No. 1114—529 Amatör sahneler arasında : — 151 inci sayfadan devam — bedin larından; bugünkü (Şehir tiyatrosu) nun da, matrüd repertuvarından sayılan eserlerle açan : (Fatih balkevi) gençlerinin, ancak üçüncü temeillerinde bulunabildiğime teessüf ediyorum. Üçüneü perdenin sonunda - tam bir liyakat mukabili - üst üste teker- gür eden alkışlar, kulaklarımı uğuldatırken : (İbnür refik) üstadın,(1932) de Ankaradan gönderdiği mek» tubunu hatırladım. (Şehzadebaşı sahneleri) bin birinde, tiyatro meğ- sifimizin mühalled kıymetlerinden ölan «Ceza kânunn, Bekizinci ve Hisse-i-Şayia» gibi: eserlerinin oynan- dığını duymuş; mektubunda bana; «Bu adamlar ne diye kendi «bıranş»larını birakıyor- larda akıllarının ermediği işlere karışıyorlar ?* Hiç «Se- kizinci» (Eliza) sız, «Hisse-i-Şayia» (Şadi) siz oynanır mı ? Belki onlar, «Habib-i-Neccarsa kendilerince bir karakter vermişlerdir; ancak benim tasavvur ettiğim karakteri bulamamışlardır. Para kazanmak için bu gibi asarı temsile cür'et edenler, o eserleri tahrib etmekten başka bir gey yapmış olmazlar. Ru adam- darın kendi «janr» larını bırakıp büyük işlere kal- kışmasını, bir türlü menedemediğimize esef ederim..» diyor; acı acı şikâyette bulunuyordu, Çok isterdim; dert ortağım üstad; hayatta olmalı idi. (Şehir tiyat- rosu) nun senelerdenberi kapısını kapamak kadir nâ şinaslığındaki: ısrarına reğmen: eserlerinin, (Fatih gençliği) gibi yeni bir san'at neşli olan: genç ve kuy- vetli «varis» ler elinde ihya edildigini görmek, onu tesliye ederdi, O hararetli alkışlar, onu da sevindi- recek, ismini ebedileştiren gençleri tebrik ederken gözleri yaşaracaktı. Fakat: «insaf» ve «ihtisas» sahibi hakiki (münek- $id) in vazifesi, her şeyi, gördüğu gibi tesbit etmek olduğu için; ben, (temail, bersessül, teknik, mizansen) ve bilhassa : — <teleffuz» bakımından; — rastladığım hataları, (o sıralayacağım. Ehemmiyetsiz de olsa biraz fazlaca buldugum bu noksanların, müteskib provalarda; fakat: - «rejiseli provalarda>- düzeltilme- sini istiyorum. Perde açılırken söze başlanmamalıdır. Boynu bü- kük (ihtiyar) ın sesi çıkmıyor. «Sinnin muktezasi» ndan fazla halsiz görünüyor. Sakalı ağırmadığı, «romatiz- mâ» gı olmadığı halde kalkarken başkalarının yardı. mıhı bekliyor. Ayak kaşıntıları, tabii halinden faz. ia oluyor Misafirlerin yanında paçaları sarkık beyaz don ve çıplak ayak ile oturulmanın «muaşeret» kaidelerine uygun olmadığı düşünülmüyor. (Tahir Befendi) ve kızı, - akribüdan da olsalar - ayakta istikbal edilmeleri icab ederken; yapılmıyor. (Sudi Efendi) — «Bizimki tevessuttan ibaret cümlesindeki: «tevessut» u, (tavaasunt!1) yaparak kalın sâitle telefinz ediyor. Bazen de; mevzu ve muhâaverenin salı anla şılmışacak kadar sesini kısıyor. Eserin de, «meclis» in de en dilber «tip» i olan: «Necmi-Aziz»i pek neğ'eli görüyoruz. - her halde UYANIŞ vi. Dünya aktüalifesinden : Fransız Beşvekili Daladyenin Tunusu ziya- reti esnasında kendisine sulhu ve yakındaki ormandan dolayı serveti ifade eden bir zeytin dalı hediye olunuyor. Fas Aziz Cellub'un bu hediyesindeki Sulk manâsının bozulmaması be- şeriyetin selâmı mamına ne kadar özlenir! Parisde üçü 450 kilo ağırlığında üç kız kardeş şüh görünmek gayretile olacak - «izhar-i-sürur» et- meği, haykırış haline sokuyor. «Tahir efendi - Ziya», mükemmeldir. Tabii mak- yajı tertemiz, sâde ve samimi çehresi ile rolünüb <hutut» unu ne güzel terbit etmiş. Girer girmez «sem- pati» yapıyor. Kaşlarının san'atkâr kıvrılışları, hayret ve istihfaf ifade vay manâlı tebessümleri, pek nefis oluyor. Ve arada «Necmi» nin komikliğe benziyen şuhluğu karşı- sında acül konuşmak mecburiyetinde kalıyor. «Bican efendi - Adnan Baha» temsil ve hürük- terden ziyade, kostüm ve makyajdaki mehareti İli8 — Sonu gelecek sayıda —- cn)