No.1969 —184 Hayır, hayır! Mutlaka getiririz üsküdar'a, mutlaka... HAFIZ CEMAL Fakat çok gecikmeyin... Gitmek için Baştebdilin kolunu dürterek. Haydi... Tekrar Dilâşup'a dönüp, Hepiniz Hakka Emanet olasınız... Çıkmak üzre yürürler. Tam çıkacakları sırada, Başteb- dil, uzaktan Dilâşup”u işaretle, Ne de sadık cariye! MECLIS Xu Hafız Cemal ile Baştebdil'den maada, EVVELKİLER NEDİM, doğrularak. Ot! çekilin başımdan, çekilin... Yanındaki çekmecenin üstündeki kâğıt ve kaleme sa- rılarak, Bahariye Yazacağım, kadınlar, şerefine Damadın... Benim, benim, en büyük şairi Sâdâbat'ın... Ne Sefai rakibim sayılır, ne de Vehbi! DİLÂŞUP Çıldırdı mı?.. NEDİM Ben de bir dahiyim Nef'i gibi.. Birdenbire irkilerek. Nef'i?... fakat ona bir kanlı âyin kuruldu, Bir cellât baltasile kellesi uçululdu... Dilâşup, hıçkırarak, Nedim'i kollarından sarsar. | Köle İsmail ile Ateşpare kalfa, sessiz gözyaşı dökerler. Bu anda uzaktan fçok uzaktan, ihtilâlin oğultusu işitilir. Sonra yine süküt... Bu defe sokaktan bir şebilcinin hazin «edası iyitilir : « Sebilullah!... Şehidanı deşti Kerbelâ ruhlariçin sebil! NEDİM, pencereye koşmak istiyerek. Sebill... Sebil!... Kerbelâ şehitleri ruhuna... DİLÂŞUP, Nedim'in arkasından atıl- mak istiyerek. Ah efendim... Şairim!... Birdenbire fenalaşır, yıkılacak gibi olur. Ateşpare kızı tutar, NEDİM, pencereden dışarsını göste- rerek. Dünya boyandı kana... “Güneş bile kızıl bir sel halinde akıyor... Döner, karşısında, Ateşpare'nin kollarından kurtulmak için çırpınarak, dehşetle açılmış gözlerle uzaktan ken- disine bakan Dilâşup'u görür, tanıyamaz, Bu kim?... bana uzaktan Mestinaz mı bakıyor?... Perde — Devamı var — SERVETİFÜN UN 31 ESK SEKER rr ei nl > KE Mi Besi eek MX KOK Sonsus Gecem Ölümün, günlerimi sonsuz bir geceye çevirdi, babal.. O gece, oson gece beni yanında yatırmıştın... Çok iyi hatırlıyorum: ay san, sapsaridi. Ağaçlardan süzülüp gelen ziyası odamıza loş bir aydınlık serpi- yordu. Yüzüme düşen iki damla, beni derin uykumdan uyandırdı babal.. Ve o gece, sanki ayın bile mahzun, yıldızların bile gözyaşı gibi parladığı o gece, benim hayatım olarak kaldı... İstikbal benim için korkunç bir sr halinde... Artık yalnız mazime sarılıyorum: Sarı bukleli saçla- rım altın güneşin gitında, senin yuvanın küçük bir güneşi gibi parlarken, hayatım kadar rakit bir ha- vyzun kenarında, annemin dizleri üstünde uyuduğum o rüyalı mazime... . . . Bonra gen kucağına geçen Marmaranın koyu ravi suları, parlak saçlı o günahsız küçük başı da ölmeden gömdüler. Söndüm artık, baba... Hayatın karanlık yolunda ışıksız kaldım... Ölümün gözlerime siyah tüller gerdi; önüm düzlük mü, uçurum mu bilmiyorum... . Bugün bayram, babal.. Ak saçların harelediği temiz bir anne alını bile öpemeden mezara geliyo- rum... Bu ahret diyannın ilk ziyaretçisiyim galiba, önümde kar dümdüz... Kulağımda yalnız «Orhan> diye çağıran sesin ve servilerin esrarlı fışıltıları var... İlerlemeğe çalışıyorum... Ayaklarım ruhların miknatısına bağlı iki demir kadar ağır. Adımlarım ban zahmet veriyor... Mezarındayım artık, bada... Hicran dolu bir ge- cenin sabahını senin mezarında, senin ruhunla karşı. lamana geldim. Benim için artık ölen bayramların kirabilir kaçıncisının güneşi bulutlardan kurtulmağa çalışıyor... Dumanlı mahpesini delip kaçan iki hüzve kabrini örten karlarda bir çift elmas alevledi, bilmem bunlar ölmeyen ruhunun iki gözyaşımidif.. Dönüyorum baba!.. Seni bugün ak altından da ak bir kefenle saran büyük allahıma bırakıp, ben yine sonsuz geceme dönüyorum!.. Orhan Necati