No, 2185—300 UYANIŞ 107 o kadar çılgınlaşmış ki, ovaların manulya yüz- lü kızı bile onu tutamamış. Bir akşam.. Gene beyaz bir akşam, rın başına gelen kız her sögüt ağacını boş bulmuş... O kadar çok ağlamış.. öyle iztirab çekmiş.. öyle içten lânet etmişki hayata. © geceden sonra bu pınarın suyu köy insanlarının ağzın- da zehir kesilmiş... ' Yıllardan sonra bir gün adam, ber şeyi çi- niyerek koştuğu büyük şehirlerin manâsız ka- labalığından, yorucu gürültüsünden sarsık vazi- yette köye döndüğü zaman, yaptığı günahın büyüklüğünü pınarın dudaklarında donan zehir damlaları anlatmış ona !. Ve derler ki.. diyorlar ki.. Bu damlalar adamı bir mıknatıs gibi derin koynuna çekmiş ve onu bir daha görmemişler... Prenses dalgın dalgın konuştu : — Bu genç kız, kendisine kırık yorgun .dönen vefasız sevgiliyi görmüş olsaydı her hal- de af ederdi.. ve sular zehirini tüketir insanlar af etmenin büyüklüğünü eski lezzetini bulan sularının damlalarından anlarlardı... Fakat, hayatta öyle pişmanlıklar vardır ki hiç bir fayda vermezler... Bütün hayatımızı zehirleyen (keşke) ler, (acaba) lar kadar merhametsizdir. Dostum iyi olmak insanlara .deti veren bir kuvvettir!. pına- zaman buluştukları en derin saa- Necib doğan ve prenses, Acıpınarın sularını gölgeliyen salkım söğüdün altındalar.. Prenses.. kır saçlarını igölgeliyen yaprakları sevgi dolu gözlerle seyir ediyor... Muhakkak ki sevgilisini, bilmediği âlimle- rin meçhul güzellikleri için feda düşünüyor... Birden, pınarın başladığı yerden yavaşlayıp yükselerek bir ses.. hazin, sicak yumuşak bir erkek sesi duyuldu.. eden adamı Necib Doğan heyecanla : — İşte prenses.. İşte çalınan beste.. haykırdı.. Prenses de kalkmıştı.. Hakikaten bu ses böyle işlenmiş, öyle içli, iztirabı, o kadar canlandırmıştı ki! diye » İkisi de büyülenmiş gibiydiler.. Rüyada gezenler. gibi yavaş yavaş pınar boyunca yürü- meğe başladılar... Necib Doğanın akodiyonun tutan parmakları titriyor.; Prensesin kalbi çılgın çılgın çarpıyordu. Ağaçların seyrekleştiği, daiların kıvrılarak vücude getirdiği bir düzlükte durdular. Önlerinde iri yapraklı asırlık bir çınar gö” züküyordu.. Narin dalları sularla öpüşen sal- kım söğütlerin arasında yükselen bu heybetli çinarın manzarası, bu solgun yüzlü adamı büs- bütün uhrevileştiriyordu. Adam arka üstü yatmıştı.. Gözleri kapalı, yüzü mes'ut bir ıztırapla çocuklaşmış.. Kimi dudakları kıpırdıyor.. sesi öyle içten, öyle hazin öyle sıcak ki? Kalbi, ruhu, sesinin ahenginde titriyor gibi., Bu şarkı ne kadar zaman sürdü kim bilir... Su damlaları daha yavaş yuvar br,. Kuşlar susmuşlar.- Rüzgâr salkım söğüt ince yap- raklarına sinmiş, bütün tabiat bu iki insanla befaber, nefes almaktan korkarak adamın du- daklarında ses veren ıztirabını dinliyorlar. Sesi, son bir isyanla yükseldikten sonra ya- vaş yavaş kısıldı.. ve dudaklarının son kımılda- nişile söndü. Bir anlık süküttan sonra, ayni ıztırab Ne- cib Doğanın kalbinde canlandıran beste, par- maklarının mahartetile akordiyonda hıçkırmağa başladı. * Adam deli gibi yerinden fırlamıştı!. İsyan, hiddet, şikâyet dolu bir sesle bağırdı: — Benim ıztirabımı kim çalıyor!.. Prenses : — Merak etmeyin aziz adam dedi. Bu bir dosttur... Fakat sözü yarım kalmış.. Çünkü, muztarib adam büyük bir şaşkınlık içinde söyleniyordü: — «Aman Yarabbi.. Aman Yarabbi!.» Necib Doğan ve Prenses hayretle birbirle- rine baktılar. Ansızın ne olmuştu?.. Hangi meçhul kuvvet bu adamı beyninden vürulmuş gibi şaşırtmış harab etmişti. Prenses : — Niçin hayret ettiniz?. dedi. Niçin (dost) kelimesi sizi bu kadar şaşırttı?.. Ben sizin için İtalyadan geldim. Şarkınız çektiğim ıztırabı okadar canlandırmıştı ki, sizi muhakkak görmek istemiştim. Nasıl dostluğumuzu kabul edecek misiniz ?. Elini uzatmıştı... Dudaklarında en Temiz, en müşvik gülüşü titriyordu. Fakat adam, Prensesin uzanan eline bigâne kaldı. Prensesin Şaşkınlıkla yanlaşıma sallanan elleri kımtldanmadı bile!., Görmemiş miydi acaba ?. ye