Mere yaş 202 SERVERTİFÜNUN No. 3117—532 N ğ Osmanlı devletinde ihtikâr devri: I8 INCİ ASIR! Amp âlemi asırlarca koyu bir taassub ve karanlık bir cehil içinde yaşadıkdan sonra, şarkla si- kı temaslar neticesinde medeniye- tin işıklarından feyiz almış; haya- tn her sahasında şarkdan doğan güneşi husufe uğratacak bir par- İaklık başlamışdı. O kadar ki, çok geçmeden şark, bu medeniyet pırlantasının ışıl ışıl yanan cazibesine kapılmakdan ken- dini alamamışdı. Osmanlı imparatorlugunun Fran saya gönderdiği elçi İstanbula dö- vüp de, gördüğü ve hayran kaldı- ğı yenilikleri anlatırken, onu din- liyenlerin kulaklarında yalnız Fran- sa saraylarının ihtişamı ve garbın 064'e, şetaret ve zevk alemleri hak- kındaki efsanevi hikâyeleri akisler bırakmışdı. Medeniyetin icad ve ihtiraatın- dan nâsibedar almak gerekdi ve derhal' elçilerin delâletlerile Fran- sadan, İtalyadan mimarlar getir tildi ve az zamanda boğazın iki yanında ve Haliç sahillerinde muh- teşem yalılar Üsküdar, Beyoğlu, Bahariye sırtlarında zarif köşkler, Kadıköy, Beşiktaş ve Kâğıthanede muajllâ kasırlar kurulmağa başladı. Az zamanda binbir gece masal. larındaki peri saraylarını andıran bir güzellikte mamureler vucude getirildi ve binbir renkte ve binbir koko saçan güller, yaseminler, ley- .*.. Padişehın, vüzeranın ve bütün devlet ricalinin kulakları ney, tanbur, ut ve santur nağmelerile dolmuş dımağları şa- rap, mey ve afyonla bulanmış ve akıllarını, ahu bakışlı, cey- lan yürüyüşlü, huri misal nazeninler almış olduğu için; tab'a ve reayanın ahu enini doyulamaz, hali perişanı görülemez olmuştu. Yazan ; M. Sami Teziş laklar ve lâleler arasında iyşünuş alemleri kuruldu. Artık şarkın en parlak incisi olan şehiri İstanbul da medeniyetin bütün icablarına kavuşmuş sanıla- bilirdi çünkü artık yer yer görenin hayran kalacağı mamureler kurul- muş dinleyenin mest olacağı saz meclisleri yaratılmış, ihtirası kam- çılayıp idraki uyuşturacak zevk ve neşat alemleri ibda edilmişti. Ve hakaki İmparatorluğun pay- tahtı dillere destan olacak bir şehir dilnişin olmuştu. Ne yazık ki bu zevk ve surur- dan değil bütün İmparatorluk halkı, hatta şehrin içinde bile yalnız bir zümreikalil avunup gidiyordu. Bir kaçyüz kodaman ile her birinin birer düzüne dalkavuğu şu yalan dünyada gerçek bir cennet kurmuş» lardı. Fakat geri yanda halk fakrü zaruretin pençesine yakaşını kap- tırmıştı, yokluk denen ve gittikce ağırlığı artan yük sırtına yüklen- âikce yüklenmişti. Padişahın, vüzeranın ve bütün devlet ricalinin kulakları ney, tan- bur, ud ve santur namelerile dol- muş dimağları şarap, mey ve af- yonla bulanmış ve eakıllarım ahu bakışlı, ceylân yürüyüşlü, huri misal nazeninler almış oldu- ğu için; teb'a ve reayanın ahü enini duyulamaz, hali perişanı gö- rülemez olmuştu, Bu yetişmeyormuş gibi bir de ortaya ihtikâr denilen bir dert çıkmış nafakasını güçlükle tedarik edebilen halkın sırtına bu sefer de muhtekirler denilen tufeyli züm- re binmişti, Odun ateş pahasına çıkmakla kalmayıp öd ağacı gibi dirhemle satılır bir mata, kömür bulmak muhal haline geldiği gibi, tozu bile sürme gibi kullanılır olmuşür. Ekmek, yağ, sabun ve her tür- lü yiyecek fiyatları okadar yüksel- mişti ki, Osman zade Taib adlı şair.