KRONİK İlim adamları Arasında Fransız akademisinde yeni âza kabulü merasimi, galiba dünyada yan, fileri bir ziyafettir. yor, fizik âlimi Duc de Brogi dö Eröy) kabul münasebetile bu ziyafet bir daha verilmiş, Bu seferki merasimin, başka seferlerde pek az görülen, bir hu- susiyeti de olmuş. Yeni âzayı karşıl cak olan Barthou, okuyacağı nutku ya- zıp hazırladıktan sonra, Marsilyada Yu- goslavya kralilç birlikte — öldürülmüştü. Önuün için, Barthou'nun nutkunu B. Pa- , Höologue okumuş. Fransız akndemisinden başka, dünya- nın her tarafında, şüphesiz, pek çok aka- demiler vardır. Fakat onların herbiri, il- min ayrı ayrı şubelerinden birine mahsus- ransız akademisi esasen Fransız korumak, Fransız dili için bir söz“ rlamak üzere kurulmuş olmakla ebrabor, bu akademiye dil mütehassısla- rından başka, memleketine herhangi bir türlü, büyük hizmetler yaparak yüksel- miş ağnmlar Ja âza olarak kabul edilir. İnstitüt'nün başka şubeleri olan ilimler, güzel sanatlar, siyasi ilimler ve tarih a- > kademilerinden mütehassıslar Fransız a- kademisine de girebilecekleri gibi, hiçbir akademiden olmayan büyük kumandan- lar, büyük devlet o adamları da Fransız akademisine ahnabilirler. Bu akademinin ünlü “özalarından biri olan Renan'ıu vaktile söylemiş oldız * gibi, Fransız a- kademisine girmek iç., herhangi'meslek- te olursa olsun, insanın kendisinde deha- dan bir parça bulunması yetişir. Oraya kabul merasiminin güzelliği de bundan geliyor. Başka © akademileri st- kan, ilme soğukluk v.ren, ifrat derecede ihüsasın orada gözedilmemesi nutukla- ra genişlik veriyor. Akademi her şeyden önce bir dil kurumu olduğundan, genişliğe en çok defa | dilce güzellik te katılınca, bem yeni gelen azan nutku, hem onu karşılayan eski âzanın nutku fileri bir ziyafet, hem do kaç asırdan beri işlenmiş olan Fransız dilinin, en güzel lerinden, birer parça oluyor. Bu akademiyi ötekilerden ayırd ettiren bir hususiyef te, yeni seçilen âzanın ka- bul edileceği gün, toplan , /lenme: tukları arasında bazan tenkitler, alaylar da bulunur. Bazan da eski âza yeni ve- leni hem sena eder, hem onunla alay eder. Meselâ Pasteur o Franmz akademisine resmen kabul edildiği gün onu karşılayan her biri dindarlık fikirlerile ne güzel alay etmiş - ti. Renan'ın papaslıkton gelmiş olduğu düşünülünce, onun bir ilim adamına din- lerde vadedilen şeylerin asılsız şeyler ol- duğ 'nu öğretmesi bir kat daha zarif gö- rünür, Böyle tenkitler, alaylar müstes- na, karşılayıcı âzanın nutku da en çok de- fa yeni gelen azayı sena etmektir. Bu sefer de öyle olmuş. Barthou, he- sapça en son eseri | olan, bu karşılaşma nutkunda fizik âlani, Duc de Broglie'in ilkin deniz zabitliğindeki hayatından bah- #ettikten sonra, fizik ilminde, sayısı dü- zünelere varan, fakat kendisinin anlama- dığını, akademinin sözlü; bile bulamadığını itiraf ettiği, keşiflerini anlatarak onu birçok sena etmiş. ii e akademisi ae bazı ler çalışmamal:la, bir kere oraya girip Su büyük şeref | kazandıktan sonra artık rahat ük başka bir şey düşün #memekle itham ederler. Ne kadar hak- sız fikir! Akademi âzası (olanlar oraya girdikten sonra, gerçekten, başka bir iş görmeseler bile, her