No. 2914—3529 158 SERVETİFÜNUN i YAZAN Enver Naci Gökşen — Üç sene oluyor, dedi, kocamla sevişerek evlenmiş değilim. Ondan evvel malâmatlı, zeki, fakat pek kıskanç ve kuruntulu bir gençle ni- şanlıydım. Müzmin denecek kadar bhassasdı. Ufak bir şeyi mesele yapdı. Bir gün kendisile gezmiye gidiyorduk. Eski- denberi bana bakışlarını hiç beğenmediğim, ağa- beymin kendisine bir hayli borçlu olduğu bir adam, bir bakkal o gun, beni nişanlımın gözün. den düşürerek intikam almak için, arkamızdan İâf attı. Hakikati bilmiyenler için sözlerinin manâsı benim iffetsizliğime delâlet edecek ka- dar ağırdı Sesimi çıkaramadım. Çünkü ben o borçlu adamın kız kardeşiydim. İtiraz edebilir miydim ? Söylediğini tahlil ettirsem «yalan mı, borçlu değil misiniz?» diyecek, başka bir şeyi kasdetmediğini söyliyecekti. Halbuki |.. Gerçeği nişanlıma söyliyemedim. Belki bu- na da inanmiyacaktı. Sorduğu zaman bu adamı tanımadığımı fısıldadım. Bu hâdise onun zihnine burğu gibi işlemeğe başladı. Her şeyi olduğu gibi anlatmadığıma sonradan ben de pişman oldüm ya.. Ne yapa- cağımı şaşırmıştım. Doğruyu anlatsam bir tütlü, anlatmasam |. Hayata karşi mukavim görünmek için neş'emi kaybetmemeğe çalışırdım. Hele nişanlım bed- bin bir gençti. Onu yumuşatmak, neş'elendir- mek için de bütün sevgimle kendisine güler yüz göstemeğe çalıştım. O, bundan da şüphe- lendi. Bana: «Havai, hercai» dedi. Bir gün nişan yüzüğüm bir kaza eseri olarak musluk taşının deliğine kaçtı. Acınarak, ağlıyarak bu kayıbı ona anlattığım zaman inan- madı, <istiyerek attın!» dedi. Kendi yüzüğünü kaldırdı, uzaklara attı. Ne kadar temin etmeğe çalştımsa da dinletemedim, inandıramadım. Şüp- he, kuruntu içini okadar kemirmişti ki gerçeğin, doğrunun barınabileceği ufak bir köşe bile bi- rakmamıştı. Ve ayrıldık!. Ayrılışımızdan bir sene sonra az kazançlı bir genç bana talib oldu. Onu geri çeviremez- dim. Ağpubeviin yükümü başından atmak için beni istiyecek birisini dört gözle bekliyordu. İnan Bana! tirika o. Onun da yerden göğe kadar hakkı vardı. İşle- ri bozulmuştu. Üstelik iki çocuğile birçok da borcu vardı. Annem, babam aldıkları ufak teka- üdiye ile kendilerini geçindirmekten âcizdiler, Onlara da sığınamazdım. Daha evvel beni birçok kimseler istemiş olduğu halde hepsini reddetmiş- tin. Nişanlandığım genci herkese tercih etmeme ağabeyim zaten sinirleniyordu. Fakat benim ona çok büyük itimadım vardı. Nişanımız bozulduktan sonra ağabeyim göz- lerile bana: — Gördün mü?. Onun ne kararsız olduğu- nu ben çok evvelden anlamıştım. Şimdi ne ya- pacaksın ? Diyordu. Ve bakışlarında âdeta bir kâşif mu- safleriyeti, gururu vardı. Ayni zamanda içinden : * Şimden sonra başının çaresine bak, ben- den pasol.. Dediğini de kulaklarımla duyar gibi olu- yordum. Zedelenen izzeti nefsimi korumak, ağabey» min gözlerindeki cevab bekliyen suallerden, yüzündeki şikâyetten kurtulmak için bu izdivaç teklifini ağlıyarak kabul ettim. Evlendiğimizden birkaç ay sonra kocam İlas- talandı, yattı. Zaten hastalıklı bir adamdı. Bir zaman birikmiş paramızı yedik, sonra evimizin eşyalarını satmağa, daha sonrada içi- mizi yemeğe, kemirmeğe başladık. Kocam acı- lara göğüs germeğe alışık değildi. Ailesinin perişanlığı karşısında elleri, kolları hağlı kal- maktan büsbütün kıvraniyordu. Artık iş başa düşmüştü. Bulunduğumuz şe- hirden İstanbula gelip bir iş bulmam lâzımdı. Orada çalışamazdım. Açlık hiç bir şeye benzemez Hanımefendi!.. Nuran, için için ağlıyordu. Gözyaşları içine dökülüyor, iıztırabı gözlerinden boşanıyordu. Durdu, gözlerini pencereye çevirdi, anlattıkla- rından nedamet duyan bir haleti ruhiye için- deydi : — Fakat ben bunları neden size anlatiyo- rum? Sırlarımı kendimden esirgerdim. Bilmiyo- rüm, bugün bana ne oldu? Sizi de derdimle dertlendirdim, beni affedin.