Tekrar üzerine “Aceba bu mevzuu şimdiye ka- lar hiç bir yazımda harcamamış © mıydım?,, Uzun zaman gazete ya- © ğını yazıp da bu endişeyi duyma» mış muharrir zannederim ki yok denecek kadar azdır. Tekrardan korkmak gayet “tabiidir; çünkü tekrar bir muharririn en çok de- -ğer verdiği, yani kendisini dikkat- İe takib eden karilerini kaybetme- - sine sebeb olur. Benim yazımı bir gün tesadüfen, vapurda veya bir ekleme odasında yapacak başka bir işi olmadığı için okuyan ka- ri, adımı ounutacak ve bir daha benim yazılarımı aramıyacaksa, beni nasıl alâkadar edebilir? Za- ten öyle geçici | karilerin hiç bir muharriri anlamalarma imkân yoktur; çünkü her yazı, aynı ka- lemden çıkmaz daha önceki yazı- ların ister istemez bir devamıdır. manasmı otamamlarve kendi manası, o mevzuu da ancak ları biraz olsun hatırlamamızla aamamile aydınlanır. Devamlı karilere ise, ikide bir iyni mevzuları görmekten usanç . Devamlı dedim, bizi seven, dü üklerimizi paylaşan deme- dim. Çünkü onlar, kendileri için de değerli ve doğru olan bir fikrin her fırsatta ileri sürüklenmesinde- ki lüzumu takdir ederler. Bunun İçin muharririn O karilerine karşı birtakım vazifeleri ( olduğu gibi karilerin de muharrirlere karşı va- zifeleri vardır denilebilir. Bunla- cın başlıcalarından biri müsamaha değil, onun bazı noktalar üzerin- de durmasma, kendilerini biraz sıkmasına müsaade etmektir. (Ka- riin yine ( başlıca vazifelerinden biri de, muharririn (bir söylediği ile başka bir (e söylediği arasında tezad olduğunu söylemeden önce, rılamıyacağımı iyice tetkik etmek- tir. Vauvenargues: “Pek az şeyi biribiri ile uzlaştırabilmeniz (con- cilier), görüşümüzün pek derin olmamasından,, der) (1) Bir o muharrirden daima yeni sözler, yeni mevzular o beklemek onu ister istemez sathi olmağa dar vet etmek demektir. o Çü rinde uzun uzun, iyice d ğümüz mevzular, benimsedi ği fikirler bizi - elbette ki hemen bı- rakmaz. Bırakırlarsa onları iddia ettiğimiz kadar benimsememişiz, üzerlerinde cidden çok dü mişiz demektir. Bunun dir muharririn ikide bir aynı mev. ua dönmesi dalma (fikirlerinin azlığını, hayalinin darlığını değil, bazan da tersine olarak firikleri nin bolluğunu değilse de sağlam- lığını, hayalinin genişliğini değil- se de derin! i gösterir. Çünkü — birkaç yıl önce çıkmış bir ya- usını sadece adını değiştirip tek- var sürmeğe kalkışan garib ve ni- hayet acınacak kimseler müstes- sa — bir mevzudan yeniden söz a- şan bir muharririn onu biraz dı ha zenginleştirir, ona ilk bahsetti- ği şündenberi geçen tecrübelerini de katar. Onları ni bazı mevzuları kendilerinde ya- şatmıyan, onlar hakkındaki ka- maatini artık tekâmülünü bitirmiş bir şey gibi ta: Nazmi cevap vermedi. Çek def- te.inden bir yaprak kopardı ve a- cele acele 270 liralık bir çek doldu- rup EE şte size üç aylığınızı veriyo- rum. İmtihanda kazandığınız e. rudur. Bu elen hanımların i- çinde en iyi imlâsı olan