238 UYANIŞ No. 9063—378 e —— Yazan : | Paul Zifferer Roman: 5 MEÇHULE DOĞRU.. | Çeviren : | Ferid Namık Hansoy Kızın babası büyük bir bıçakla madeni bir ta- va içinde pişen kızartmayı parçalara bölerek tabaklara koyuyordu. Akşam olunca, Toni, halkı takip ederek kendisini Monmartrın ta öteki ucunda bulmuştü. Geceyi nerede geçireceğini bilmiyorsada bu ka- rarsizlık onu meşgul etmiyordu. Çok sakin ve neşeliydi. Damların altından geçerkan, Sen Jermen yüksekliğinden ekseriya zevk ve hay- retle seyrettiği büyük kilisenin beyaz gölgesini şimdi daha iyi görüyor; işte o vakit bu maktul Melikov ve hattâ nefret ettiği Katlen kardeşler için kalbine derin Gir merhamet geliyordu. Mücadelenin bu suretle bir sonuca ermiş olmasından çok memnundu. Sabahleyin kendi- sine refakat eden çocuğu, beyaz önlüklü lokan- tacıyı ve çok narin Lizi heyecanla hatırlıyor; çok tehlikeli ve ayni zamandada herkese hüs- nükabul göstaren bu yabancı toprağı bütün kal- bile seviyor; karanlıkta ışıkları parıldıyan bir çok evleri şefkatli bir bakışla seyrediyardu. Kendisine öyle geliyorduki, Hazreti İsa, bütün sakinlerine sulh .ve sükünet getirerek, bu âile ocaklarının her birinde dünyaya gelmişti. Fakat bu akşam onu hangi ev kabul ede- cekti ? Nerede uyuyacaktı | Artık vakit geçmişti. Yoksa dar bir mahpese mi girmek lâazım ge- lecekti? Bütün vasi dünya artık önünde açılmı- yacak mıydı? Bir devriye polisinin eli koluna dokununca, gayri ihtiyari titredi. Adsm kalın bir sesle: — Vakit geç, hiç şüphesiz yabancısınız... Size yolunuzu gösterebilir miyim ? Mürun sustuğunu görünce şüphe ile tekrar sordu : — Kimsiniz? Milliyetniz? Mur, mahvoliuğunu zannederek vahşi bir tavurla başını iğdi: — Memleketim yok... Memleketim öldü. Bundan sonra onu kimse diriltemez, Polis, karnesini eline aldı; fakat biraz dü- şündükten sonr: — Haydi... Haydi... Her zaman eğlence olmaz. Sen galiba biraz fazla içmişsin... Git, yat!.. diyerek Muru bıraktı. Bu ande, bir kapının gölgesinden, orta boy- lu, çingene rengide bir adam çıkagelmişti. Elin- de yassı bir şapka tutuyor ve bakışrıyla sokağı süzüyordu. Mura yaklaşarak yarı alaylı bir tavurla : — Polisle bir çıkarınız mı var, Mösyö?... diye sordu. Konuzmanızı işittim. Nizamname hakkında malümatınız yok galiba... Burada kâğıtlara ehemmiyet verirler de... Mur, çok sert bir sesle cevap verdi: — Eğer beni haber vermek istiyorsanız, böyle münasebetsiz hareketlerinize lüzum yok- tur. Polisin kolağı deliktir. Çağırabilirsiniz. Kesik cümlelerle konuşuyor ve ağır Fran- sızcası muhatabının seri lisaniyle uyuşamıyordu. Adam kiliseye doğru dönerek bir haç işareti yaptıktan sonra : — Sizi neden haber vereyim? Bizler ta- Mihsizlik arkadaşlarıyız. Bunu Anatol Fran söy- lemiş... Ne büyük adammış!., Mur, Anstol Frans, tam bahseden bu adam hayretle, dik bakıyor; öteki ise devam ediyordu: — Bilgilerim hayretinizi mucip oluyordu, değil mi? Ben dokuz lisan bilirim, dokuzunu da hem okur ve hem yazarım. Her biri için muhtelif hizmetlere girdim. İsmim Amede Ki- limyandır. Emniyet ve itimağdınızı kazanmakla kendimi bahtiyar sıyarım. — Mösyö Kilimyan, bana ne hibi hizme- tiniz dokunabilir? — Demim çok iyi işittim ki, efendim'zin vatanı yokmuş. Binaenaleyh efendimize minasip bir vatanı tedarik etmek arzusundayım. Eğer efendimiz, kâfi miktarla lâzım gelen vesaiti ha- zırlarsa ben kendilerine büyük bir kuvvet tak- dim edebileceğim; şayet tasarrufa riayet ediyor- larsa, arzularından sarfınazar etmelerini söyli- yebilirim. Ahl... Ne yazık ki, vatanlar ancak sulh konferansında mevcut olurlar. Mur, zoraki gülüyordu : Ben, bir vatan Ssatık elacak kadar zengin değilim ki... Kilimyan, bu sözden bir itimatsızlıkla sey- rek cevap veriyotdu : — Görüyorum ki, efendimiz okadar müş- kilpesent değiller... İki yüz irankla ben kendi- lerini Mezopotamya murahhas heyetine yazdı- rabilirim.