5 Aralık 1929 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11

5 Aralık 1929 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

N.o 1738—33 kendi kendime düşündüm; halk kaygusu çeker Uy- gur büğü a (| BUKU han ilinde doğdum. Öz uygur dili süğledin Böyle dirlik işitmedim. Bu ya: sayı, yusunu (2) kimler kurdular, gidipte göreyim, de- dim. Dağlar, dereler aştım. Birçok yollar dolaştım. Yaylalara doğru indim. Ensürü denilen yerde bir kaya var. Eski Türk kağanlarının dağlardaki yüce duraklarına benziyor. Meğer bayram günü imiş. Herkes akın akın o tarafa doğru gider, Eteklerimi çemredim. Ellerin ardına düştüm, Kayanın önüne vardım. Ağaçlar içinde gü- zel bir konağın gölgeleri kumların üstüne vurmuş:«Bura sı neresi?» dedim.Kapıda bekliyen yağız türkler: «Sev- gili büyük kurtaranın yurdudur. Ciharlar ünü ile dolu. Sen duymadın mı?» dediler. Tarf edin, kıtırda (yanında, nezdinde) yanılmayım. O nasıl kişidiri> de- dim, «Altın saçlı birt ak bayramını kutlular, Git te kurtaran elini öp!» dediler, «Daha genç çağında mıdır? Anası sağ mr dır?» dedim, «Evet, Millet anasıdır. O da konukları- nı (misafirlerini) ağırlar. Elini öp. Dileğin millet için- se korkusuz söyle.» dediler. Ağaçlar altından geçtim. Binanın içine girdim. Bak- tım, siyah sedir önünde ayağa kalkmış bir yiğit, bir kızıl toğan duruyor. Bana elini uzattı. Aldım, öptüm. Yer gösterdi, oturdnm. Etrafında olanlarla, aziz şeyler konuşurdu. Ona baktıkça ruhumun yükseldiğini duyu- yordum. Bir kanadım sevgi idi, bir kanadım saygı idi. Sabah güneşi dağların yalçın kayalarına vurduğu, şimşek gümüş kırbacını akşamın ilk karanlığı üze- rinde gezdirdiği, kartallar yüksek yarlardan süzüldü- ğü, kahramanlar gülümsediği zaman gönüllerde gizli bir mabet kapısı acılır. Okşamamak ve esirgenmeği bilmiyen, korkunç güzelliklerin verdiği bir itaatle iği- lir, Türk kurtarıcısı söylerken sesinin akislerini o mâ- bedin derinliklerinden işittim. Yanından ayrıldığım zaman güzel bakışının oku gönlümde saplı kaldı. Kendisinden sonra kutlu anasını görecektim . Beni yanına aldılar. Baş kesip, önünde durup, dedim ki: — Ben bir tarih yoleusuyum; Buku Han elinden geldim. Şark'ta her ana bir oymak, bir hanedan Göğemküsinei Sende bir millet doğmuştur. Türkler bugün Altın hanın, Cengiz uğurunun, Ertuğrulun kulu değil, kendi adı, kendi benliğile yaşar bir milk lettir O, gök türklerden sonra kendine ilk defa Türk budunu, Türk halkl adını verdi. Bütün Şark'ın hanlar doğuran anaları kutlu millet tacını sana ver- seler gerektir. Kabul eder, giyer misin? Milletin anası güldü; — Burada ayak üzeri durulmaz. Bizim türemizde tapuğ yoktur. Oturda söyliyeyim. Dedi. Sedir üstüne oturdum. Milletin bahtlı anası tekrar gülerek dedi ki: — Konuk sözü reddedilmez. Fakat bizler taç giy- meyiz. O tacın zümrütlerini getir de halkımiza, milletimize verelim. Devlet onundur. Taç onundur. Ululuk, varlık onundur. Tata Tungu sustu, Sultanlar yeniden çığrıştılar: — Türk milletinin doğduğu yerde kutlu Türk Anasına alkış ve rahmetler olsun. Taç birimizin değil, Şark'ta ilk kendini bulan Türk milletinin hakkıdır! Samih Rifat gandır. İçeride hep gelenlerin nema ayammmm (1) Büğü-Uygurca; edip, hakim. (9) Yusun-Âdet, nizam, tabiat. UYANIŞ Bizim kahve Kapısından. girince, Bir sis tabakası gibi cigara dumanları Hücum eder içeriden dışam Arkasından müthiş bir koku, Bir ölüm oku Sinsiliğiyle saplanır ciğerlerinize Bir uyuşukluk çöker sonra her yeriniz e, İster istemez sizi bir merak sarar: Evveli Vermemiş bile olsamız karar, Simdi muhakkak otuyacaksımz; Bir masanın etrafında siz de bir meclis kuracaksınız; Çünkü, ne diyelim, bu bir iptilâ... Burası bizim kahve! Her zaman seve seve Buraya koşar geliriz; Halbuki siz, Ayda yylda bir defa uğramışsımz çok mu? Bir gün olsun aramızda yaşamak abınızda yok mu? Kahve bizim, biz kahvenin... Siz de azçok bizdensiniz; Ve biz, Daha ziyade ısınmak iki uz size; Dostluğumuza güveniy Sokulun içimize, Kahvemiz, başlıbaşına bir âlem... En kuvvetli bir kalem edemez v bu âlemi tasvir... Kahve ie e kap devi Nesliyle d K e ön bulünde birleşir birkaç devrin girift yolu ! Kapısından girince, Bir sis tabakası gibi cigara dumanları Hücum ederken içeriden dışarı, Korkmayın bir tehlike var diye : Bu dumanları ekmek gibi yiye yiye Ömür sürenler var, belki yarım asır... Şimdi, onların ciğerleri öyle tulmuşlur ki nasır, İşliyemez güneşin ziyası hile Bu dar hakikatin verdiği ilim ma Düşüneceğimiz tehlike arık ne badi boş! Çekilmeyin geri geri; Haydi, girin içeri ; Bizimle beraber siz de olun bir parça sarhoş! İstanbul: 9-10/10/1929 Muharrem Zeki

Bu sayıdan diğer sayfalar: