22 UYANIŞ No, 1739—54 İçtimai görüşler: Yükselten is Bizde işe ilk kaside söyliyen Namık Kemal mer- humdur, İşsiz eğlence tuzsuz taama benzer İşsiz geçen zamanın dakikası saatten uzundur. diye işe dair mesel darbeden odur. Halbuki işin alçaltıcı telâkki olunması Osmanlı cemiyetine mahsus zikniyetlerdendir. Vakıâ ortaçağ Avrupa'sında da asalet, işi, alçaltıcı bir gözle görür dü; bu da m çünkü snf telâkkisi bu zihniyeti zaruri kılıy Osmanlı e bin bir türlü ihtiyaçları tat- min eden işçilerin hiçbir itibarı yoktu İstanbul'un en fakir tabakasından olan halk bile işe ve işçiye karşı iyi gözle bakmazdı. Her aile, ço- cuklarının mutlaka devlet kapısında bir iş bulmasını isterdi. Ancak kılıç ve kalem kullanılmasının şerefi vardı; balta, keser kullanmak insana yakışmıyan bir Tanzimattan sonra da, hatta birçok âilelerde hâlâ, bu zihniyet bakidi; şüphe yok, bundan dolayı ki bizde el işleri, ileri götürülemiyor. İş, bizatihi yükseltici bir şeydi. Muayyen bir işi aşkla, istekle yaparak gününü geçiren kimse dünya- nın en temiz adamıdır. Cemiyetçe kötü görülen bir çok halleri bilmez, yalan söylemez; dedikodu yapmaz kimsenin kuyusunu kazmaz; haset bilmez. Buna mukabil oarkadaşlarile (o mütesanittir; (o birbirlerin, her suretle korurlar; birbirlerine aomlar; yardım eder- ler; içtimai faziletlerin en çoğu onlardadır. Saftırlar; hile bilmezler; alınlarının teri ile, ellerinin emeğile yaşadıkları için kimseye minnetleri yoktur. Marangöz, doğramacı, demirci, tenekeci, nalıncı, hatta odun yarıcı, hulâsa bütün iş işliyenler temiz ruh- ludur. Vakıâ kibar âlemlerinde maruf olan muaşeret usullerini bilmezler; bir ziyafet sofrasında nasıl otu- rulacağına, kaşık çatalın nasıl tutulacağına, çorbanın nasıl içileceğine, tavuğun nasıl yenileceğine vakıf değillerdir; bu kusurlarına rağmen kibar âlemine mensup çök adamlardan daha necip, daha alice- naptırlar Bizde iş adamlarının hayatı hiç tetkik olunma- mış, hiçbir hikâyeye mevzu edilememiştir. «Ezik pa- lamut» tan bahseden Cahit B. balıkçıya acımış, onu «mahrumu hayat» görmüş, fakat haşin işini nazarı dikkate almamıştır Bana bu yazıyı ilham eden hadise, Bebek'le Rumelihisarı ,arasında rıhtım üzerinde ağ çeken balıkçılardır.. Bu balıkçılar, Fikretin balıkçıları değildi. Bunlar, iki taraflı urganlara asılan hemen kırk kişiydi. Bellerine takılı olan ucu kurşunlu bi- rer ip vardı; ipin kurşunlu ucunu gergin ağ kollarına çarpınca ip urgana sarılıyor; o vakit ağa asılıyorlar. Geridekiler gidecek yer kalmayınca iplerini urgan- dan kurtarıp gene en öne geçiyorlar. - Ağ yavaş yavaş geliyor; balıkçılar, hep bir ağız- dan ve bir ahenkle, « ya Allah! » diyor, ayaklarını — 9-2 — Meme verme Insan yavrusu insan sütü ile, doğuran kadının sütü ile beslenmelidir. Meme verme odaları, doğum cemiyetleri, anne mutfakları Medeni memleketlerde hükümet ve belediye amele ve işci kadınlara meme vermeleri için seslerine uydurup rıhtım taşlarına çekiyorlar. Bu manzarayı hemen yarım saat seyrettim. Ba- Lıkçılık kolay bir iş görünmedi. Balıkçıların üstlerinde birer sarı muşamba, ayaklarında kauçuk çizme vardı. Herkes kendi işini biliyordu. Ağ meydana çikinciya kadar, hep birlikte urgan çekiyorlar; içlerinde yaşlıcı olanlar, yani balıkçı ustaları,da ayni işi yapıyorlar; yalnız « Yallah » ahengini idare ediyorlardı Bu ağır ve sıkıcı iş, günde birkaç defn saatlerce, fakat birlik ve neşe sayesinde bıktırmadan görülü- yordu. z Lâkin şu manzara bana o kadar yüksek görün- dü ve balıkçıların ahenk ve tesanüdü okadar zevkime gitti ki heyecana geldim. Bu naçiz ve aciz gördü- gümüz işçiler benim gözümde her hangi bir asilden çok daha kiymetli bir yer tu Düşündüm: çalışma, didinme hayatı bu kadar zevkli, kıymetli, yükseltici ve heyecan verici olduğu halde şairlerimiz, romanclarımız niçin bu temiz ve yüksek hayatı duyup söyliyemiyorlar ? İnsanlığa bir faide, bir menfaat veren her söz, nekadar küçük olursa olsun kıymetsiz değildir. Hele böyle bin bir mahrumiyete katlanarak, bedeninin kuvvetini ve zekâsının kudretini meçhul beni nevinin fayda ve zevkine feda eden işçiler, ne ulvi mevzular teşkil ederler. Şu satırları büyük bir mürettiphanenin bir köşe- sinde yazıyorum. Başlar kasalara iğilmiş, eller müte- vora vora Ağı madiyen gözlere gidip geliyor. Kasadan kasaya gidip gelenlerin intizamsız ayak sesleri arasında tek keli- meli bir sual ve cevap. Uzun ince, ve yorucu bir iş.. Derin ve hürmet veren bir süküt. Ben bu işliyen süküt içinde heyecanlanan kalbi- min çarpıntılarını dinliyerek bu satırları yazıyorum. Bu sessiz işçiler, bize irfan nuru sunan kitapları» mızı diziyorlar. Biz, yazati ve dizenler için ne meşak- kat, ne çalışma gayreti sarfedildiğini bilmeden, koltuk- larımızın uzerine uzanmış 6 kitapları okuyoruz. İşte o balıkçılarla"'bu mürettipler, ve daha böyle yüzlerce ve binlerce iş yapanlar, işlerken öyle insani bir yüksekliğe varıyorlar ki onları bu pürşiir vaziyette görüp de heyecanlanmamak imkânsızdır. Böyle insani mevzuları bırakıp da salon aşklarile aile dedikodularını, sinir hastalarını roman ve şiire mevzu edinmenin, hele bu asırda, manasını anlamı- yorum. Yaratılmış eserler, yaratıcı vakıalardan ilham alan- lardır. İş yaradıcıdır, hangi esere mevzu olursa o eser, bu yaratma mahsulü olur. Kâzım Nami