No. 1732— 47 allı adam için ataleti mutlaka dar görüşlü 2 ai yegâne formülü idi. Ayağa kalktı; uzun ve kanuni istillahlarla dolu bir nutuktan sonra Sözlerini şöyle bitirdi: Mücrüm olduğunu itiraf eden Hilmi efendinin bu vak'anın faili yeğânesi olduğuna müteaddit delâ- il de mevcuttur. Binaen'aleyh kendisinin müebbeden hapsini talep ederim. Yavaşca yerine oturdu. Salonda dolaşan bir sinek vızıltısından başka bir ses yoktu. Muallimin yüzü eski şetaretini elan muhafaza edi- yordu; yalnız biraz ciddileşmisti, gülmüyordu. Hilmi ef. müdafaanızı dinliyoruz. O pek alelâde birşey yapıyormuş gibi ayağı kalktı; ellerini önündeki masaya dayadı; meçhul bir noktaya uzun uzun baktıktan sonra; — Ben, dedi, sonuna kadar süküt etmeğe karar vermiştim, fakat fena zanlar altında kalmak bana çok tesir etti. Herşeyi olduğu gibi anlatacağım. Bun- ları bir müdafaa diye söylemiyeceğim; çünkü biliyo- rum ki beni kurtarmıycak. Evet İsmail ağayı ben öldürdüm. Daha açık ma- nasiyle söyliyeyim, onu gayeye kurban ettim. Ben mektepten çıkarken memleketimde irfanın terakkisine, cehaletin mahvına pimi yemin etmiş ve bunu bir gaye itithaz ekbieniz yaşlı gözlerini beyaz mendille sildi 3iraz durdu, ve gülümsiyerek devam etti. — Vak'anın tafsilâtını biliyorsunuz. Aleyhimde en büyük delil olarak gösterilen kahvedeki ağız müna- kaşasından anlamıştım ki yarın iki köy arasında bir boğuşma olacak; geneler ölecek, kanlar akacaktır... Buna mani olmak imkânsızdı, çünkü İsmail ağa gençlerin kabadayılık damarlarını kabartmış, onları bu lüzumsuz kavgaya teşvik etmisti. Ancak bir çare vardı. İsmail ağa ile anlaşmak. Bunun pek kolay ol mıyacağını biliyordum. o Geceyarısından sonra taban- camı cebime koydum; atıma bindim. İsmail ağanın evine geldim. Kapı çabuk açıldı. Muhter olduğu için böyle geceleri kapısı o çalınabilirdi. Beni büyük bir hayretle karşıladı. Yukarı misafir odasına çıktık. Wikrimi açıkça kendisine anlattım; gençleri teşvikten feragat etmesini rica ettim, yalvardım. Bu ini içi ve menfaatperest adamın tek bir cevabı vardı:— olamaz. Sakin bir hareketle cebimden tabancamı çıkardım. Eğer muvafakat etmezse kendisini öldüreceğimi söy- ledim. Güldü sana bak, dedi, senin gibi dinsizlerin yapaca- ğı iş değildir o. İnsafedin, Reis Bey, ben memleket için iki kur- şun yarası almış bir adamdım. Bu ağır tahkir beni ta canevimden vurdu. Ona son bir defa rica ettim, cevap yerine tabancasina asılmak istedi. Ve.... ara- mızdan kayboldu, Reis Bey. Şimdi ben kararınıza muntazırım . ey'eti çok vakurane selâmladıktan sonra oturdu. Terini sildi; üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi şen ve rahattı. Hey'eti hâkime müzakere odasında belki bir saat kaldı. Maznun vicdanen beraat kazanmış, fakat ka- nunen mahküm olmuştu. Karar şöyle bitiyordu: <lsbabı muhaffifenin vücudüne mebni bilmüzake- re on sene ağır hapsine karar verildi.» Birşey olmamış gibi samiinin yaşlı gözleriyle akip edilerek iki jandarmanm arasında bir heykel soğukluğuyla, cesur ve ge niş alnı yukarıda, çıkıp gitti. Senelerin söndüremediği iki köy arasındadi kini asil bir hareketle bu necip idealist insan müebbeden yok etmişti. Delikanlılar kurtuldu. O seneki mahsul çok güzel oldu. Fakat taş bir höcrede günlerini saymağa başlıyan bir hayat mânen öldü. JC asan C R efi Kk 10/10/9429 Maltepe UYANIŞ BARBARLAR Hasan Refik'e Korkunç bir dağ yolunda çınlıyor nal sesleri, Atların kesilse de soluyan nefesleri Çıkacaklar mutlaka yukardaki saraya O sarayda gizlidir melek yüzlü bir güzel, Onu kaçıracaklar gece baskın yaparak. İki yanda ağaçlar, simsiyah birer heykel, Yerlere kapanıyor barbarlara taparak. Uçurumlar dönerken, atların pençe pençe Mahmuzlarla yırtılan böğründen kan akıyor. Vadileri, dağları korku almış bu gece; Yıldızlar, ta yukardan, ürpererek bakıyor, Kari! bu atlıları sen de tanıyacaksın, Çünkü damarlarında ecdadının kanı var, Ne bakir koncalara korkmasan kıyacaksın, Hepimize hakimdir çünkü ayni arzular, Asırlardır ayni dağ başında ayni saray, Hırsımız şahlanıyor ayni melek yüzlüye. azan karanlıkları parlatırsa beyaz ay, Işıkla süslüyoruz şehveti şiir diye! 6 /10/29 Halit Fahri Dağ başında akşam Akşamın hüznü cöklü, gün batarken dağlara , Seomadan yağmur gibi pembe bir sis iniyor Bulutların renginden pembeleşen. dağlara... Ufukları kaplıyan kıpkızıl alevlerden, Güneş, yüksek bir tepe ardında gizleniyor; Ufukları kaplıyan kıpkızıl alevlerden... Bulutlar tutuşarak, birer birer yanıyor. Mukaddes kitapların cehennem efsanesi Renkli bir tablo gibi ufukta canlanıyor. Ührevi bir süküt var, kararan vadilerde, Ne uluyan bir hayvan, ne de bir insan 8 si, Ne rüzgâr uğultusu yükselir perde perde.. Ziya İhsan