MİLLİYET PAZAR f KRONİK İ Öz dilimizle | Münesebetsiz bir tufan İstanbulda da, çok yağmur yağ- | dığı vakit, sokakları seller doldu- rur ama, sıkıntı ancak çukur yerler de, Aksarayda, Yenicami tarafla- rında birkaç kişinin hamal sırtında geçmesinden ibaret kalır. Halbuki, Edirne taraflarındaki sellerin haberi âdeta tufanı andı- rıyor. Orada şehrin birkaç mahalle si su altında kalmış, yolları su bas- mış. Avrupa şimendiferi Istanbula gelemiyor. Bereket versin ki, şimdi- ye kadar İnsanlardan kimsenin su içi de kaldığı duyulmadı. Onun i- çin, Edirnede su altında kalan ma- halle'er de ergeç elbette temizlenir, diyoruz. Ancak, şimendiferin onun için de Avrupa postasının gelememesi çok can sıkıyor. Vakıâ telgraf haberle- ri geliyorsa da bunlar insanı doyu- ramıyor, bilâkis Avrupa gazeteleri- ni okuyamadığımızdan dolayı da- ha ziyade hırslandırıyor. Baksanız | a, Staviski tahkikatınm adliye saf- hası bitmiş, iki bin kişi itham edil- miş... Eski müddelumumi birdenbi. re ölmüş... Almanyada General Gö- ring evleniyormuş. Avrupa gazete- lerinde okunacak kim bilir ne ka- dar dedikodu var! Gazete, kitap okumak istiyenler, | haydi, heveslerini bir hafta sonra- ya saklasınlar. Bir haftaya kadar posta elbette kendisine bir yol bu- lur da gelir. Fakat burada gazete. leri doldurmağa mecbur olanlar ne. yapsınlar? Çarşaf gibi sayfalar sa- de akıldan doldurulamaz ki. Av- rupa gazetelerinden uzun uzun ya- zılar, kısa kısa hikâyeler o çevrile- cek... Karikatürler kesilecek... Hü lâsa Avrupa postasının gelmemesi gazelecilerin canını sıktı. Bazıları- nın meydana vurdukları öfkeyi de okumuşsunuzdur. İlk önce, Beyoğ- lunda bir arkadaş postanm niçin tayyare ile getirilmediğini yazdı. Sonra, öfke köprünün bu tarafın- da da meydana çıktı. e Avrupa postasının gecikmesin- den dolayı, İstanbul gazetecilerinin öfkesine bakarak: — Oh olsun, onlar da Avrupa ga- zetelerinden intihal etmesinler,yal- nız kendi - akıllarından yazmağa çalışanlar! Demeyiniz. Avrupa gazeteleri de öyle yaparlar. Onlar da biribirle- rinden alırlar. Çok meşhur olmuş, klâsik bir kariktür vardır: Bir ga- zetenin yüzf işleri müdürü makat: nı kaybetmiş, eyvah, makasım yok, gazeteyi nasıl dolduracağım? diye saçlarını yolar, Zaten intihal etmek, başkaların. dan yazı ve fikir almak pek, te ayıp bir şey olmasa gerek. Çünkü en bü- yük tanıdığımız şairler, filozoflar biribirlerinden teşbihler, fikirler almışlardır. Vakrâ onların yaptıkla- rı bu işe intihal demezler de, teva- rüd derler. Fakat Tevrat'ın, gökten inmiş diye © sandığımız o koskoca mukaddes kitabın da intihal etmesi ne ne dersiniz? Daha Avrupa postası kesilmeden önce gelmiş olan Temps gazetesi, Tevrat'da İsaie ( kitabının 17 inci faslmda Leviatan adındaki yılan hikâyı eski Fenikelilerde Ras Şamra adında bir şairin manzume- sinden aynen alınmış olduğunu ha. ber veriyordu. Yalnız, siz de benim gibi merak ederek karşılaştırmak isterseniz haber vereyim ki, bu yı. lan hikâyesi o kitabın 17 inci değil, 27 inci faslmdadır. Fransız gazete- si faslm sayısmı o söylerken yanıl. miş. Zaten, gökten inmiş diye sandığı mız, mukaddes kitabım yaptığı in- tihal bundan ibaret değildir. Bu