SER V E TİF ÜN UT NN SİYASİ - EDEBİ - İLMİ HAFTALIK GAZETE Telelon : 21013 Sahibi; A. İhsam Tokgöz Yıl 49 -- Cilt 86/22 Hafta Yazısı: UYANIŞ KURULUŞU 18941 Telgraf: İstanbul Servetifünun Neşriyat Direhklörü: BH. Fahri Ozansoy Perşembe, 26 Birinciteşrin 1939 M / SE ON ALTINCI YILA GİRERKEN... Bütün medeni dünyaya sonsuz bir hayranlık telkin eden Cümhu- riyet inkılâbımızın onaltıncı yılına giriyoruz. Birçok içtimai ve iktısa- di harikulâdeliklerin bu onaltıncı yıl başına, bu defa büyük siyasi bir ittifakın satırlarını da işlemiş bulunuyoruz. Türk-İngiliz-Fransız ittifakı mubakkak ki, geçen yıldan beri devam eden Avrupa hâdisele- rinin doğurduğu, hakikat yaptığı ve zaruretle ebedi bir surette per- çinlediği üç taraflı bir dostluğun icabındandır. Mamafih üç büyük devlet ve millet arasındaki dost- luk bağları yalnız bu &on yılın, hatta " yılların neticesi olarak da telâkki edilemez. Dünya vaziyeti nin Büyük Harbin ferdasından beri sinsi şInsi devam ederek bir türlü istikrar bulamıyan anarşisi, ergeç, böyle bir ittifaka yol agacaktı. Nasıl ki, açılmış bulunuyor. Bu yeni Cümhuriyet yılının eşiğinde yalnız bir tek hüzün du- yuyoruz: Atatürkün geçen sene bu aylarda hastalandığını, öldüğü- nü ve artık yeni Cümhuriyet yıl. larında onun hâtırası karşısında bu açıyı her zeman anacağımızı düşünmekten doğan bir hüzün! An- cak şuna seviniyoruz ki, Ebedi Şef, bugün dünyanın gıpdasını uyandı- ran bir camia kurup gitmiştir, asri ve her cihetçe müstakil bir memle- ket yaratmıştır ve bizlere bu mem- leketi yadigâr ederek ebediyete karışmıştır. Hatırası onun için, eserleri gibi, ebedi kalacaktır. Ebedi Şefin boşluğunu Milli Şefi- miz İsmet İnönü dolduruyor. O İsmet İnönü ki evvelden kahraman inkilâbeının her cephede arkadaşı, yardımcısı ve eserini kurup, koru yucusudur. Türk milletinin Atasını kaybetmekle duyduğu büyük acıyı, ancak, onun eserini bu büyük elde yeni inkilâblara ve tekâmüllere atılmış görmekle hafifletebiliyoruz. İnönü karamanı dün gibi bugün de inkılâbın ve Cümhuriyetin en knd- retli mesnedidir. Ona sevgimiz ve inanışımız, vatana ve Cümhuriyete bağlılığımız kadar kuvvetli ve derindir. Bir an, vücudumuz ürpererek maziyi, Cümhuriyetten evvelki tarihi düşünelim. Otuz üç yıl süren Abülhamid devrinin karanlıkların- dan birden bire meşrutiyete ka- vuşmuştuk. Fakat 1908 inkilâbı, bütün gösterişlerine rağmen bir türlü bir kurtuluş inkilâbı olamadı. Dahili hâdiseler, yer yer iayanlar, birbirlerini kovalayan İtalya, Bal kan ve nihayet Cihan harbi faciala- rı ve bunların sonunda inkıraz uçurumunun bütün dehşetile açılı- şı... Ne idi o, mütareke yılları! ne müthiş bir inkırazdı! bir taraftan saltanatın ve bilğfetin hainliği, bir taraftan istilânın dehşeti... Fakat Türklük ölemezdi. Anadoluda baş- layan ve sonu zaferle parlıyan İstiklal mücadelemiz bilhassa bunu isbata kâfidir. Zaferden sonra nasıl bir vatan karşısında kalmıştık?.. Yanmış, yı- kılmış, iktisadi varlıklar içinde bunalmış bir diyar... Üstelik bütün mazinin hurafeleri... İşte gün gün, ay ay, yıl yıl bütün bunlarla bo- guştuk. Bütün bu eskilikleri çürüt- tük ve yerlerine yeniliklerini, ışık ve bayat dolu olanlarını getirdik. Bir taraftan kapanan tekkeler. Bir tarafta en modern vasıtalarla mü- cehhez mektepler... Mistik duygu yerine, asri kafa ve canlı teknik... Mecelle yerine, medeni kanun... Kafes arkasında ve çarşaf içinde bir beyülâ gibi kapanan Türk kadı- nı yerine, bütün medeni baklarını yavaş yavaş ele alan bukünkü Türk anası, hemşiresi ve z6vcesi... Bu tekâmül o kadar hayret verici neticeler doğurduki buna cihan efkârı bile şaştı. Türk kadını, asır larca inkâr edilen hakkını elde ederken asırlarca anlaşılmayan ze- kânın parlaklığını da gösteriyodu.Bu hızla çalıştı, çalışma hayatına atıl- dı, istihgale yardım etti ve bilhassa kültür sahasında en büyük yerini aldı: hâkim oldu, mebus oldu, bir kısım başka medeni memleketlerin halâ kazanamadıkları haklari kendi zekâsı ile kazandı. İstiklâl harbinde erkeği ile beraber çarpışan kahra- man bir neslin kızlarına bu hak hiç şüphesiz ki çok görülemezdi. Harf inkılâbı, dil inkilâbı... Bun- lar da yurdun taalişipe hizmet e- den ve köhnemiş şarktan şaşaalı garbe geçmeğe saik olan ne canlı hâdiselerdir. Cehalet ve taassub bu suretle yıkılıyor, irfan nurları yur- dun her köşesine yayılıyordu. Bu aydınlık bağün okadar ziyadeleşti ki, gözler kamaştırmağa başladı. Be- kiden okuyanlar parmakla gösteri» len birdiyarda, bugün okumıyan- lara sadece esefle bakılıyor. Köylü, rençber, amele, şehirliler gibi, bun- lar da okumak zevkine varıyorlar. Bu nurlanış belki bugün tam işte-