202 SERVETİFÜNUN No. 186ö8—173 İktisadi hasbıhal Bazı kelimeler vardır ki bütün dünyada, vakit vakit, ağızda çok dolaşmak, gazetelerde çok basılmak bah- tiyarlığını kazanır. “Buhran, kelimesi de bunlardan birisi oldu, herhangi lisandan herhangi bir memleketin gazetesini açıp baksanız buhran var, buhran sıkıntısı diye yazıp duruyorlar. Bizim gazeteler de öyle... fakat bir fark ile! Bilmem nedense bir türlü ifrat ile tefrit- ten kurtulamayız; günlük mühim yem pe bir tanesi iki sene evvel tanınmış bir imza ile bir baş- makale neşretmişti, ve o başmakalede memlekette buhran var demek vatana hıyanet etmektir diye orta- lığa korku salmaktan çekinmemişti. Bizde buhrandan zerre olmadığını, bunun düşman propagandasından başka bir şey olmadığını iddiaya kadar varmıştı. Şimdi ise aynı gazete “Buhran çareleri, gibi başlık- larla başmakaleler yazıp durmaktadır. Memlekette buhran var demek vatana hiyanet etmektir gibi düzgün kafalara sığmayan bir düsturu iki sene evvel ortaya atan tanınmış muharririn yazısı- n bana ie kiymetli bir arkadaşım bana dün şöyle dedi — Evet buhran var, hem bu sene başlamış değil; ince bir hastalık gibi 1977 denberi içimize girdi, bizi yavaş yavaş rahatsız ederek “artarım hal,, diye ihtar- lar etti ve nihayet 1930da ateşini yükseltti ve 1932 humma nöbetlerini meydana çıkardı. Burası malüm, çünkü biz iş âleminde olduğumuz, Avrupa ile iktisadi temaslarda bulunarak garbın gazetelerini okuduğumuz için, bunu biliyoruz. Fakat basit hayatta yaşiyanlar, bizim gazetelerin başmakalelerini günün en akıllı na- sihatleri sayanlar acaba ne düşünüyorlar? Onlar demezler miki iki sene evvel adını ağza almak vatana hıyanet tutulan “buhran,m şimdi çarelerini arıyorlar, bu nasıl işp Bu meşhur muharrirler hakkında basit gözete okuyucuları acaba ne hükümler verir? Bu çok haklı sözün karşısında derin düşünceye vardım. Ben de hatırlıyordum: her meselede yüksek bir mütehassıs gibi kalem yürütmekte kendisini salâ- hiyetli görecek kadar meşhur olan bir kalem sahibimiz iki sene evvel bu gülünç iddiayı etmişti, ve işin hakiki mütehassısı bulunanlar ise bu satırlara manalı gülmekle mukabele etmişti. Onun için arkadaşıma şu cevabı verdim; — Azizim, işlerin, sözlerin ve yazıların âni olarak tevlit eyledikleri hislerden ziyade oişleri doğuran ana sebeplere dönersek daha doğru olur. Burada ana sebep çok sadedir: Hernedense bizi saran meseleler hakkında kafamızı yorarak, kendi milli ve vatani şart- larmizı tetkik ederek o şartlar içinde neticelere var- mak ve varilan neticeleri açık bir kanaat şeklinde yazmak yorgunluğunu bizim muharrirler sevmiyorlar.— Gazete çıkarmak günlük iştir diyorlar, çabuk yazmalı ve işi bitirmelidir zannına düşmüşlerdir, ve bu zanna düşe düşe günün havadislerini yazmak ile iktisadi Ankara 19 Mart 1532 meselelere dair makale yazmağı adeta bir tutmağa alışmışlardır. İşte bundan dolayıdır ki senin meşhur muharrir dediğin zat, etrafında söylenilen basit sözleri dinliye dinliye, fotoğraf camı gibi o sözlerden müte- essir olmuş ve otel salonları siyasetini kendisine ma- kale zemini yapıvermiştir. Hatta ben daha ileri gidip diyeceğim ki yazı yazmak için adeta arasıra bir zemin modası çıkiyor, o modaya uymaktan ayrılmıyorlar, ayrılamıyorlar. Halbuki bir muharririn vazifesi salon ve gazino siyasetini nakletmek, bazı mahafilde moda olan kanaatleri hakikat gibi gazete sütunlarına Sira- layıp alkışlamaktan ibaret değildir. İşte benim size dediğim ana sebep budur. Kıymetli arkadaşım ile konuşmamız burada kalmadı, çok uzanıp gitti. Zaten bugün yan yana gelen iki arkadaşın dört beş sözden sonra dönüp dolaşıp buh- rana, sıkıntıya, eğer memursa bütçe tenzillerine, ten- sika ve yeni kadroya, eğer tüccardan ise alışveriş kesadına, para darlığına gelmemesine ihtimal yoktur. Biz de öyle vaptık. Ruha ve cebe dokunan zeminler üstünde dolaştık ve nihayet çok tecrübeli ve ilmi düşünceli arkadaşım şu sözlerle hasbıhalimiZe hatime çekti: — Bizde buhran var, fakat buhranımız bize göre- dir; bu buhran bizim çalışma tarzımızın gevşekliğrinden, kazancımızı kullanmakta gösterdiğimiz hesapsızlıktan doğmuştur. Doğrusunu söyliyelim, biz tembeliz, devamlı ve muntazam çalışmayı sevmeyiz, tempbelce uğraşış ve intizamsız çalışış ile bol bol sarfetmeği, yani hazır- yeyici ve mirasyedi hayatını severiz. Onun için hayal peşinde koşarız, korkmadan borç yaparız ve sıkılma- dan alacaklıya param yok demekten, masal okumaktan çekinmeyiz ve bunları örtmek için Avrupada şöyledir, İngiltererJe buhrana böyle çareler buldular diye bize asla benzemiyen şartlar altındaki milletlerin halini nümune gösterip allâmelik satarız. Garplılardan evvelâ muntazam çalışmanın ve hesapla masraf etmenin yo- lunu alalım, herhalde o diyarların istatistiklerini sayıp dökmekten, onların lüks ve süs hayatlarını taklitten daha hayırlı iş görürüz. Ben çok doğru buldum. Bilmem siz ne dersiniz? Ahmet İhsan DE e >