ve daktilo. Yu en iyi kullanan sizsiniz, Fakat arkadaşımla aramda bir mukave. lem vardır. İkimiz . birleşmezsek müesseseye memur tayin oluna- maz, Kadın çekteki rakamı okuyunca tek kelime söylemedi. çıkıp gitti. Bunu gören Tahsin candân ve yü- rekten bir “ooh!,, çekti, Birkaç dı kika sonra yazıhane gene tabii a- hengini almış bulunuyordu, Vakitsiz kocamalar “Avrüpala hiç bir yap yoktur hi, o yapta tabirleri hocanaş bayalberk: lar. Bizde ise, vakitsiz kocamalar, gün günden çoğalıyor. e Geçimde düzensizlik; çalışma, uyuma, eğ- lenme saatlerinin biribirini tutma- ması, gençlik yıllarının gelişi gü- sek, se gibi ile “koca- ma,, erkence sırtımıza biniyor. Kocalık, onaylandığı gün gelir, derler. Bu söz, çok doğrudur. İ- çimizde kırkına girmeden kocalı- ğı onaylayanları o görüyoruz. Bu vakitsiz kocalığı, len at- aşkın insanlar tenis oynar, ata bi- ner, uzun kır gezintilerine çıkar. ise, otuzuna © varmadan, göbek bağlıyoruz. Ölünceye kadar genç kalabilmenin inceliğini elde etmek için, azacık silkinmek, dü- nün adamı değil, bugünün adamı gibi yaşamak, yetecektir. Salâhaddin GÜNGÖR — mir mama Istanbul icra memurluğundan : Haciz altına alınır paraya çev. rilmesine karar verilen 13 adet hızır markalı yangın söndürme âletine müte- allik eşya 13-4-935 Cumartesi günü 13 den sonra Istanbul sandal bedestanında ikinci açık arttırma ile satışa | çıkarıla cağından talip olanların mahallinde ha- zır bulunacak memuruna müracaatları ilân olunur. 10157 Istanbul 7 nci icra memurluğundan: Mahcuz olup paraya çevrilmesine kar rar verilen 1 adet boya motörü 7-4-935 tarihine müsadil pazar günü saat 10 dan itibaren birinci açık art tırma suretile satılacağından talip olan- ların Yenikapı Değirmen sokak 4446 No. lu hane içinde hazır bulunacak me muruna müracaatları ifân olunur. makinesi ve harrirlere gelince bunların sözleri daima cansızdır; birer gramofon plâkı gibi konuşurl: İedikleri çoğu kendi ğildir, başkalarından “alıp da ta- mamile benimsedikleri de değildir; sadece ezberlenmiş, başkaları ta- rafından hoş görüldüğü için ileri sürülen sözlerdir. Böyle muharrir- lerin yazılarını ilk görüşte ve ol- duğunu anlamayıp ta takib edecek kadar sezgi yoksulu kariler, ayni fikirleri hergün ayni şekilde oku- malarına hiç bir mahzur olmıyan kimselerdir. Fikirlerini içlerinde yaşatan, onlarla (yaşıyan, onları hergünkü tecrübelerine karıştırıp tekâmül ettiren muharrirlere ge- lince, bunlar daima ayni mevzu- dan bahsetse bile yine ona bir ye- nilik, kem de ilk bakışta göze atıl- mıyacağı için daha gerçek bir ye- rülik katarlar. Bugün pek sevdiğim bir mevzu- dan bahsedecektim; O fakat mu- kaddimesine takılıp kaldım. Bir daha sefer onu doğrudan doğruya açarım. Nurullah ATAÇ olmadığı için aslını C'cst faute de pönö- concilions si peu de (1) Tercüme da yazıyorum: tration güenous .choses Mi Nazmi Sota aral bir haftadanberi ya- ğan sürekli karm altında