defi şildiği vakit aralarından Birinin söyleme- ğe mecbur olduğu nutuk ne büyük zah- met, ne büyük manev: 'şkencedir. Yeni gelen âzanın eserlerini birer birer tekmil okumak, onun hususi hayatını öğ- haylıca vakit isterse de, vakit na- sıl bulunur. Fakat bir ilim adamın baş- ka bir ilim adamını yüzüne kargı sena et- meğe mecbur tutulması? İşte bu mecbu- riyet, âdeta, kaideye, & belki tabinte de mı ir bir şey, tam mânâsile manevi işkence. ü z debiyat adamların biribirlerini se- Ba ettikleri pek az, âdeta müstesna olarak Mk tefrika: 99 — Enfes! — dedi — Bir daha doldurun... p Telgrafhanenin içi, hiç te dışına Biseriyordu. Vi ir aksa- ray konağı gibi duran binanın i- Yine ye bile yoktu. İ- kinci kata bir dülger merdiveni ile ve güçlükle çıkabildiler. O zaman niçin çağırıldığını öğrendi: Şeker sandıklarından bu masa başında miyop gö bir adam oturuyor ve herkesi âdeta istintak ediyordu: -— Kimsiniz? nesiniz? nereye gi- diyorsunuz? maksadımız? babanı. zın adı? Sıra kendisine gelince; — Adım Nazmi Şehap — de- di — havadis gazetesi tarafından "Ankaraya gönderiliyorum. kısacası v MULİYET. PAZARTES! H e —— Öz dilimizle lar m5 | Her dileği gibi, bu di- leği de yerini bulacak Yurdun her yanında bir gün için- de biten saylav seçimi, yerli yaban- cıya, bizden olana, olmayana, bi- zi sevene, sevmeyene, bir kez daha | öğrettiki Türk; sırasında tek bir yü- rek gibi çarpmasını, tek bir el gibi uzanmasını, tek bir gövde gibi kı- mıldanmasını bilir, Acunun şurasında burasında; ver yer, styasal kasırgalar kopar, bucak bucak yurttaş kanları dö Türkiyede, amacını bilir, ülküsü: bağlı, bütün verimi ve bütün olgun- luğu ile eşsiz başkanının buyruğu altına girmiş, onun çizdiği yolun gidişine uymuş bir ulus, kulakları- nı yalana tıkayarak, gözlerini ken- İ di güneşine dikerek o büyük savaş | günlerinin duygusile, sarsılmaz bir varlık gösterdi. Atatürk, kendisine ve partisine karşı ulusun gösterdiği bu varlığı ve bu bağlılığı, yalnız “o,, nun olan kelimelerle anlattıktan sonra şöyle buyuruyor: “1935 seç'minin bittiği bu 8 Şu- bat akşamı, Türkiye iç ve dış alan- larda, bundan sonra da, karşılaşa- bileceğimiz türlü meseleler önünde, nasıl bir azim ve kuvvet manzarası nı göstereceğini bir daha acuna bil- dirmiş oldu. Öz dileğimiz yurdun yüceliği, yurttaşın genliğidir.,, üi adına and içeriz ki, ği gibi | budileğide yerini bulacaktır. Salâhaddin GUNGÖR ——— görüldüğünü herkes bilir. Fakat tabiati müşahade etmekten, gördükleri hâdisele- re göre kanunlar çı Başa, ön- ceden kendilerine mahsus fikirleri olma- yan ilim adamlarının da biribirlerini se- na etmeği sevmedikleri, bilmiyenler, belki, vardır. Halbuki onlar da pek çok defa, edebiyat ve sanat © adamları gibi, biribirlerini maine biribirterini sena etmekten hı Büyük fizyoloji alimi, hattâ bazıları- nım dediği gibi, fiziyoloji ilminin kendi. si olan Claude bir ari hasta- landığı vakit, Pasteur onun eserlerini tek yar okuyarak, bir gazetede onun hakkın- da uzun bir makale yazmış. Onu göklere çıkarır. Bir ilim adamının bir başka ilim adamını böyle gazetede sena etmesi her- kesi şaşırtır. Hattâ bir üçüncü bir ilim adamı Pasteur'e mahsus bir