No. 2314—3529 marnımarın ği (a rk LE BE Ri i 4 Dönüyorum !.. Oradan, aşkından, kabrinden dönüyorum. Gönlü- mü derin iniltilerin de, binlerce çılgın acılarla açmış kara bahtlı çiçeklerimi koparan, mefluç hatıralarla dolu kara topraklardan dönüyorum... Ömrümü ömürsüz yaşlara garkeden, kalbimi siyah ufuklarca çürüten; bir zaman hayal zannettiğim fa- kat yıllarca arısına ızdırab melhemile katlandığım dinmez aşkından dönüyorum... Oraya, aşkına, kabrine parçalanan kalbimin fer- yatlarıuı gömmeğe gıtmiştim.. Oraya, saadet, fırtınalarının, neş'e kahkahalarının kulaklarımı sağırlaştıran uğursuz uğultularından kaç mıştım... Oraya, beşeri âlemin ferahlığından kaçıp, cirmi- mi kucaklıyan azaba, acıya, işkenceye gitmiştim... Fakat umduklarımı bulamadan dönüyorum... Ve şimdi ben artık hayattan değil hayata dönü- yorum... Azaba değil neş'eye dönyorum... Mebrure Solmaz Bir çöl gibi! » Yahya Kemal'e - Enginde serablaştı hayalet gibi yandı. Nursuzlunan akşamların elyafı derinde, Bir çöl gibi sessizce geçen yıllara kattı. Bir çol gibi yıllar ateşin hârelerinde. Durgun havanın narlâşan enginde hayaşı Sahilde nur açmış gibi mehtab tepelerden Düştükçe semadan suya bir sim vüsali Düştükçe semadan suya akmış gibi birden Raçeyle geçen yılları bir çöl sanıyordüm. Yıllarca geçen çölde hep aldanıyordum, Sabri Müjgân : — Evet, dedi, sizi dinliyorum. Nuran sustu, kapıya kulak kabarttı, uzaktan, derinden gelen, yaklaşan bir ayak sesini dinli- yordu. — Sizi rahatsız ettim, artık gitmeliyim, beni beklerler !.. Ayağa kalktı. — yemeğe kalmıyacak mısınız. — Maaleset!.. Koridordaki ayak sesi gittikçe kapıya yak- Jaşıyor ve daha kuvvetli işitiliyordu. Bir el ka- pının tokmağına yapıştı ve durdu, kalın, vakur bir erkek sesi : -Müjgân ! dedi. — Gel, cicim, gel! buradayım!.. Kapı açıldı; şık bir adam içeri girdi. Müj- gân sevinçle : — Mecid, dedi, bir kaza bana çok kıymetli bir arkadaş kazandırdı. Bayan Nuran, eşim Macid!. Gözgöze gelince Macidve Nuran birbirlerini tanımışlardı. Macid, heyecan ve teessürünü gizlemeğe ça- lışıyordu. Nuran, birdenbire değişti, biraz evvelki ye- sini hissettirmek istemiyordu. Gözlerindeki yaş bulutunu dağıtmış, dudaklarında hafif ve içli tebessümler belirmişti. Bu iki gencin gözlerinde canlanan tabloları göremiven Müjgân, Nurana israr edip duruyordu: — Evinize haber gönderirdik, yemeğe kal- gaydınız bizi çok memnun edecektiniz. Ne iyi olurdu değil mi Macid? Adının geçtiğini, kendisine birşey soruldu- gunu hisseden kocası, sualin mahiyetini anla. madığı halde, bu ikazla biraz kendine geldi, dilile dişleri arasından hafif bir Islığı andıran bir sesle : — Evet | Diyebildi. Bışı dönüyor, kulakları uğuldu- yordu. Gözleri karışık, kapkara bir şeyler'görü- yordu. Nuranın yüzüne dikkatle bakamıyordu. O: — Allahaısmarladık, yardımınıza çok teşek- ktir ederim!.. Deyip kendisine yol gösterilmesini dileyen bakışlarile yürümeğe başlarken ilk defa gösle- rinin içine, en derin yerine kadar baktı, onlar- da ne birkin, nede gıbta zerresi görülmüyordu. Karı, koca Nuranı âpartımanın kapısına ka- dar teşyi ettiler. Nuran, rengi solmuş mantosunun yakasını kaldırdı; ökçeleri yenik iskarpinlerinin ucuna bâsarak, ağır bir gıcırtı ile yavaş yavaş açılan demir kapıdan çıktı. Fırtnayi kapılmış bir yap- rak gibi gecenin karanlıklarında birdenbire gözden kayboldu. Rüzgâr acı acı esiyordu Macid, onun ardından kollarını uzattı; ba- gırmak, haykırmak, koşup bileklerinden tutarak bırakmamak istedi, yapamadı, yapamadı... Merdivenleri çıkarken beyninde iki kelime- lük bir cümle helezonlar çiziyor, düğümleni- yordu ; | — İnan bana|. — İnan bana... SON