titrerken Beyoğlu sokaklara ışık fışkırtan lokantalarda kızışarak eğleniyor- du. Birinci sınıf çalgılı lokantalar- > birinde geceyi nasıl geçirece- ilmiyen Nazmi, bir saatten- beri boş duran rakı kadehini dol- durmağa hazırlanıyordu ki gözü, lokantaya giren üç kadınla bir er- keğe, daha doğrusu üç kadından Hi takıldı. Bu yeşil gözlü (B.R.) idi Kürklü matnosuna bir tekir kedi gibi bürünmüştü. Zeki bakışlariy- le etrafı yıkayarak (geçti. Erkek Nazmiyi tanımıştı: Selâmlamışlar. Nazmi arkalarmdan bakakalmış. saya DSA ER Vartan... Matbuatın emektarlarından Var. tanın ölüm haberi, kendisini tanı- yanları çok müteessir etti, Vartan neşeli bir insandı. Haya- te olduğu gibi kabul ederdi. Büyük ihtirasları yoktu. Ondan dolayı da, yaşadığı yilddetye gölgede kalmış- tı. Kendisinden bahsettirmekten hoşlanmıyan e sevimli ihtiyara bir gün, Ankara caddesini çıkar. ken sormuşlardı: — Vartan! Maşallahın var! ih- tiyarlamıyorsun! Vartan, gözlüğünü karak, cevap vermişti: — Oğlum... sen ne söylüyorsun! Yaşamıyoraz ki ihtiyarlıyalım! Gene bir gün Vartana: — Kaç — yaşındasın? diye sor- muşlardı. Vartan bir müddet dü- şündükten sonra: — Hesabını ben tırtmısorum ki bileyim... dedi. Ya kim tutuyor? Güldü: — Hesabında hiç yanılmıyan bir kâtip vardır. | Adına Azrail derler. Herkesinki gibi benim de hesabımı o tatar! Zavallı Vartan.. . altından ba- Kulakmisafiri Öz Türkçe ile e - Biimecemiz Osmanlıca karşılıklarını yazdığ wer keli © maz MA Timizim boş ha limizi keserek (Milliyet bilmece e kur'a çekiyor ve kazananlara hediyeler ve « pil MlAli Beli e dardır. Yeni bilmecamiz 12345 6789101) SOLDAN SAĞA 1 — Suml 5. Ekilecek yer & 2 — Ever 2. Nota 2. 3 — Bir yark vilâyetimiz 3, Bayar 8. Kir. öö. 2. 4 — Valde 3. Çalgı 3. Sonuna bir (a) ko yarsanız yağ tavasına düyer 2; $ — Nota 2, Genişlik 2. 6 — Çıngırak 3. 7 — Kitap 5, Bir kömür cinsi 3. içindeki 4 Kuş yemi 4 9 — Trnbronlu 3. Bir kumaş cinsi & 10 — Geniş değil 3. 11 — Alaş & Lezzek 3. YUKARDAN AŞAGI 3 — Bir meyve 3 Çabuk 4 — Tazyik görmüş 4. Nota 2. 5 — Millet & Sanuma bir -i- denizde Bir Biman 5. 2. Dem 3, — Ulan, kıyamet kopmaz a be.. yanlarma gider, otururum. Bu ne gevşeklik bendeki de... aylardan- beri bir köy gelini utangaçlığı için- deyim, Ve kadehini doldurmaktan vaz- geçti. Onların gittikleri tarafa doğ- ru yürüdü. Birkaç adım ötede sa- lon darlaşıyor, iki ayak merdiven indikten sonra, gene genişliyordu. (B.R.) le arkadaşlarının bu geniş kısımda yuvarlak bir masa baş da oturduklarını gördü. Merdive- ni inerken arkasından çağgıldığını duydu: — Beyefendi. Bir garson kulağmı buğulandı- ran bir fısıltı ile; ,— Sizi'bir hanım istiyor. — de- Garsonun göstermesine lüzum | kalmamıştı. Vestiyerdeki palto ve kürk yığınları arasında saklanmış gibi duran kadını — görmüştü. Bu Tahsinin istemediği daktilo idi ve derhal yanına geldi: — Ne istiyorsunuz efendim? — Sizinle biraz konuşacağım.. — Şimdi vaktim