mektup ya- zar, ilim adamlarının biribirlerini çekiş, #irmeleri âdet olduğu halde, bir defa da böyle istisna gösterilmesinin pek ziyade boşa gittiğini bildirir. Pasteur'un makalesi için Claude Ber- nard da bir defa teşekkür eder, bununla kanmaz bir daha teşekkür mektubu ya- “zar, Artık bu iki ilim adamının biribirle- rini sonuna kadar tedir ettiklerini, bir daha biribirlerini çekişlirmediklerini sa- nacaksınız. Ne kadar yanlış! Claude Ber- nard öli bıraktığı o kâğıtlar arasında mühim lere notlar çıkar, Bunlar Pas rinin yanlış olduğunu isbat edeceğim! Diyor ve isbatları için tecrübe pro- paya dal asıl tuhaf ciheti, ru notları len üçüncü ve gene büyük bir ilim adamı olan Berthelot . dar bir gazetede meydana çıkarıveriyor. adamları arasındaki bu çekeme- ai i yalnız Fransaya mahsus sanma- malıdır. Almanyada da öyle: Berlin'de | ünlü Giziyoloji hocas; Dubais Raymand öldüğü vakit Tenadaki büyük hayvanat âlimi Haekel Diye sevinç gösterir. Onun için, Fransız akademisinde yeni | gelen ilim adamını yüzüne karşı sena et- eğe macbur ola aki zaya semak ik zumder. Mübilifi: - Nazmi Şahap mi? — Evet... Şaşı adam, kalemi elinden bıra- karak masa üstünde duran gözlüğü- nü aldı: — Acaba hangi Şehap beyin oğ- Vu olduğunuzu sorabilir miyim? — Evvelce tüccarlık yapardı. — Evet... ve Binbirdirekte otu- rurdu değil mi? — Tamam... demek kendisini ta- nıyorsunuz? — Tanımak ta lâf mı? ayol se- nin bü; anan benim © babamın | teyzesidir. Yani senin anan ile be- | nim babam kardeş © çocuklarıdır. Biz de kardeş çocuklarının çocuk- ları oluruz. Ke ankallı adam gene bir neşe- li kahtraha fırlattı: — Yani suyunun süyunur suyu... İnsan ölüm haberleri okuyaraknasıldirilir? Bizim arkadaşlardan biri gribe ttulmuştu. Bir hafta var ki, ev - den dışarı çıkamıyordu. Dün, ayas ğa kalkabilmiş, geldi. — Geçmiş olsun... dedik, nasıl kendini toplayabildin mi bari? üldü: — İlkin, kendimi bir türlü top- tayamıyordum. Bereket versin, ga- zetelerin etrafı siyah çerçeveli i- lân haberlerine... — Mutlaka, dedik, ilân sütun- larında bir grip ilâcına rastladın, hemen bir şişe aldırıp kullandın, hastalığın geçti. Başını salad. — Bilemediniz!.. — Peki sen söyle bakalım, bu gtrafı siyah çerçeveli ilân sütan - larında ne okudun? — Ne okuyacağım, ölüm haber- leri okudum.. o Hani şu müessif irtihal, Acıklı ölüm — başlıklarile gazetelerin şurasına burasına ser- pilen kara haberci yazılar yok ma, işte beni onlar kurtardı. «Filânin filâncası o fişmekân zat, bir haftadanberi duçar oldu- Zu grip hastalığının ihtilâtı neti - cesinde kurtulamıyarak...» Böyle bir kaç ilân okuduktan sonra; kendi kendime: Galiba, biz Ode yolcuyuz.. diye düşündüm. Oo Sonrada, (A- da...m sen de... ölüm öyle de var, böyle de... İyisi mi, bakkaldan el- li dirhemlik bir şişe | aldırıp son bir akşamcılık daha yapayım) de- im, Üst üste üç dört kadeh çekin. ce; kendime gelmeyim mi ? Tavsiye ederim, hastalanınca vefat haberlerini ihmal etmeden okuyunuz. Kulak Misafiri Müessif bir ölüm Istanbul ve İzmirin iyi tantamış a- vukatlarından Drsmalı Bay Nazif Sü. leymanın Odemişte vefat ettiği toossür- le öğrenilmiştir. Nazif Süleyman Arap ve Acem dil. leri ile