SERVETİFÜNUN No. 2073 — 388 Hikâye Bir Ressamdı.. Yazan : avsi ÖOzansoy)| Silkinerek uyandı.. Başını, saatlerdenberi dalgın bıraktığı, mermer masadan kaldırdı.. U- zak ve karanlık gözleri az bir şey ışığa kavuştu; içeri çökmüş omuzları doğruldu, kemikleri sı- rıtan göğsü genişledi.. Odanın itaatkâr sessizli- Binde daima esi, daima isyankâr kalan elleri ürperdiler : Zil çalıyordu... Kapı açıldı, kapatıdı... Aşağı sofada bir ko- huşma : pansiyontu kadınla.. Sonra... merdiven- lere tırmanan yabancı adımlar... Düşündü: — Acaba, o mu?.. diye.. Ve... yarım bir ümitle oda kapısının vurul- masını bekledi... i Fakat, hayır! ayak sesleri, odasının önün- den durmadan geçti, koridorun sonuna kadar ilerledi; şiddetle örtülen bir kapının tok sesinde kayboluverdi.. Bir dakika için canlanan başı, yeniden mermerin üzerine, düştü. Uzak, biraz gücenik bir ses: — Bu, kaçıncı aldanış! diye mırıldandı.. O kadar... Dışarda bulanık bir akşam, odada gebe bir sessizlik.. şehrin uzak minarelerinde, uzak ezan sesleri... Ve... odanın ıstırabla anlaşan sükütuna hü- cum eden, asi, isyankâr parmaklar... & > Bir ressamdı... İdealinin kutsal anlamına yükselmiş bir adam, her hakiki sanatkâr gibi aç bir ar ustası... Geçen hafta, Yenicamideki dükkânlardan birine, bir iki tablosunu O bırak- mıştı.. Dükkâncı söz vermişti bu akşım için; satılırsa parayı, satılmazsa tabloları geri gön- deririm diye... Saatlerdenberi bekliyordu.. fa- kat işte, hiç bir haber gelmemişti daha... Aç- hk başına vurmuştu.. tıkanıyor gibiydi göğ- sü... Boş mide harekete gelmişti: o müthiş ağrılar, bulantılar yine başlamıştı.. Genç adam, beklemekten usanmış yorgun ve ıslak gözleri» le, dışarda akşamı aradı.. Artık, ortalık iyice kararmıştı. Sokaktaki adımlar ağırlaştı, günün ölüş törenini haberliyen uzak kilise çanları durdu ne mahalle çocukları seslerini kestiler. Gece .. arzuları uyutan, hiddetleri susturan, — Muazzez Haptanoğluna — nisyan dolu kenar mahallelerin gecesi... lâb insanların yarım kalan ümitletiyle İanan bir gece... Mağ- aydın- * LAR Böylece ne kadar Calgın kaldı, bilmiyor. Bir ara, oda kapısının kuvvetli ellerle, vurul- duğunu (duydu... Yerinden sıçradı, gözleri, aydınlanıvermişti. oİnanamıyordu. Koştu ka- piya... | Bu sür'atle bir tabloya çarptı, devir- di, masadaki kâğıtlar uçuştular; odanın eşyala- rı birer birer uyanımıya başladı.. Kapıyı açtı. Eşikte, ihtiyar resimcinin yanakları çilli, çipil suratlı çırağı.. o, kendine mahsus gülüşüyle, strıtıyordu. — Galiba, uykudaydınız bayiım.. rahatsız ettik. Hayret?.. çipil suratlı çırak, bugün haylice, nazik konuşuyor.. Sanki daha iki gün evvel, cebindeki çeyrekleri şıkırdatarak, küstah bir tavırla: — Canım, bu tablolar kaç para eder ki... Sen bize çıplak kadın resmi getirsen.. Bak gör, nasıl satılşyor. Sanat dediğin birazda ruhu ok- şamalı... Diyen sırıtgan oğlanın yerinde, kelli felli bir «Malımudpaşa efendisi» var. — Hayır, estağfurullah.. Sadece, biraz dal- mıştım da.. okadar... Çırakla birlikte gelen yakışıklı genç adam, tek gözündeki monokluyu düzelttikten sonra, cevap verdi: Oh! Bir sanatkâr... O, he zaman için dal- gın değil midir?.. Sonra, kendini takdim etmek istedi: — Bendeniz, Fuad Süleyman.. Tabloları- nızı gördüm, cidden enfes monşer... Beş yıl- danberi Avrupadaydım; inanınız ki eserleriniz, birçok sergilerde rastladığım örneklerin, h:p- sinden üstün... yalntg, böyle odanıza kadar ge- lerek, sizi rahatsız etmemin sebebi... Söz buraya gelince, genç adam, durdu.. Gözlerile, odanın içersinde, bir şeyler arıyordu. Bakışları, karşı duvarda asılı bir kadın portre- sine takılınca, kendini zaptedemedi; garip, bo- guk bir ses çıkardı: — Oh! işte orada.. evet, tamamiyle o.. ta kendisi...