No. 1739 -54 ve taşra evlerinde gördüğüm musandıraları, rafları, höcreleri, TürkOcağı'nı, Türk mozaik. lerini, Türk tezyinlerini, Türk oymalarını bu- rada seyretmeğe doyamiyotdum. Bütün gördüklerimi yazmak zordur; size şini- di lik kuş bakışı malümat verdim; Hamdullah Suphi beyfendi, Ankara Palasta Alman muhar- riri Her Ludvig namına Maarif vekili tarafın- dan verilen öğle ziyafetine yetişmek üzere beni 'TürkOcağı'nın muhteşem tiyatro kapısından, mükellef mermer döşeli dehliz ve hol'lerden ve merdivenlerden götürürken, ben gördüklerimin dımağıma verdiği tesir altında rüyada gibi gi diyordum; bizi AnkaraPalasa yetiştiren otomo- bilde gözlerimi kapamıştımı. sordu : Muhterem tefikim — Yoruldunuz mu? — Hayır; gözlerimi kapadım, hayaller ku- ruyorum. Yeni ocağınızı, her gün, dolduracak Türk münevver gençlerinin ilmi çalışışlarını, geceleri güzel san'at aşkiıyle tiyat- roya gelecek edebiyat ve musiki meftunlarını gözümün önüne getiriyorum ve sanki yeni Ocağın ileride başlayacak harsi, medeni ve ilmi üğultusunu işitiyorum sanıyorum... * gündüzleri # » Gazetemizin ilk sahifesinde gördüğünüz te- sim Her Ludvig'e verilen ziyafetin bir intibaı- dır. Muhterem Maarif Vekili Cemal Hüsnü beyin sağında Frav Ludvig ve onun yanında Hamdullah Suphi beyi nurlu başile görüyorsu- nuz. Her Ludvig iki türk hanımının arasındadır. Bana da bunların arasına karışmak bahtiyarlığı- nı verdiler. Meşhür kıymetli Göte ve Napolyon hakkında çok tetkik eserleri yazan bu Alman muw- harririni Harp zamanında İstanbul'da tanımış- tım. O bize çok şeyler soruyordu; ve cevapla- rını alıyordu. e Sr Ankarada geçen dört kiymatlı günün akşa- mi tirene kitmek üzere otele geldigim zaman çok tatlı bir tesadüf eseri olarak mensup ol- makla şeref duyduğum mülkiye mektebi me- zunlarının, yıl dönümünü kutlamak için toplan- mış olduklarını gördüm. Gözel tesaduf öyle istemişdi: Ankaradaki mülkiye mezunu kardaş- larımın en eskisi ben imişim; yaşlı ve genç arkadaşların, bu samimi ilim ailesinin içine karışdıgım zaman benden söz istediler. İşte Ânkara yolculuğum bu çok kıymetli toplan mada bir haspehalimle bitdi, onlardan çabuk ayrıldığım için hüzünlü, ve aralarında geçen tatlı saat için minnetli yürekle selamlayip tirene geldim. Ahmet İhsan UYANIŞ 19 Ambasadör Ambasadör «sefirler» demektir; fakat ben sefirlerden bahseyle- yeeck değilim; bu, Beyoğlunda yeni açılan gayet kibar bir alıpaplık salonu'nun ismidir. Ahpaplık salonu diyorum; çünkü burası mahut barlardan değil, Birahane değil, dansing değil, pastacı dükânı değil... Burası temiz, kibar ve nazik bir ahıpaplık salonu'dur; dans yoktur, güzel bir muzika var, ama cazbant değil... Burada içki yoktur, kahve, çay, süt, limonata, pasta. sandovlç ve dondurma bulunuyor. Şimdi şunu da ilâve eyliyeyim, ben bu satırları ilân ve reklâm diye yazmıyorum. Anıbasdör salonunu açanları ne yakından, ne uzaktan hiç tanımam: Buraya geçen akşam bir ahpabın sevkile girmiştim. Mütareke devrinden ve suluhtenberi Beyoğlunda sayı- ları artan barlar'dan, dansiglerden ve sarhoşlarla gece kuşları'na mahsus Avrupa'nın