No. 2910—525 UYANIŞ Mesa 95 ii kendini gösterdi. Gözleri dolu dolu: — Benim, ben! Hiç tanımadığın biri1.. Dedi. Nuranın şaşklnlığı büsbütn artmıştı. Macid, bunun arkasından beklediği sevinci gö- rTemedi. Sevgilisinin hayretini sevinç takib et- medi. Gözlerini açarak: — Aaa., Macid, sen misin? Dedikten sonra yüzünü derin bir keder kapladı: — Hayır ola! — Seni götmeğe geldim... — İyi ama burada tehlikeli.. Herkes şüp- helenecek. — Ne çıkar? — Yalnız beni görmiye mi geldin? — Söyliyeceklerim de var. Yalvaran bakışlarla : — Ne olur söyliyeceklerini çabuk söyle... Nuran fısıldar gibi konuşuyordu. Âdeta vü- <udü titriyordu. Macid, ne söliyeceğini, ne ya- pacağını bilmiyordu. Donmuş kalmıştı : — Muhakkak gitmem mi lâzım? diye mırıl- dandı. — Fena olmaz. Ne diyeceksen bana mek- tubla yaz olmaz mı? İki gün sonra Zonguldağa dönüyoruz : — Kuru kelimeler beni tatmin etmiyor artık. Şimden sonra mektub yazacak kuvvetim olacak mı bilimiyorum. — Böyle söyleme Macid, hâlâ bana inanmı- yorsun, bana hak vermiyorsun. Yukarı sofadan ağabeysinin gür sesi iştildi : — Ne var, Nuran? Kim o?.. — Şey ağabey.. Aliyenin kardeşi Macid Bey! Aliyeye söyliyeceği mühim şeyler varmış da... Bu söze yukarı sofadan gelen bir kapı gı- cırtısı, birkaç ayak patırtısı cevab verdi. Nuran, konuşmalarının dinlenmesi ihtimalini göz önünde tutarak sesini yükseltti : — Peki Macid Bey.. Anlattıklarınızı Aliye- ye söylerim. Hiç merak etmeyin Sofadan ayak sesleri gene başladı. Demin kapıyı açan çocuğun sesi manâlı bir ahenkle Nuranı çağrıyordu. — Nuran abla!.. Naran fısıldar gibi : — Gördün mü? Bu sahne ile karşılaşmaman için bir an evvel dönmeni rica etmiştim. Elini Macide uzattı : — Kusura bakma! Şimdi biri aşağı ini- verecek. Macid, gözlerine, kulaklarına inanamıyordu. Bunları Nuran mt söulüyordu?. Hadinin bir selâmı bile çok gören alâkasız- dığına, Nuranın korkusuna birmanâ veremiyordu. — Ben buraya senden bir daha ayrılmamak üzere geldim. Ağabeyinle konuşacağım ? Demeği düşündü: Kırılan izzeti nefsi, gu- ruru düşündüklerini darmadağın etti. uran : - Haydi ne duruyorsun, gitsene | Der gibi yalvaran bakışlarla gözlerinin içine bakıyor, sabırsızlanıyordu. Bir şey söylemek ister gibi dudaklarını kı- pırdattı, sonra vazgeçerek birkaç kere yutkundu, dolan gözlerinin taşmasından, hüngür hüngür ağlamaktan korkarak yavaşça : — Allaha ısmarladık | Deyip uzaklatı. Arkasından : — Mektup beklerim |! Sakın bana darılma |. Diye seslenen Nuranın sesini duymadı. X Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ay- ları takib etti. Mrcid; ümitleri sönmüş, gönlü kırgın, elleri boş İstanbuldan döneli tam altı ay olmuştu. Bu zamar. içinde ne Nurana bir mektub yazmış, ne de ondan bir haber alabilmişti. Kalbinde ve beynindeki Nuranın yerine yükselmek ihtirasına vermiş, o yaz açılan Avrupa imtihanında kazan- mak için geceli gündüzlü çalışmış, muvaffak da olmuştu. Frkat bu devamlı ve yıpratıcı çalışma neticesinde çok zayıflamış, mutlak bir istirahata muhtaç bir hale gelmişti. Avrupaya gitmeden evvel İstanbulda hususi hastahanelerinden bi- rinde bir müddet kalmağı münasib görerek sessiz, sedasız oraya çekildi. Artık Nuranı düşünmüyordu. Bazan hâtire- ları canlanınca kendini zorlıyarak, başka şey- lerle meşgul olarak kapanan bu eski yaranın ilk acılarını hissetmemeğe çalışıyordu. Son macerası ona daima aşk oyunlarından uzak yaşımak mecburiyetinde olduğunu bir kere daha bütün acılığile hatırlatmış; sevmenin ve sevilmenin bir imtiyaz olduğunu öğretmişti, Köyünde vazifesile uğraşır, imtihana hazır- lanırken hiç bir gün Nuranı bugünkü kadar zihninde fazla yaşatmış değildi. «Aşk işsizlerin harcıdır» derler. Yoksa işi, gücü bırakınca âşık mi olacaktı? Kendini âşık mı sanacaktı? Hayır, hayır.. Artık kalbi- nin kapılarını kapamıştı. Dertli insan ağladıkça açılır, denir. O da bugün hâtıtalarını, mubayyilesini başıboş birak- mışti. Kurulu bir zenberek bir an nasıl dura- caksa, çalkanan bir su nasıl durulacaksa onlar da duracak ve durulacaktı. »