bukuk muallimliklerinde | idari ve adli memurluklarla bidayet ve istinaf mahkemeleri reülerinde bulu diktan gazetesini nepreğen Nazif Süleymanın Taşoz adasını Mısır hidivliği pâmina idare ettiği zaman yaptırdığı hafriyat m kral Heralir'e ait bir döfiie- bir delilidir. Nazif Süleyman meşrutiyet için mücadele edenlerin ve Selânikte kurulmuş olan Makedonya Rizorta ma- son locasinın ilk kardeşlerindetidi. Te- pedelenli Ali Paşanın hafidi ve muhar- rir arkadaşımız Nizamettin Nazif ile Ensari Nazifin ve Saniye Nazifin baba- saydı, Arkadaşımızın büyük tecetürüne iş tirak ederiz, UBAT 1935 Çirkin kadın Meraklısı Bu sabah dostlardan Ferid o Raciye rastladım. O gün halinde bir başkalık var du. Kolum ve anlatmağa başladı: Bilirsin ya, benim de zayıf bir tara- farm vardır, dedi, kadınlara bayılırım. Al lah kadınları se: ler diye halk buyur. muştur. Biz kulları da bu emricelili yeri- ne getirmeğe çalışıyoruz. Sonra benim kadınlara karşı olan sevgimde derin bir hürmet vardır. Ne kadar iyi kalpli oldu- ğumu bilirsin. Bunu pansiyon oturduğum apartmanın madamı söyledi, aşağıdaki kapscısı da... Kadını seven ve iyi kalpli olan insan- lar, elbette bütün kadınların mes'ud ol- masını isterler. Halbuki arzumuz hilâfı. na etrafımızda bazan me bedbahtlarını görüyoruz. Güzelleri haydi neyse, genç- likleri, taravetleri, tazelikleri sayesinde mes'ud olmanın yolunu — bulabiliyor Ya çirkin kadınlar? Sen biran kendi girkin bir kadın yerine koy, seni sevmek şöyle dursun, senin kimse * yüzüne bak- Şi bir kadına rastgelsem, kendisine gizliden âşıkane bir nazar fırlatırım. Bunun birden tesirini görürüm. Çirkin kadın, bir erke- kin nazarı dikkatini celbettiğini anlayın» <a, sandetinden £ kabına sığamaz olur. Çirkin bir kadına iltifat etmek te parayla, pulla değil ya... Bu — kadınlar herhalde kendikendilerine şöyle düşünürler: — Hiç olmazsa ömrümde bir erkek bana bakmağa tenezzül © etti. Demek ki ben o Kadar çirkin kadın değil mişim. İşte ben onlara bu zevki tatlırıyorum. Gerçi pek Eflâtuni oluyor ama, o kadarı da iyidir. Ne demek istediğimi anlayor- sun değil mi? Ben çirkin kadınlara daha ziyade tramvaylarda şöyle uzaktan itibar ederim. Pek yaklaşmağa da gelmez. On- lar için bu kadarcık teselli kâfidir. Geçen gün gene Fatih - Harbiye tram- vayına atladım, Beyoğluna çıkıyordum. On sahanlıkta durmak © dalma hoşuma gider. Çünkü orada durmanın başka bir havası vardır. Ilk ön çift kanapelerin birinde kır saç- hı bir Bayin yanı başımda çirkinliğin can- Iı şaheseri bir kadın oturuyordu. Kadının üstelik gözleri de şaşıyordu. Yüzünde ve çeni kıllar vardı. Kafasının üs- “ine alelâcnip bir şapka oturtmuştu. De- dim ya, çirkinliği canlı bir şaheseri idi. indüm, nihayet o da kadındır, dedim. Başladım, tatlı tatlı göz süzmelere... Kadın gözle rine inanamadı. Acaba İp başka pa rici midir diye, hatâ başını çevirip kada hep erkeleler oturuyordu. Eh, bir cr kek te, velev uzaktan gözle de, erkekle. re korte etmez ya... Ben gene gözlerim. le bu iltifatımın kendisine aid olduğunu daha kuvvetle ihsas etmeğe çalışıyordum. iğile veni Mm o da bir hayli güçlükle çekip aldıktân © sonra, kemali hürmetle. Tatlı bakışlarım