devam ettiğini gördük. Bu- gün hece vezni ile yazan Türk şa- irleri, gerek kemiyet ve gerek key- fiyet bakımından galib gelmiş gö- rünüyorlar. Aralarında, aruzun can çekişmesine nisbi ve muvakkat bir canlılık aşılamağa muvaffak olan Yahya Kemal gibi şairler de bu- lunmasına rağmen, aruzcular git- tikçe azalıyor. Yeni yetişenler de aruz veznini gittikçe hor görüyorlat. Belki ge- lecek nesil, aruz kullanmak şöyle dargun, ancak bu veznin #6 nesne bir şoy olduğunu öğrenmekle kala- cak ve bu musanna Divan edebi- yatı veznine hayret ve taaccüble bakacakdır. Bu satırları, bir âlemi ta- mir etmek, eski kıymetleri ihya etmek (meksadile yazmıyoruz. Genç demek nefes alan, yaşıyabi- len şeylerden hoşlanan demektir. Binaenaleyh aruzun geri hezi- meti karşısında müteessir olup da vah edecek değiliz. Zira aruz vezni, biz istesek de, istemesek de, ortadan kalkıp gi- decekti. Onu şiir dünyamızdau sö- küp atan, birkaç hececi şairin gay- reti değil, hayatın ta kendisiydi. Tamamen Avrupaya çevrilen ve bunun neticesi olarak da kendi bünyesinde şarka aid ve eski dev- rin yadigârı olan bütün unsurları tasfiye eden hayatın, aruzu muh&- faza etmesi nasıl istenebilir ? Hececilere gelince, onların da bazıları O&ni olarak söndüler., Aruzuu mağlübiyeti üzerine zafer tacının Kendi kafalarında ebedi olarak kalacağını zanneden hececi şairlerden birçoğu ayakta durmu- yor. Hani nerede Mehmed Emin * Hani nerede Enis Behiç 9... Bir za- manlar hece vezninin ilâhları tanı- nan Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi bu- gün Akbaba sayıfalarına gömülmüğ- ler. Şiir diye ortaya koydukları şey- ler can çekişen bir cesedin boğuk hırıltılarına benziyor. Bir zamanlar şöhreti ortalığı bir kasırga gibi sarıp, imzast orta mektebli genç kızların anket defterlerine kadar yayılan Faruk Nafiz bilmem eşki alâkayı bulabiliyor mu 9!.. Hececiler aruz vezninin dar ve kaskatı kalıplarına karşı bir isyan bayrağı açmışlardı ve bu kavgala- rında da pek haklıydılar. Fakat ortaya attıkları “mesels, sadece bir “şekil meselesi, idi. Umumiyetle birçoğunda, Türk sanat hayatında sarsıntılar yapabi- lecek bir sanat konsepsiyonu yoktu. Bundan dolayı bütün iddialare rağ- men eski modelleri yeni bir ifade tarzı ve yeni imejlaria tekrarla- mektan başka bir şey yapmadılar, Etraflarında hayat coşkun birırmak gibi akıyordu ve onlar bu başdön- dürücü akışa bakmıyorlardı. Hiç bir artistik ve sosyal kanaate sa- hib olmaksızın eski motifleri mo- dernleştirmeğe çabalıyorlardı. Hececilerden sonra geleu neslin bir kısmı hece veznini muhafaza ederek şekil meselesinde muhafa- zakâr kaldı, bir kısmı da vezin deni- len şeyi toptan inkâr etti. Birinciler içinde oldukça kıy» — Devamı 351 inci sayfada —