yok..Arkadaş- larım bekliyor. İ öğle yemeğinde kayarsanız Muhsin iki bıçakta m iki- ye böldü. Tadı ucundan bir zü buruştu: — ÖF, dedi, halis kabak! Karısı Müzeyyen durakladı, ağ- lamaklı bir yüzle: — Şu kavundan da hiç şansı- mız yok, dedi, ne yapacağımı val- lahi şaşırdım. Muhsin önündeki o kavunu itti, Sert bir sesle: — Götür bunu © mutpağa alla- sen! dedi, ömrümde şu evde bir tatlı kavun yemiyecek miyim? Kadının gözleri yaşlanmıştı. Bir haftadanberi üç ( defadır ki ayni sahne tekerrür ediyordu. Muhsin kavuna bayılırdı. Her mutlaka kavun bulunsun isterdi. Kendisi dairede dilim kesti. Yü- ni bu iş te öyle ( ehemmyets'z iş- | lerden değildi. Müzeyyen hergün öğleden evvel köşedeki manava gider, sergiye istifli (o kavunlara şöyle bir göz atardı. İşte facia da o zaman başlırdı. Hangisini seç- meli? Müzeyyen o ozaman kocasının kavun hakkındaki tavsiyelerini düşünürdü. Ele alıp tarttın mı, a- ğırca olmalı, hafif kokusu olmalı, olgunca olmalı vesaire vesaire.. Müzeyyen kavunu © eline alır, tartar, kokar, olgunluğuna bakar- dı. Belki bu yoksa ötekini mi alsam? bu uzun tereddütler için- de kavuncu 'aladma yetişir, e- linde bir kavunu havaya hop hop iki üç defa atıp tuttuktan sonra: — Hanım, derdi, Obunualın, beni dinleyin de bunu alın. Müzeyyen, manavın (bilgisine güvenerek kavunu alırdı. İki saat sonra da evde gene ayni sal — Kavun mu bu be? Halis e bak! Müzeyyen baktı ki olmıyacak, ümitsizliğin ve yesinin içinde bu işe bir çare düşündü. Manav yakışıklı bir Anadolu w- , Müzeyyen de gençti, gü- i. Ertesi gün tekrar kavun al- mağa geldiği zaman, manava gü- Tümsedi, gözlerini süzdü, sesine mânâlı ihtizazlar vererek işvelene işvelene: — Kuzum, dedi, bana şuradan iyi bir kavun seçer misin? Delikanlı kadına daha dikkatle baktı. Bu iri siyah gözlerde bir mükâfat vadi sezer gibi old hal Bavsaiiei en raflara | İ rum, diyordu. Yazık değil mi Muh- rek, uzattı: — Buyurun hanım hanımcığım, dedi, bu kavunu âfiyetle. bir ye- yin de görün. Mal veriyorum mal, O gün öğle yemeğinden sonra Muhsin kavuna bayılmıştı: — Müzeyyen, dedi, işte ömrüm- pe ilk defa iyi bir kavun alabil. in , Artık müteakip (o günlerde Mü- zeyyenin sihirli o gülümsemeleri, kırıtmaları ve sevdalı bakışları sa- yesinde Muhsin sofrasında kavun- larmen enfeslerihi buluyordu. Fakat bir gün karşıdaki bakkal kadın Madam Zarohi, bu hergün epeyce uzun süren kavun alış veri- şine başka mânâlar vermişti. Mü- zeyyenin işveli tavırlarına dikkat ettikçe de biç şüphesi kalımamış- ti, Mahalledeki bir apartımanda o- turdukları için Müzeyyeni ve ko- .casını tanırdı, Bir gün duramadı, im kapıcısının karısına an- attı: Gözlerimle hergün görüyo- sin beye? Sabahtan akşama kadar bu karı için çalışıyor. Mahallemi- zin namusu iki para olacak. Dedikodu b: etle ağızdan a- ğıza almış, yürümüştü, Hele kapı- İ canın karısının gözlerine uyku gir- miyordu. Karı bir sabah karar ver- di Muhsin