devam ediyordu ki, 'demindenberi gazetesine delme görünen kr açı bey, ardi yerinden doğ- ruldu: — Efendi, diye | beğırd Mülemi ek rlii ine ei KİN ie Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karşılıklarını yazdığımız kelime: lerin öz türkçe mekabillerini yazarak şeklimi- “Müdderi Buzün akyoma klar Yeni bilmecemiz 123456718 91011 Beyaz 2, Cesu Solâbet kesbetmek, tasallup etmiş 10, p 4, Akran, emanl 2, 8 — Uzak midas 2, Emaal, sevg 2, , deva 2, Dünya 4, edatı 2, Nüzemoet eden, naip 8, Çehre, tan biri 3, YUKARDAN AŞAĞI : 1 — Kıraat etmek 6 Akıl, zaman 2, 2 — Sersem 4, 3 — Seyran, telerrüç 7, sahife, ha 'mmaktan senir 2, Yemek 2, Bir er a 8 — Rabıt edatı 2, Ekmek salan 7, 9 — Ziraat 4, Yemek 2, 10 — Yama 2, Geniş 4, 1 — Ekül, şikemperver 4, Fül 2, Lâhim 2, Askeri tel Kadıköy askerlik şubesinden : Şube- miz kısa hizmet defterinin 267 sayısın. da yazılı 322 doğumlu Muşlu Rafeti Oz. Mahmut Cahidin ilindan 24 saat içinde şubemize hariçte ise bulunduğu asker- Hk şubesine müracaatla adresini ve meş- guliyyetinin bildirilmesi aksi takdirde kanun tatbik edilecektir. Fransız Tiyatrosunda Çarşamba gününden itibaren DELİ DOLU opereti oynayacaktır. ler — Nasıl hayır efendim, nasrl hayır! Ta Eminönündenberi karıma göz ediyor- sunuz. Utanmıyor musunuz? Öyle değil şimdiki acaip oldular, Ben de niçin bana bakıyor diye düşünüyordum. Gözlerini gözlerime meniz hayran hayran bakı- TV iyot vehamet kesbetçnişti. ilk istas Bugünkü progrâ” ISTANBUL: 18; Fransızca ders, 18,30: OP ile. 19,30: Haberler, 19,40: Lejer: Plik İle 21 : Sen 30: Bayan Bedriye Tezün. şa: caz ve tango orkesirasile birlikte 175 Kir. MOSKOVA, IT 11,15: Senfonik — konser, 15; SörİM” 19,30: e om İrili vie EZ KE iLk) 8 x o v A, ce 17: On sekizinci sara sid Frsasts 1820: Moskava operasında verilesei RE Sözler ner ale ön it. 2230: Spor. 231 Ri Kir. BUDA PEŞ TE, SÜ birliğile şarkalar. Wi Gzmdriz ons kisi. 05: Son tapa Yarınkı program ISTANBUL: 17,00; İnk dereleri, nie Son haberler. 18,30: Şehir tiy tistlerinden Bayan 5 Jaiha, şan, ile. 20: Maliye baknlığı namına Demircaz, 21: alımda Grani; yeti vilecek konserin maki. SELÂNİKLİ Dr. RİF# ÖLDÜ Elli yıldan fazla bir müddet, bilgisi... büyük deneme ve araştı ile doktorluk alanında yararlıkla” #4 termiş, binlerce yurtdaşın yaşa, sağlığını kurtarmış olan, kocam “Ğİ bamız 4 ç Selânikdi Dr. Rifat'ın tanrısına kavuştuğunu kendisini yanlara derin bir acı ile bildiri” 11.2.1986 bugünkü pazartesi görü on buçukta: Şişli, Haliskâr Gazi sinde Raifpaşa apartımanının 3 sından kalkacak olan © conazi lunmanızı dileriz. Melek © Cezmi | Şefik Bütün İstanbul balkına Müjdel... DI L N'in AŞKI * Nazarı dikkate! ,, di. Ankara gelenlerin kim oldukla- Tini sormuş, ve çekilen telgrafa ce- vap gelmediği için karasakallı ka- filenin daha ileriye geçmesine yade edemiyeceğini ininde ek İaamafih onlara geceyi geçirt- mek için çok çalışmıştı. lar doldurtmuş, peynir — tatlıları yap- tırmıştı, Yemekten sonra, yer yatak larma uzandıkları zaman ili ni tanıdığı akrabasına sordu; — Adınız nedir? — Peki... a Süleyman beybu kara sakallı buranın âmiri mi? — Evet bu havalinin kumanda- nıdır. — Münevver bir