fena taklitlerinden okadar iğrendim ki arkada» şim, şuraya girelim dediği zaman sade onun hatırını kırmamak için davetini kabul etmiştim ve içeri girinçe çok memnun oldum. Ambasadör kapısında terbiyeli hademe durur, adeta umumi ve kibar bir kulüptür; palto'nuzu «vestiyer» aliyor; tepeden işık alır, büyük güzel bir salon'a giriyorsunuz, yerde halılar serili, ufak masa veya kanepe ve etrafı açık höcreler... ince zevkle döşen» miş. Kenarda üç dört kişilik iyi artisler tatlı muzıka çalıyor. hep» si vişne renginde temiz ve zarif elbise giymiş rus kadınları hiz- met görüyor; çay, kahve, Viyana usulünde sütlü idi herşey var, sade, ispirtolu içki yok... Ve getirilen herşe Ambasadör salonu İstanbul'un bir eksiğini tencüisimi il İnsan iki ahbapile rahatça gidip oturacak, temiz çay ve kahve içecek kibar ve düzgün ve rahat bir yer bulamıyordu. Büyük otellerin, meşhur İokantalar'ın çay içtimaları mutlaka cazbandlı, patırdılı ve çok pahalıdır, orta kahvehaneler herkesin uğrağıdır Şimdi yürekten bir temenni yapacağım; o da çok iyi düşünerek şu kibar, temiz ve rahat Ahbaplık salonu'nu açanların rağbet gör- mesini istemektir. Avrupa'nın büyük şehirlerinde böyle nezih çay salonları vardır, Bu moda Amerika ve İngiltere'den gelmiştir; Garp” ten gelen «Bar» ve «Dansing»ler arasında bir de böylesini yaşatalım. Ahmet İhsan İspanyol Edebiyat : IZ ALDEROMN (Calderon ) İspanyollar beynelmilel edebiyat âleminde yer tutabilen bir millettir; Orijinal san'atkârlar yetiştirinceye kadar İtalyan edebi- yatının tesiri altında kaldı. nyol m kuru bir taklit olduğu de şöle retini her tarafa yayan bir şahsiyet yetişti ki o da Servantestir. Servantes ile İspanyol edebiyatı başlar. Bu edebiyatta beynelmiz lel varlığa malik birkaç san'atkâr halime iliriz ki bunlardan si de Kalderon (Calderon) dir. Kalderon 1600 tar ihinde Madrit'te oğdu; annesi bir Flâmandı. Kendisi cezvit terbiye leme ei Sa- laman kasabasında ki Darülfünunlardan birinde ilahiyat okudu. Madritte büyük bir memuriyet kabul ettiği esnada Şiir yaz- mağa başladı. Biraderi Diyago'yu hançerlemişlerdi, carih kiliseye iltica etti. Kalderon arkadaşları ile birlikte carihi cebren bire aldılar. Bunun üzerine Kalderon e Moi e kaldı ve hapsedildi. Bu vak'a Kalderona (Elpren namlı komedisini ilham etti, Burada Kalederon berdan kaldığı haksızlığı, kilisenin halini çok nükteli zarif bir lisan ile anlatır. Hikâyelerden ibaret olan (Los- sinde saraya İn- elen klâsik komediye nihayat vermiştir. Kom dde yan dir çi ir açtı «hümoristigue» edebiyatı Ka ge u hususta Moliere'in babasıdır. e isimli komedi- sini Kalderondan mülhemdir. Kalderon, mir e tesadüfen gelişi güzel yazmaz Kalderon yalnız bir trajedisinde Kraliçe Elizabet'e söyletiği bir tiratta tiyatro san'atı en yüksek şahikasına çıkmıştır. «Poğsie et veritt» atlı eserinde ki bu parçanin ağlama dan okunamıyacağını söyler. Son zamanlarda Fransızlar Kaldero- nun birkaç parçasını tercüme ettiler. Münekkitler Fransız dahasinın müessisi olan Molier'in bir menbatnı da onda bulmaktadırlar Kalderon 1681 de vefat etti, Hüseyin Necmettin