daireye giderken önü- ne çıktı ve hâdiseyi (o anlattıktan sonra! — Neme lâzim, dedi, ben söyli- yeyim de günah benden gitsin. Muhsin sapsarı kesilmişti. Fa- kat heyecanını belli emedi. Sonra işittiği sözlere pek inanamıyor. du. Bir defada o kendisi bu işle meşgul olmağa karar verdi. O gün daireden erkenden çıktı, Karısı- nın manava uğradığı saati bildiği için, civarda bir yerden tarassuda başladı. Müzeyyen hergünkü gibi kavun almağa gelince, Boynunu uzattı, gözlerini dört açtı. Sahi... Kapıcı kadın yalan söylemiyor. Karısı de- likanlı manavla öyle işveleşiyor, öyle cilveleşiyordu ki, gözlerine i- nanamadı. Öğle yemeğinde ber mutat sofra- ya kavun selmişti. Son günlerde olduğu g hep enfes kavunlar- dan... Muhsin bir parça alınca yü- zünü buruştur. Müzeyyen korka- korka sordu: — Ne o Muhsin fena kavun mu? ÖF, berbat! Acı bu kavun acı! Gene önündeki tâbağ; — Ben sana söyleyeyim mi? bir P . . İ a Ittihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Hevik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Unyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon : — Ama bir dakika... söyleyiniz bakalım. — Burada ayakta olur mu efen- dim? Gelen geçen £ var. Şurada oturuverelim işte. Ve yeşil gözlü ile arkadaşları- nın yuvarlak masasma © karşıbir masa seçip oturdu. Nazmi de çare- siz yanına ilişivermişti; dişlerini gıcırdatarak ; — Haydi çabuk olunuz... ye homurdandı — Kadın şimdi, derhal başlarına dikilen garsonun uzattığı yemek listesini almıştı, kendisine bir çap- kınlık vermeğe çalışarak — Acelesi ne efendim? — de- di yavaş yava$.. Bu sırada yeşil gözlü ile göz gö- ze gelen Nazmi, heyecandan, ge- ne dili tutulmuşa dönmüştü. Yeşil gözlünün kaşları biraz çatılır gibi oldu. Sonra birdenbire kalktığını ve çantasını alıp arkadaşlarına — Haydi başka bir yere gidelim. — dediğini duydu — Yıldırımla vurulmuşa döndü... sersemledi. Acaba kendisile göz göze gelmiş olmak mı canını sık- mıştı? Utancmdan kulaklarına ka- dar kıpkırmızı kesilmişti. Yanın. —di- dan geçerlerken tekrar göz. göze, vel çalıştırınız... — di- rkadaşınızın beni İste- memesini neye hamledeceğimi bil- miyorum, Bu benim izzeti nefsime dokunuyor. Bir kadının onurunu için kırdınız. Beni müdafaa et- meniz lâzımdı. — Bir konsome, bir çulluk kı- zartması, kırlangıç tavası, yürek, ispanaklı biftek... Diye bir sürü yemekler ısmarlı- yordu. Artık kanı tepesine fırlamıştı. “Bu kadın amma da enai a mış ha!,, gibilerden ikide bir, hr alaylı, suratına bakan ve sonra kıs kıs gülerek elindeki küçük def- tere söylenilen yemekleri not eden garsona; — Bana bak... — dedi — bu ha- nımın istediklerini ver. Al şunu da. Ve eline bir beş liralık sıkıştı. rıverdi. Sonra hiddetle, yerinden kalktı, karıya selâm'vermeden ve$- tiyere doğru yürüdü, paltosunu al- dı, çıktı, gitti. Aradan bir hafta geçti geçmedi. Bir gün... bir salı günü yazıhane de yemek yiyordu. Uşak, bir genç kendisine bir mektup ge- Locuğun Bugünkü program İSTANBUL: 17,30; inlelâp dersi: o Üniversiteden nasil - Manisa saylavı — Hikmet, 18,30: Jimnastik - Bayan Azâde Tarcan, 18,50: Muhtelif plaklar, 19,30: Haberler. 