adama benzi- yor, — Zannederim... erkânıharptır. Yüzbaşı Salih Bey. Hiç işitmedin mi? Büyük işler görmüştür doğru- su. Yorgunluk, bol bulunduğu için endazesiz içilen sütler, - ayranlar, kaşık kaşık yenilen yoğurtlar hep- sinin uykusunu getirmişti. Yeni kar şılaşan iki akraba daha fazla konu şamadılar. Kapının yanında ya- nan isli bir beziryağ kandilinin ka- ranlığını gideremediği odada zaten kk e Ertesi sabah, kafilenin yoluna e de- ağ en iz vd dağ a aştığı şaşı bası da buradan kafileye katılmış- tu, Keçilerini A ari sürü” yüp getiren r bri kuruş vererek birer maşraba süd iç- tikten sonra, erkenden otlamağa çi- karılan ineklerin ötede beride du- manları tüten pisliklerine basmama ğa dikkat ederek, Kuşçalıdan uzak ir, Köyün mezarlığı yanında kafile- Yi oğurlarken karasakallı tesadüfen söylüyormuş gibi; yavaşça; — Nazmi Bey... — dedi — dağ- başında akrabalardan da çekinme- İidir. Sonra bu sözüm kulağınızda küpe olsun... Unutmayınız... bu de- virde her koyun kendi bacağından asılır... haydi uğurlar olsun... Anadolu... Artık köylerden kazalara, nahi- yelerden, büyük merkezlere, sonra gene köylere, ulaşıyorlardı. Bazan yollarda eşkıya olduğunu söylüyor- lardı. O zaman hışırdayan ağaçlar- dan ürkerek, her çalı ardında bir mavzer namlusu belirmesinden kor karak Müjdel... 1 Ş EKMEKÇI KADIN Senenin en güzel ve en hisst 2 filmi bir kaç gün daha temdit edildi ğa sola çevirerek, etrafı kollayarak yürüyorlardı. Ve Anadolu her adım da bir parça daha £ yoksullaşıyor, bir parça daha iç sızlatıyordu. A- sırlar, bu mor dağların, cılız meşe- liklerin, kuru ( derelerin içinde ne ma semi süpürmüşlerdi. Göze bir artığa benzi- — Mn yola dü- züldükleri zaman erer eden köylü, susayan bir arkadaşa; — Az sabret... — demişti — ile. ride bir çağlayan vardır. * Nazmi bu çağlayanı gördüğü za- man hayretinden dona kalmıştı. Is- tanbuldaki terkos muslukları bu- nun yanında bir Marmara ve yarım masuralık çırçır çeşmeleri bir um- man sayılaklirdi. Sonra Rüştiye- deki coğrafya hocası hatırına gel- mişti de gülmüştü. Eğer “çağlayan neye derler?,, dediği zaman yanılıp ta bunu göstermiş olsaydı o, mutla- ka sıfırı bastırıverirdi. İleride “Yenicepazar,, adı veri- len beş on evlik bir köyde kısa bir mola vermişlerdi. ei ane la gitmek için Araç sı geçi Maliyede Sallama bindiler, Etraf orman olduğu için sık sık ya- ğan yağmurlar Aracı biraz kabart e Salın üstünü yalayarak aşan u solara | iükekei baktı, Fa- Tek bir söz bu filmleri görmiyenler görenlere danışsın. sonra tesadüf etmişti, O zi i racın çamurlu sularınm pk , dar tehlikeli olmadığını an?” Bir tepe tasavvur ediniz. vi bile göz seçemesin.. Vi bakınız, arkaya büken herne yana isterseniz b fı nız adam boyunda yeşilli”. minarelerle boy ölçüşen ,İy#1) görmüş olunuz. Bir ” kıran bol su, çamlardan “,k' dan dökülmüş yaprakları merek ağaç köklerinde ça” kana akısn... Sonra,, bu €i koru içine herbiri üç heri pay kütüklerle 9” Ü dali büy bu değit edi Kafile, yayvan bir te; ” nan bu evleri görünce h8 kakalmıştı; v — İsviçre halt - etmiş 9 nında... — diye bağırdı Diğerleri de ayni fikii lar; ve düşündüler ki M «bundan daha güzel bir ÖL man, bulunamaz. ği