342 SERVETİFÜNUN BAŞMUHARRİRİMİZİN VALDESİ VEFAT ETTİ Gazetemiz sahibi ve Başmu- harriri Ordu Mebusu Ahmed İh- san Tokgöz'ün annesi, Gülhane hastanesi (o profesörlerinden Dr. Murad Cankat'ın büyük kainval- desi, Ziraat Bankası Matbaa Mü- dürü Tarık Bolel'in büyük annesi, Divanı muhasebat azâlarından merhum Halid Beyin refikası Ba- yan Hatice hayata gözlerini yum- du. Cenazesi 2 Teşrinisani 1939 Perşembe günü saat 11,10 irenile Yeşilköyden Bakırköye nakledile- rek, cenaze namazı Bakırköy ca- miinde kılındıktan sonra Bakırköy kabristanındaki ebedi metfenine tevdi olundu. Servetifünun yazı ailesi mer- humeye Allatan rahmet dilerken, Ahmed İhsan Tokgöz, Dr. Murad Cankat ve merhumenin diğer aile- si efradının teessürlerine iştirak eder. Bitaraflığa gelince bu da büs- bütün tatsız bir manzara almıştır. Bitnraf durulabiliyor, ama son de- rece masraflar yaparak harbe ha- zır olmalıdır. Bitaraflık ne kadar sürecek 7 Bu da malüm değil? Muhariblerin azgınlığına bağlı bir merele ! Bitaraflığın en acıklı man- zarasını İsviçre göstermektedir. Dört milyon nüfusu var; dört milyonun iki milyondan ziyadesi kadın, çocuk ve ihtiyardır. Geri kalan bir buçuk milyon halkın altıyüz bin tanesi silâh altında cephede bekçilik yapıyor; yani müstahsil vaziyetten müstehlik va- ziyete geçmiştir. Memleketin bütün maddi saadeti turistlerden geldiği halde onlar da gelmez ve gelemez olmuşlardır. Gelseler bile İsviçre kabul edemiyor, çünkü kendisi aç kalmaktan korkuyor ve bundan dolayı yabancıların gelmesine aslâ müsaade etmiyor. Pasaport vize. leri yalnız İsviçreye bir ucundan girip 12 saat sonra öbür ucundan çıkmak şartiledir. Demek ki asır- lardır bitaraf yaşıyan İsviçrenin dahi maddi hayatını kuran şartlar alt üst olmuştur. Hep soruyorlar- mış! Bunun sonu ne olacak? Evet, herkes düründükçe kendi kendine soruyor. Avrupayı bu âfete atau- No. 2254—. —569. FiKRET ve BiR M MESELE 1939 senesinde idik Türkiye Cümhuriyetinin 16 ıncı yildönümü tes'it edilirken, ayni günde Fihretin dinsizliğini teşhire kalkmak... İşte, bu olmamalıydı. YAZAN: Mücedditten anladığımız mâna devrini metod, mefhum, iş cihet- lerinden aşanın ta kendisidir. Bu aşma, dünya eb'adında olabildiği gibi, bir millet çerçivesi içinde de kalabi- lir. Fakat ne olursa olsun müceddit daima kavga adamı oldu. Kavga- nın meğlübiyeti veya galibiyeti hangi tarafa bağlanırsa bağlansın istikbal daima müceddidindir. Tanzimattanberi Osmanlı İmpa- ratorluğunun yarı müstemleke ve reaksiyoner havasiyle bunun karşı- sında tahaddüs etmiş bir tasfiye hareketinin tokuştuğu zaman yakın bir mazidir. Daha evvel ise sadece susulmuş ve çizmeden yukarı çı- kılmamıştı. Fikir tarihimizin ka- rakteristiklerini otaşıyan (o edebi- yat tarihimizde böyle bir hava görülür, Hâmid kendi çerçivesinden çıkamıyan, Şinasi ve Namık Kemal İse ümmet çerçivesine (o girmiş adamlardır. Hele Naci tamamile reaksiyonerdir. İşte böyle bir tarih- de bir Fikret çıkıyor, fikir ve sanati barıştırarak ve ileri telâkki tarzla rından hareket ederek çökecek bir nizamın inhiiğlinin ilk şarkısını hattâ şarkılarını veriyor. Bu muhte- vayıileri bir şiir tekniğine bağlıyor. Fikretin etrafında kopan kı- yamette onun muhteva ve tekni- ğinden kısaca müceddidliğindendir. Müdafaaları bir kenara bırakıyoruz. Fikrete karşı hücumların en mü- him kolunu «Sebilürreşadcılar» tem- sil etmektedir. Zamanın müceddid değil, fakat mütercimine reddiye ya zan bu azgın grup Fikreti ihmal larda acaba düşünmek kabiliyeti kalmamış mı idi? Buna cevab ver- mek zor! Dört taraf hal olunmaz muamma İle sarılıdır. Ve temin ederim ki Avrupada gene en me- sut memleket bizim yurdumuz- dur, ona bu saadeti verenlere dua edelim. Ahmed İhsan TOKGÖZ LÜTFİ ERİŞSCİ etmemiş, Kolejdeki muallimliğini dile dolayarak, hem de Âkifin ağ- zına düşürerek bir telâkki tarzı kav- gası değil, bir sokak hücumu ha- linde Fikreti zangoçlukla ithama kalkmıştır. Gittikçe aşagılaşan bu tür- lü hücumlar 920 de Ahmed Naim'in ağzından zamanı cehliyette Arab şairleriyle Fikretin günah mertebesi kıyasen tayinine kadar varmıştır. Şübhesiz 920 senesine kadar Fik- ret ve türlü müceddidlere karşı böy- le hücumlar bir zemin bulabilirdi. Hâlife, Şeyhülislâm, medrese.. daha doğrusu orta çağ müesseseleri yaşı- yor ve direniyordu. Fakat 1923 den sonra, hele şu için- de bulunduğumuz 1939 senesinde o mahud Sebilürreşadın mahud sa- hib ve nâşirinin tekrar Fikrete bir provokasyon hazırlamasına taham- müi gösterilebilir mi * 1939 senesinde lâik Türkiye Cümhuriyetinin 16ıncı yıldönümü tes'itf edilirken, ayni günde Fik- retin dinsizliğini > kalkmak... Işte bu olmama Maalesef — ia işde hiç ol- mazsa ibretle çıkaracak neticeler üzerinde durmalıyız. Bu neticelerden en mühimmi; türlü mevzularda tekrar baş göster- meğe ve birer ric'at imkânı hazır- lamağa yeltenen islâmi reaksiyonun artık gazete ve mecmua sayıia larından vaaza kalkmasıdır, yer bulabilmesidir. Fakat daha acı olarak tesbit edilebilecek bir noktada bu gon deprenişin karşısında dikkatsizlik ve gayret tıkdanıdır. Diğerlerini kale almıyoruz, fakat yalnız Fik- rete bu türlü hücumlar kalkın. ması yeni zihniyete dolayısile- hücum etmekten başka bir şey değildir. Bu meseleler gelib şu sualin halinde kendini bulur. Niçin böyle mevzulerda hala bu türlü, bir ko- nuşma imkânı ve süküt havası eşmektedir *