yı- lan hikâyesinin Fenikeli şairden alınmış olduğu meydana çıkmaz- dan çok önce, ondan çok mühim o- lan bütün tufan âyesinin bizim eski Sumer destanlarından intihal edilmiş olduğunu biliyorduk. Tufan hikâyesini, bizim Kısası Enbiya kitabı da, TevraV'tan ali rak, yakası açılmadık bir masal ye, çocukluğumuzda bize tanıtmış- tı. Halbuki Sumer'lerin, T. asırlarca önce yazılmış, Gi manzumesindeki tufan masa kursanız, mukaddes ki sal ona çok benzediğini g nüz. Yalnız Sumer manzum. fan vaktinde bütün famil türlü türlü hayvanlarla b miye binmiş olan kimsenin adı Nuh değil, Uta - Napiştim'dir. Bu adam akıllı olmakla beraber gemici olma- dığından yanma (birde Puzur- Enlil adında bir kaptan almıştır. Bir de Sumer manzumesinde tu- fan ancak altı gün ve altı gece sü- rer, Halbuki mukaddes kitap ayı tufanı kırk gün kırk gece sürdürür- ki, buda pek o insafsızcadır. Hele suların büsbütün çekilmesi için tam yüz elli gün lâzım olduğunu söyle- diği vakit, gemideki, her cinsten, o kadar hayvanı için doldurmuş o- lan yemlerin o küçücük gemide na- | sıl yer bulabilmiş olduğu insanı çok düşündürür. Onun için mukaddes kitaptaki tufan hikâyesi ancak ya- hudi mübalâğasıdır. Sumer manzumesinde, yedinci gün, fırtına, tufan Uta pencereden bakar, görür ki Bütün insanlar çamura dönmüş- tü!,, Uta bu hali görünce yere yıkılır ve hüngür hüngür ağlar. Halbuki Tevrat'ta böyle duygu yoktur. Ora- da yalnız Nuh ile familyasının ve hayvanlarının kaldıkları âdeta ifti- barla anlatılır. İnsan tufan hikâyesini iki kitap- ta okuyarak mukayese edince Su- mer'li şairin bunu beşeriyetin hali- ni tasvir için ahlâki bir masal diye yazmış olduğuna, ötekinin ise bunu gerçekten olmuş < bir hikâye diye sandığına inanacağı gelir. Hele manzumenin sonunda, tu- Fan bitince, Uta'nın Tanrılara he- diye olarak yiyecek hazırladığını anlatarak; “Tanrılar kokuyu aldılar, Tanrılar güzel kokuyu duydular, Tanrılar, sinekler gibi, kurban- cının başına üşüştüler!,, Demesi Sumer'li şairin ne tufana ne de Tanrılara inanmadığını gös- termez mi? “.. Tevrat'ın tufan hikâyesinden baş lilerin manzumelerile mukayese edi lirse, mukaddes kitabın bu manzu melerden de haylice şeyler intihal etmiş olduğu görülür. Fakat, şura- sını da tanımalıyız ki, Tevrat, ken- disi, başka bir yerinde: “Bu güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur!,, Demekle, her yerde, her vakit en doğru olan sözü söylemiştir. eefrikm; 92 — Şerefinize Tahsin bey... — Güzel bir rakı imiş değil mi? — Çok hoşumu — Şerbet gibi bir şey... Tahsin bey bir tabaktan bir avuç tuzlu leblebi alarak devam etti; — Bak sana — dedi — tuhaf bir şey anlatayım. Bugün tramvay- da gidiyordum. Önümde iki yaşlı efendi kulak kulağa konuşuyorlar- dı, Çaktırmadan dinledim. Biri di- ğerine aynen şunları söyledi. “Bu hafta içinde Marmaraya iki tahtel- bahir girmiş. Birisinin i bulmuş, fakat tam avlayacakları sırada ö- bür tahtelbahir birdenbire su üs- tüne çıkmış ve top | ateşi ile bi itomuzu bir yelkenli tahtelba- ısını batırıvermiş..,, nasıl ha- vadis mükemmel değil mi? — Heyecanlı bir haber... — Ama bu heyecanlı im baş- sam meme sleremam idi Müsli: Nezmi Şahan — Nereden kestirebildiniz? — Bizzat ben © uydurmuştum. Bak onu da söyleyim. On gün evvel Gülhane parkında (oturuyordum. Yanıma bir arkadaş geldi. Öteden beriden konuşup © gülüşüyorduk. Derken yanımızda bir adam belir- di. Muhaveremizi dikkatle dinliyor- du. Sivil bir memur muydu? Me- raklı bir adam mı? Bir casus mu? kim bilir... Ben herife sinirlendim. Derhal sözün mecrası değiştir. dim. Ve hemen oracıkta uydurdu. ğum bu tahtelbahir © masalını an latmağa başladım. Elini dizine vurarak ağız dolusu güldü: — Hale bak Nazmi! benim pa lavrayı tramvayda kulaktan kula- ğa söylerlerken benim merakım u- yanıyor, ben dinliyorum. Me e çelme si durur, O vakit | Kurtuluş savaşı bitiğin den bir yaprak.. “Erkek, kadın, — birçok Alman yurtseverleri, Sarre ergene (ma- den) lerinin satın alınmasını ko- laylaştırmak için, altın, elmas gibi, ellerinde kalmış değerli şeyleri or- taya dökmek istediler., Bu duyumu o okurken, Ayıntap gözlerimin önünde canlandı. Yedi yıl önce Samsundan başla- yarak bütün İç Anadoluya,Tarsus ve İslahiyeye Kadar dolaşmış ve bu arada Ayıntapla Maraşa da uğ- ramıştım. Ayıntapta iken beni sek- senlik bir Türk delikanlısı ile gö- rüştürdüler. Bu kocamış adar ştur miltetind karıştırarak bana Ayınta- bın kurtuluş savaşlarını anlatmış tt: — Karı, kızan, çoluk çocuk, o- gün hep bir araya geldik. Zabah tan alaca karanlıkta; tahtadn topu muzla üç atımlık son barutumuzu dâ yakmıştık.Milislerimiz,dağlarda yarı aç dolaşıyorlardı. Bunu duya- rız da, ellerimiz bağlı oturur ' mu- yuz? Derken birisi, ortaya çıkıp: — Hey yarenler... daha ne bek- lersiniz. Parayı, pulu, o yart elden gittikten kelli nidoceksiniz? derde- mez, kadınlar Boyanlarından beş bir yerdelerini, erkekler, koyun!a- rından saat, kösteklerini, koparıp koparıp atmağa başladılar. Ana ba- ba günü diye ben bugüne derim. “Kılıç Aliyi görme... koca & dam; arslanlar gibi aramızda kük- rer, durur: — Hadiyin yeğitlerim... hadiyin, yavuzlarım... Biz, dört bir yana dağılmışız. Pa- ra pul, kimin gözünde ki..canımızı isteseler. vereceğiz. Altın liralar, gümüş mecidiyeler, beşi bir yerdeler, küpeler, yüzük- | der, broşlar, bilezikler; önümüzde koca yığın oldu. Aralarında ne yok, gümüşle işlenmiş gelin kuşakları, taçlar, sırmalı kaftanlar ; telli kav- lılar... herkes, eline geçeni getiri: yor. Ba coşkunluğu, görüp te kim ağ- Jamaz? Genci, kocası; kızı, kızani, hüngür hüngür ağlar. Hani orada milyonluk bir ordu olsa bozguna © uğratmak işjen de- ğil!.. İşte biz böyle günler gördük o- Zula, Bu arslan yapılı adamın anlattık- larını, şimdi yeniden duyar gibi ol- dum. Sarre ergenelerini satın almak i- çin, Almanların — gösterdikleri bu yurda bağlılığı * alkışlamak bize düşmez. Biz; yeryüzünün on binler- ce yıldır kendisine © alkış tuttuğü bir ulusun soyundan gelmişiz. Antep, Türk erkinlik (istiklâl) savaşlarım anlatan uluğ bitiğin yal nız bir yaprağıdır. Atatürkün önderliği altında ko- ca Türk, kendi varlığını bulmak i- çin nelerini verdi. Onun vermedi- ği, veremediği, veremiyeceği bir tek şeyi var: yurdu!.. Vay, onun bir karış toprağına el uzatana.... Salâhaddin GÜNGÖR yalan uydurup ortaya atmalı. Ve mesele halkın ağzında dolaşmağa başlayınca onu istismr etmeği bil- meli.. Ben enfes bir gazeteci idim doğrusu...» — Bu sanati bırakmamalı idiniz. — Çocuk.. açlıktan ölmemi mi istiyorsun? Böyle bir niyetin vaı hiç durma, derhal matbaanın bi ne koş! Nazmi cevap o vermedi. Yalnız, İ geceyarısından çok sonra, gene © marüken kanapenin üstüne uzandı- ğı zaman beyhude yere uyumağa çalışırken kendi kendine söylendi: — Açlıktan ölmek istemiyorum. Fakat mutlaka açlıktan ölmek mu- kadderse bir iş başımda ölmek mü- reccah değil midir? Ertesi sabah, ilk işi Tahsin beyin jiletile güzel bir traş olmak oldu. Ustu wplu bir bekâr hayatı yaşayan idare memurunun bir dı. Kendi elbisele: ütüleyordu. Mustafa çavuşun man- galından birkaç ateş aldılar. Naz- mi; — Yahu! şu ütüyü birde ben tecrübe edeyim... Bakalım be- cerebilecek miyim? Diyerek bu bahane ile pardesü: nü, pantalonunu da ütüledi. Ve dünkü, gibi enailik etmedi. Tahsin beyin öğle yemeği davetini | 4 ŞUBAT 1935 Ana intikamı Maurice Dekobranın bir ro- manından hülâsa Zengin Madam Brenois nedimesi Na- din .s veraber bir köyde yaşıyor. e Oğlu Andrö veremdir İsviçrede bir sanatoryom. da tedavidedir. Madamın kocası ölmüş - tür. Nadia Rus ihtilölinin kurbanlarından çok güzel ve genç bir kadındır. Iyi bir ailenin kızı olan bu kadın ihülâlden ka- İ garak Istanbula gelmiş ve orada dehşetli bir sefahet hayatı sürmeğe başlamıştır. Randevu evlerinde bilhassa çıplak dans | ebileri cesbödiyordu. Fakat ar- ndadır, Zengin birile evlen - Nihayet Pa: bir madamın int etmek İstiyor. » Brenois şatosunda dan Nadiayı istiyor, Nadia mü Gi kasaba ve oraya yalın olan şehirde her- aylıkla şatoya yerleşiyor: kes kur yapıyor. Fakat o yalnıx bir za- biti sevmektedir. Paraları olmadığı için evlenemiyorlar. Bu esnada Madam Bre- nois'in oğlu sanatoryomdan geliyor, Fa- kat Nadia onu teshir edemiyor. Ve An- drö'nin kendisine karşı gösterdiği lâ kaydi ve tahkirsmiz tavırlarına dehşetli bir iin bağlıyor. Muhakkak intikam al- | mağa karar veriyor. Anİrâ sankto-voma dönmüştür. Bir sene sonra doktorlar kı söylüyorlar, Fakat kendisini hiç yorma: imak şartile sanatoryomdan çıkmasına İ- sin veriyorlar. Amdr& yolda bir dansözle tanışıyor. Ve birlikte birkaç gün yaşı - yorlar, Kadın şehirde oteldedir. Nadia Macam Brenois'i oğlumun metresi oldu. ğunu ve hasta vücudu böyle şeylere ta- kammül edemiyeceğini ileri sürerek ik- na ediyor. Ve kendisi de manikürcü ka din kıyafetine girerek dansözün odasma giriyor, Ve ona mühim'miktarda bir pa- ra vererek kaçırıyor. Andrö çok mütocs- Sirdir. Bu işi Nadia'nın yaptığını anlamış in iyileştiğini tır. Ona olan nefreti büyüyor. Fakat bir | ay sonra Nadia onu teshir ediyor. Ve bir gece odasına giriyor. Şimdi Andr& Na- dia'yı delicesine sevmektedir. Bir kaç saman sonra Madam Brenois işin farkı- na varıyor. Ve kadını bırakmasmı oğlun dan rita ediyor. Çünkü Nadia'nın inti- kanını kadın hissikablelvukuu ile anla- "huştar, Fakat Andrö dinlemiyor. Baba- ndan kendisine kalan büyük serveti ise karışık davalar halindedir. Nadia ile Parise kaçıyorlar. Annesi para yollamı- yor, Nadia âşıkını sefahete sürüklüyor. Hattâ karışık işlere teşvik ediyor. Ka- dın maksadı genç ve henüz 24 yaşın- da olan hasta adamın karısı olmak ve bu sefahet hayatında © onu öldürmek, sonra mirasına konmaktır. Andrö anne- sinin imzasını taklit ile mühim bir mile tar para alıyor. o Fakat büyük plâj ve kumarhanelerde bu para da çarçabuk tükeniyor. Andrö Paris'te hastalanıyor. Annesi koşup yanma geliyor. o Nadin kaçmıştır. Andrâ Nadia ile evlenmekte ısrar ediyor. Oğlunun artık sönmek ü- zere olduğunu anlayan anne buna mü- manaat etmiyor. Hattâ birçok tahkirle- re katlanıyor, Nadia ile Andrö şatoya geliyorlar. Nadia her sabah atla gezintiye gidi- yor. Andeö hastadır. Yataktadır. Artık 24 üncü baharını görmeyecektir. Oda- sında büyük ve çıplak bir kadın heykeli vardar. Bu Nadin'nın vaktile bir ressam tarafından yapılan heykelidir. Fakat de kabul etti. Sonra © Sultananın dükkânmda yakalığını değiştirip Babiâliyi boyladı. İlanmış ayak ve nefes koku- larına mürekkep kouları karışan taş bir merdivenden çekine çekine yukarı çıkarken © içinde bir korku vardı: “Acaba beni mi?,, © Camlı bir kapıdan dar bir kori- dora ulaşınca, karşısmda beliren kırçıl sakallı, fesi püskülsüz bir ha- demeye; — Müdür beyi rum... — dedi — Hademe onu tepeden tırnağa ka- dar süzdü. Sonra dudak bükerek; — Sen de gazeteye mi girmeğe geldin? — diye sordu — — Evet... — Öyle ise tecey şu odaya git... Bu ilk merhale idi. Işaret edilen kapıyı açınca sessiz sadasız sigara içen yirmi otuz kişinin ayakta dur- duğunu gördü. Bunlar, yeni gele- ne ehemmiyet vermeyen birer na- kabul edecekler görmek istiyo- zar attıktan sonra, gene sigaraları- nı tüttürmeğe başladılar. İş arayanları intizar ateşleri için- de kavuran uzun bir saat geçti. O- dayı dolduranlar arasında kimler kimler yoktu. kler mi altın kordonlarını kı ırma MELEK sineması müdüriyet; ; KIZIL KRALİÇEİ Fransızca sözlü büyük Paramount filmini yaratan MAR itibaren Melek sineması rşamba akşamı verilecek Ol LENE DİETRICH biletler bugünde Bu şayanı hayret ve fevkalâde fim Perşembe günü matinelerinden itibaren İPEK ve MELEK | sinemalarında birden e ecektir. Öz Türkçe ile Bilmecemiz Ormanlı larını yazdığımız kelirme- Şedit, art 3, Milliyetin yonü adı 3. 3 — Hari 5. Elde taşınır $, Kaş 3 Geniş değil 3. Beyeir 2, Fahr, sevinç 6. YUKARDAN AŞAĞI : “" Vatan 7, Kolay değil 3. ——. Andrâ bunu bilmiyor. Ve Bu © heykeli sovdiği kadıni hatırlattığı için almıştır. Bir gün hasta yatarken Nadia'nın çan- tasında bir meletup buluyor. Ve müthiş hakikati anlıyor Uğurunda birçok deli- likler yaptığı bu kadın kendisini aldatı- yor, Bu esnada büyük bir buhran geçi: riyor. Heykelin kendisine doğru yürü- düğünü, alay ettiğini görüyor. Son kuv- vetle onu parça parça ediyor. Ve o da heykelin yanma yuvarlanıyor. Anne pa- tırtıyı işitmiştir. o Koşuyor. Ağzından kanlar akan baygın oğlunu yatağına ya- tarıyor. Ve ölürken bile annesinden Na- öia'yı hırpalamamasını rica ediyor. Ma- dam Brenciz deli olmuş gibidir. Oğlunu öldüren kadını âşıkına vermiyecektir. Akşam kendisini şatonun kulesine, ka- dımm İstanbul'da alınmış çıplak resim- lerini vermek bahanesile çağırıyor. Ve büyük bir kuvvetle kadını boşluğa doğ- ru atıyor. Genç kadının ölürken attığı korkunç feryat şatoyu uyandırıyor. Herkes Na- dia'nın, kocasmın ölümüne dayanamaya- ral intihar ettiğini zannediyor. olanlar ne Eni? Aksakallılar, yırtık ce- ketliler mi? Kırmızı astarlı, kadife yakalı inlerinden henüz İs- tanbul lisesinde okudukları anlaşı- lanlar mı? Ve bunların hepsi | biribirlerini yan gözle süzüyorlar ve hiçbirisi diğerine söz söylemeğe tenezzül etmiyordu. Nihayet püskülsüz ha- .! deme oda kapısını açarak bağırdı: — Efendiler! birer birer geliniz. | Fakat bu efendiler (o birer birer gelmenin mânâsını bilmiyorlardı galiba... ki hep beraber kapıya hü- cum ettiler; sonra biribirlerini o. muzlayarak, dürterek, itip kakarak dar koridorun en nihayetindeki bir adaya dalıverdiler. O zaman ince bir ses, erkekliği üç rubu asır evvel giderilmiş bir ha- beş haremağasının gırtlağından çı- kıyormuş gibi bir ses hiddetli hid- detli haykırdı: — Neye hücum (ediyorsunuz? Allahüekber dağı mı burası? haydi gidiniz işinize? Nazmi, en geride duvara-dayan- mış duruyordu. Açık kapıdan bir iskemle üzerine çıkmış olan hiddet- li adamı görür gibi oldu. O da ai laşılan kendi görmüştü ki ha- demeye seslendi: — Recep! karşıda duran efendi- yi getir buraya! Bugünkü pros | ISTANBUL: 18: Frnsızca ders. hasat Asi Jön Eu ameli z Haberler. — 19,40: Neman solo - piji Bayan Kâzım. 20: Konferans; Selimi rn ime 20,30: Bayan Rita Mahi | no ile. 21: Müzik Lejer. PİMİ 21.20: Son haberler. 21,30: Bayan BEÜ riye Tüzün şan: Radyo caz ve tango kostras ile 223 Ka. VARSO VA, 1845 m. 18 Orkesirn. İyi özler şarkıları ti. 19,48. 5 Kiz. MOSKOVA, I7l4m. Sözler. 18,30: Kızılardu için Si Konser. 21; Kuurtat ki manca neşriyat. 2305: İm 878 Kh. LEİPZIĞ, 3özm. 1620: Fv mu Ver, tozo; Pl den. 21: Hi *”e86 Ks. BELGRAT, 437 m. Şarkılar (orkestra ile). 20,10: Pİ 1620, Plülc 18.25 Ziraat, 19.20: Almanca agoru haberleri. Ke RÜKREŞ im berler. 23,28: Kahve kı S4 ki STUTTGART, SN 19; Şarkılar. 1930: Radyo orkestrmst al 22151 Dani, 23: Haberler. 23,30: warmı, 1 » 3 Gece konseri. Yarınkı program ISTANBUL: 18: Almanca ders. 18,30: Jir Bayan Azâde. 18.50:Dans musikisi. 19,30: Haberler, 19,40; Mü Şan, Piyano ile. 20: Maliye Bamma konferans, 20,30: Demir Si a sefiri Ali Fuat, i Celâl Fuat, Istan Bankası memurlarından Reşit babaları sabık Sedaret müsteşarı b8İJ vefat etmiştir. Cenazesi bugün birde Koska'daki evinden " Beyazıt camiinde namazı ak ra sile kabristanına defnedilecektir, i ip rak koştu, genci kolundan © — Gel! Müdür bey seni isti Diğerleri başına devlet kuş muş gibi ona hasut ve kindar “iy lerle bakakalmışlardı. Aralar“ geçerken döğmemek için rini güçlükle zaptediyorlarımı!f” bir halleri vardı. Püskülsüz, Abdülhamit 88 da yetişmiş bir tüfekçi gibi, ürüyerek onu (odaya * Kapı arkasından kapanınca, le üzerinde ayakta duran a“ nu şöyle bir süzdü. Sonra #9 — Lisan bilir misin? — Evet efendim fransız” rim. > Yaz Parlez vonu tramer — Oui Monsieur. sü — Mükemmel... Gördün "ig zeteci olacak ada mr... Hi de! Büyük bir masa başında, dağına yapıştırdığı sigai çıl bıyıkları, yağlı bir pir3i : / ole manı çıkararak durmadan bir adam, almanca bir gaz“ sezdiriyordu Biran gence Zeki çocuğa © bensiyesii dedi — ç Sonra dışarıda yeniden “ji pişme, bir itişme, kakası. — Bi