No.1893 —208 SERVETİFÜNUN 411 Yazan; Rolant Dorjeles Y O pi D A a | Tercüme eden ; Ahmet İhsan Yola çıktığım gün Marsliyada hava kapalı idi. Kaldırımlar yağan yağmurlaria ıslak ve parlak ve gökyüzü o kadar kara bulutlarla kaplı idi ki bugün Marsilyada ıslak sokaklarla gök aydınlanıyor demek yalnış değildi. Kanebber caddesinden ellerinde çelenklerle bir çok adamlar eski limana doğru ileriliyordu; esmer çehreli esnaf bu çelenk götürenlerin arkaları sıra gülerek ve yüksek sesle konuşarak yürüyor ve hepsi geçtikleri yollara çelenklerinden yahut ellerindeki büketlerden çiçekler döküyordu. Her sene mutat ol- duğu üzre bu yıl dahi limandaki küçük Belçika rıbtımını ölüler günü olduğu için, çiçeklerle donata- caklardı. Marsilyada eskiden kalma bir âdettir; ölüler günü olunca Marsilyadaki bütün satış barakaları bir nevi kilise haline döner; «Jülyet» mahallesinden «Sen Lazar» tarafına kadar devam eden fukara ma hallelerinin halkı çocuklarile beraber sanki mezarlık ziyaretine gider gibi rıhtıma inerler. . o Yolenlar, seyyahlar hayretle bunlara bakar; satıcı kadınlar kalabalığa karışır, herkes zarif çelenkleri seyreder ve çelenklerin üzerinde hep şöyle fıkralar okunur: «Denizde boğulanların hatırasını yâd için.» Bütün bu çelenkler öğleden sonraya kadar bir vapura dolar, sonra vapur limandan çıkar, açık denize kadar uzaklaşır ve orada bütün çiçekleri ve büketleri denize atarlar, dalgalar onları alır. Denizlere çıkıp bir daha geri dönmiyen gemicilere böylece atılmış olur. Ben de merakla kalabalığı seyrediyordum; çiçek- lerin yüklendiği vapurun yanaştığı iskele başında otuz yaşlarında genç, iri yapılı bir delikanlı gördüm, o da kalabalığın arasında idi. Bu adamın çenesinde bir yara yeri vardı; çenesindeki işaret hatırıma getir- di; bu ayni adamı dün Mesajeri vapur acentesinde bilet alırken görmüştüm, tanıdım; bu adamla beraber bir yolcu vapurunda bulunacak idik... Halkın taşıdığı çelenklerden yere düşen krizantemi delikanlı eğildi aldı, pek nazik bir tavırl& yakasına taktı, Bilmem neden, onun ölüler çelenginden düşen çiçeği yakasına takması bana derin bir hüzün verdi. Kim bilir? belki biheceğimiz vapur bu gece yolda denize dökülen çiçekleri çiğniyecekt.. Ne tuhaf his! Ben ise pek uzun bir yolculuğa çıkıyordum ve bu uzun yolculuğun bana birgün şu kitabı yazdıracağını hatırıma getirmiyordum. Kapanık havada, kara renkli deniz üstünde enginlere açılacak vapurumun sanki sefer başlangıcı gibi ölülere mahsus çiçeklerin üzerinden geçerek bana yol açması yüreğimi ezmiğti... Sokağın kenarında bekleyen arabaya tekrar atla- dım; bir köşeye büzüldüm; hentiz zeminini hazrlama- dığım ve ismini bile koymadığım yazılacak kitabımda kahraman olacak olan o delikanlıya bir daha baktım. Onun benzi uçuktu. Elbisesi kendisinin ne olduğu- nu anlatmıyor ve çenesinde iyi olmuş bir yara yeri vardı. Bizim biheceğimiz vapur şehrin ta bir ucunda idi. Bir çok rıhtımlar, antrepolar ve üzerleri yüklü kamyonlar ve tramvaylarla dolu çok kalabalık yol- ların nihayetine kadar gitmek lâzımdı. Her tarafta dağlar gibi yığılı kömürler, yahut çovallara dolu kömürler var, onun için her yer kömür tozu ile kapkara! Geçtiğimiz yerlerde yük kaldıran makineler işliyor, gıcırdıyor, bir çok vapurlar düdük çalıyor; kenarlardaki tamir havuzlarında karineleri soyulmuş eski vapurlar var, üzerlerine kırmızı minyüm boya- ları sürülüyor. Vapurumnz rıhtım kenarında pek büyük bir bina gibi duruyor. Merdivenlerden hamallar sırtlarında, ellerinde yüklerle çıkıyor, bir takımları yükleri bırak- mış elleri boş dönüyor. Göverte üstünde yola çıkmak hazırlığı var; zincirler gıcıvdıyarak işliyor, bir takım balyaları havalandırıyor, sonra onları ağızları açık anbarlara indiriyor. Bir çok adamlar vapurda sağa sz > geliyor, koşuyor, şaşkınlara benziyorlar. oruyor — Lütfen söylermisiniz, C gövertesi ne tarafta? Sanki vapur çok büyük bir oteldir, tekmil kapı- larından, deliklerinden giren halk tarafından tıklım tıklım doluyor. Vapur kamarotları sorulan süallere cevap veriyor : — Sağa gidiniz... Siz sola gidiniz... Siz alt kata ininiz; bir kat yukarı çıkınız! Vapurun göverteleri arasındaki geçitler, merdi- venler bukadar kalabalığı, yolcuları, onları geçirenleri ve hamalları serbesçe geçirecek kadar geniş değil; kamara kapıları açılıyor... Bunlar birer beyaz hücre- ler; sanki birer oda imişler de birdenbire duvarlarını birbirlerine yaklaştırıp ufaltmişlar. Ru ufacık yere sandık, bavul ve çantalar nasıl sığacak! Vapurun hizmetçi kadını; — Birazdan gelir yerleştiririm! diyor ve koşarak başka kamaraya gidiyor. Doğrusunu düşününce kamarada acelesiz ve rahat ça yerleşmek lâzım. Fakat mümkün müt Dışardaki gürültü ve hareketler sizi çekiyor, onun için herkes kamarasının kapısını çekiyor, gövertelere çıkıyor. Şurada burada bir takım aileler küme küme duruyorlar. Ayrılık zamanında artık birbirlerine Söy- leyecek 8öz bulamıyorlar; hatıra gelen herşey söy- lenmiş, bütün vaitler yapılmış, şimdi gideceklerle kalacaklar karşı karşıya lâf bulamadan sessiz duru- yorlar.. Son ayrılık dakikası... Artık bir şey yapılamaz. Xolcularla onları geçirenler de bir arzu vardır. ve- dalaşmak ve vapurun merdiveninden inip nzaklaş mak... Teeşsürlere ziyade dayanmak kuvveti kalma mıştı. Büyük salonda ihtiyâr, Amerikalı adam bütün bu hayhuya ehemmiyet vermeden koltuk sandalye- sine yaslanmış resimli aylık mecmualardan birisini okuyor... Bu adam çoktan yola çıkmış... — Devamı var jl|