19,401 Spor Eşref Şefik. 20: Üniversite mamı- na e 20,30: Demircaz. 21,15. Son haberler. - Borsalar. 21 Bedriye Tüzün şan türkçe s5 caz ve tango orkestraları, ONE OYA 1724 m. opsralarından parçalar. yüzen. ZE Amini yay S2 Ky MOSKOVA, Günl öğ 1930: Sanfenik konser, 12; Ode musiki lim pr karmn bereden yen Er mke Duyumlar. 2150: 'AUST,, operası, EŞ. ist. 13 - 15 Gündüz plâk 3: 0s. ma, 2045: Radye case Yamalar Arruya is Sönler; 23,053 Duyumlar, 2350: Hafif musik. vanyalıları, adl ep programı 287 Bapumlar. BAD naklen Yugoslavya Avrupa konseri musikisi. a Gö Kis BELGRAD. 19,30: Şarkılar. 20: Reklâm va plâklar. Durumlar, 20:304 Ulusal yayım. 21: Kr mı, tarafından komser, 22,18: AV NAKLEDECEĞİ KONSER: Kral S5 Khx. BUDAPEŞTE, 580 m. 18510: Konsarvatuvardan makil. 1950: Çin- 20,30: Konferans. 23,10; Du- ROMA-NAPOLİ.BARI 18,10: Konser. — Sözler, duyumlar, plük. — Sözler. 22: Bir opera veya tiystrodam yal MİLANO, TORİNO, FLORANSA, Triye: maki. Çi 592 Kiy. VİYANA 507 m. 19,15; Halk şarkıları. 19,45: Du- yumlar, 19,55: Ulus duyumları. 20,05: Erkek korosu tarafmdan şen şarkılar, 20,45: Filme dair sözler, 21,10: Klâ- sik operet musikisi, 22,15: Büyük kon- ser. 23,10: Duyumlar. 23,20: Yeni ope ret musikisinin devamı. 24,10: Duyum- lar, 24,30: Dani musikisi, —— ——— ——— daha bu manavla alış veriş etme.. Sittin senedir o müşterisiyiz, hâlâ bize de mi kazık be zaten bu na- mussuz heriflerle alış veriş eden de kabahat.. Müzeyyen kocasının bu kadar suiniyeti karşısında boynunu bük- tü. Sesini çıkarmadı. Gözleri yaş- landı, Ertesi gün manavı değiştirmiş- ti. Fakat yeni dükkândan aldığı kavun, kabak mı kabak çıkmıştı. Öğle yemeğinden sonra, Muhsin, kavunu tattığı zaman opekenfes buldu: — İşte kavun dediğin böyle o- lur, dedi, ben sana bir şey söyli- ceyim mi? Sen bundan sonra ka- vunları hep bu manavdan al... SEM — Nerede mektup? — Efendim kendisi miş. — Söyle gelsin. On dört on beş yil iz $ın ve temiz giyinmi; tk bu. Zarfı tenbel tenbel yırt. Faz kat sen misin yırtan? Ağzındaki lokma, gırtlağından bir türlü geç- miyordu. Nasıl geçerdi ki zarftan çıkan mektupta şu dört satır yazı- yı getirecek- okumuştu: «Nazmi Şehap Beyefendiye» “Zevceniz Şakire hanımefendi- nin kumarda kaybettiği seksen li- Fiy aevceak <f'dim karı olan hürmetini ifade için, kendi terzi parasını bozarak ödemişti, Bu sek- sen liralık alacağımızm mektub vü muzu getiren çocuğa zatrâlil, rafından derhal ödeneceğini yoruz. Hürmetlerimizi kabul buyu- runuz Beyefendi.,, Mektubun altında şu iki imza vardı: “Galip, Refika.,, Korkunç bir suratla haykırdı: — Hangi kaltak yemiş bu haltı! Kimmiş bu Refikalar, Galibeler, Şakireler? Sonra sinirli sinirli, gevrek gevs rek güldü: