26 Ocak 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

26 Ocak 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yunüs divanı Burhan Ümid Toprak Yunüs Emre Divanı'nın yeniden basıl- ması işini bitirdi (İ). Yaptığı işin bilim bakımından değeri üzerine edebiyat tarihçilerimizin ne dü- şündüklerini daha iyice bilmiyo- ruz. Ötedenberi Yunüs Emre'nin diye bilinen ötküler arasında ger- çekten onun olanları seçtiğini, bun- ları da ozanm yaşıma göre sırala- dığını söylüyor; ancak önsözde, tuttuğu yolu anlatmaktan çok po- lemiğe yer verdiği için bu iki kendi sezişinden başka he gibi te- meller üzerine kurduğunu da pek iyi bilmiyoruz. Yalnız şunu biliyo- ruz ; Burhan Toprak, sevdiği oza- nı bizim de okuyabilmemizi ko- laylaştırmıştır. Burhan Toprak'a göre Yunüs, yalnız bizim ülkemize değil, bü- tün yeryüzüne gelmiş ozanların en büyüklerinden biri, belki de en büyüğüdür. Böyle düşünmekte yal- nız olmadığını sanıyorum. Arka- aşlarımın da, ustalarımın da onu öğdüklerini çok duydum; “Bir ben var bende benden içeri,, gibi bir takım sözlerini ben de çok seve- rim, Ancak, ne yalan söyliyeyim, © “okumakta büyük bir tad bula- mıyorum. Bir yün benden silideğa “ yağli, ons adım; übdak dergi ve saygı ile anan bir kimsenin “yannda $ bir Shakespeare, bir Goethe ile karşılaştırılmaz diyecek ol dum, o kimse: “Sus, dedi; Shakes- peare, Goethe, ateşi dışarıd rüp anlatabildikleri için büyük- tür; Yunüs ise ateşin içindedir, | alevin tâ kendisidir.,, Sustum ve bir daha Yunüs'ün sözünü açma- mağı daha doğru buldum. fi şeyden tad alabilmekten ar. trk umudumu kestim: musiki bir, istikısma (mysticisme, tasavvuf) . Öyle sanıyorum ki birini ne için anlamıyorsam ötekini de onun için anlamıyorum. Musiki de, mis- tikisma da içimizin en gi; ğını, adamın en derin yerini sö lemeğe çalışır. “Uçlar biribirine dokunur,, (les extrömes $e tou- chent) derler; kişide'de tanrısal yönle, tanrıliğa belki en çok yak- laşan us gücü ile hayvanlık yönü , (bu söze hiç bir “sexuel,, anlam katmıyorum; yalnız ustan kaçan yönümüzü söylemek istiyorum) biribirine dokunur diyebiliriz. Pas. cal: “ Abötissons-nous,, derken sanırım ki bunu söylemek istemiş- tir; Yunüs de olsün, herhangi bir mistikte olsun, N ö m bir anlamda çok sözler görü- ür. Bir ad takamadığımız, bir biçi- me sığdıramadığımız, yine de çok imiz birçok duygularımız vardır; bunlara bir ad takacak, | bir biçim vermeğe kalkacak olur. | sak başkalaştıklarını, söylemek is- tediğimizderi çok uzak, onu belki de andırmıyan bir şey ortaya çık- tığını görürüz. Adlar ülkesi olan edebiyat da, biçimler ü'kesi olan resim de bunları sezdirmek için musiki ile boy ölçüşemez. Mistik ir i ikinin bu gücüne yak- Herhangi bir erdem (sanat) ürgüdünü unla'nak için bizde de bir parça olsun ya- ratma, hiç olmazsa yaratılışı içi- mizde sürdürebilme gücü gerek- tir; ancak musikide bu güç çok gereklidir. Mistik şiir de m | nin bu nü benimsemiştir £ anlıyabilmek ıçın | kalır, veya büsbütün başka bir şey Tarihin yalanı çıkarılamaz! Tarih, bize geçmişi anlatırken diyor ki: “Bulgar sözü, türkçe bul- gamak'dan gelir..“Karıştı,, demek- tir, Bulgarlar, krallarına eskiden han derlerdi. Sonraları, tatar adı- nı aldılar. Bütün tatarlar Bulgar ve bütün Bulgarlar tatardır.,, Bunu kafamdan geçirirken yanı başımda duran gazete, gözüme iliş- ti; Bulgarların Eskicumadaki Türk lere yaptıkları kötülüğü, Tekirdağı na gelen göçmenler anlata anlata bitiremiyormuş. Yer yer - basılan köyler ve öldürülmüş Türkler var- | mış, Herkes; varını yoğunu elden çıkarıp Türkiyeye gelmek için can atıyormuş. Tarih mi yalan söylüyor, yoksa tarihine omuz silkenler mi gittikleri yolu şaşırdılar.? söylemedi. Bulgar, Türklüğünü u- nutsa da, bir soydan gelen Türkler, Bulgar komşuların damarlarına bü- yük dedelerinin kanı karışmış oldu- #unu bilirler. Son yılların araştır. maları, yeryüzünde yaşayan insan. ların en aşağı üçte birinin büyük | Türk ağacından kopma dallar oldu. ğunu ortaya koydu. Bulgarlar, bü kopma dallardan | biri iken, köklerini unutup, başka suların akınlısına kendilerini kap- tırdılar. | Bulgarlarda yerlesen Türk düş- manlığı, kendi bindiği ağaca balta vuran şaşkınların işidir. Salâhaddin GÜNGÖR ri yoksa şaşırıp olmamız ger: anlarız.Musikiden anladıklarını,tad aldıklarını söyliyenler çoktu: İ nanmayın. Onlar “ sensation agrâable,, veren ses dinlemek is- teğini musiki ile karıştırır. Mistik şiiri sevdiklerini söyliyenler. de çoktur; onlar içlerindeki inan iste ginin, tanrı korkusunun mistikis- ma ile bir olduğunu sanırlar, Evet, musikide “sensation agrcable,, ve- ren sesler vardır; omistikisma da inandan, dinden büsbütün başka değildir. Ancak arada ince ise de mistiklerle din adamlarını biribir- lerine yağıt (düşman) edecek ka- dar köklü ayırtımlar vardır.) Musikiden anlamam, kulağım o- nun diline yabancıdır. Ancak onun konuşunc (konu-mevzu) sevmedi- ğimi söyliyemem; çünkü ad takı- lamıyan, biçime sığdırılamıyan duygular, düşünceler — herkeste | olduğu gibi — bendede vardır. Bu gibi duygu ve düşüncelerin ancak bir türlüsünü çevresi içine alan mistikismanın konusunu da; doğrusu, pek sevmem. Yunüs'ü an'ıyabildiğim * kadar okurum ; dahaçok sevebilmek isterdim, çünkü onu çok sevenle- rin büyük bir tad aldıklarını gö- rüyorum, O ateşin içinde, alevin ta kendisi imiş... Ne yapayım ki ben o ateşe giremedim, onu belki | hiç de göremedim. Eksiklik acı | bir şeydir; ama acıdır diye onu başkalarından da, kendimizden de saklamak doğru olmaz. Ona, a- cı olduğunu bile bile katlanmak, kim bilir? Belki ondan kurtulma- nın yoludur. Nurullah ATAÇ (4) 3 cild. Birinci cild: 75 k.; 2 inci (Ahmed Halid kütüpanesi) Dubaya çarpan vapurun sarseati- siyle kanapeden yuvarlanınca köp- ıys geldiğini anladı. Dalgm dal- gın iskeleye çıktı. Şimdi nereye gidecekti? Bir tramvay direğine dayanarak biran Karaköy tarafma baktı. Son ra başını Eminönüne çevirdi. Köp- rünün iki kenarından akıp giden insan sellerine gözlerini daldırdı. Dudakları acı bir gülümseme buruştu. On, on iki sene evevl,, da- ba henüz çok küçükken mahalle çocuklarının hava kararınca hep ir ağızdan : Evli evine, köylü köyüne. & vi olmayan sıçan deliğine!.... diye bağrıstıklarmı hatırlamıştı. O z man buna bir mânâ verememi ild: 100 kk, (Akşam matbaası), Müsilili: Nazmi Şehap ni ve mutpağından iyi pişmiş ye- meklerin kokusu gelen evinde hiç endişesi olmadan dolaşırken; — Evi olmayan insan da olur mu? — diye çok zaman mini mini kafasında belirmiş olan hayret ve süpheyi — rladı. — derin içini çek ti ve yüksek sesle tekrarladı: , 77 Evli evine; köylü köyüne... e- vi olmayan?... evi olmayan? Bu yana kadar, tarih, - hiç yalan. | Şii Sonra dudaklarıma — bir sigara | iliştirirken; | “ — Peki ama. — dedi — evi | olmayan insanlarn'da gidecekleri | bir yer olacak herhalde.. Aksi şey- tan! a herif!.. Ne diye Beylerbeyi. ne gidersin?.. Bereket iyi akıl ettim de şu on lirayı aldım. Ya onu da al. masaydım.. Mutlaka şimdi sokak - AFIDIR tasız Bırakmayınız igor BIR TELEFON K İ ye düşmüşler, boşanmış. Şimdide | alınızı S — R ortasında kalacaktım. Maamafih... gittiğim iyi oldu. Zavallı kadın! fa- kat melunenin kullandığı ağiza ne dersin? Haydi bakalım Nazmi! Ar | tık kendine güvenerek yaşayaca- ğın zaman geldi... Yavaş yavaş Sirkeciye ulaştı. O- tellerin Jevhalersıyı okuyarak yü yordu. Evelâ binas'nın büyükl nü, dışardan görünşünü tetkik edi- yor, sonra altlarındaki kahvelerde oturanlara bir göz atıyordu. Niha- yet demirkapıya yakın, cadde üs- tünde bir otelin kapısından girdi. Sivri fesli, çopur suratlı, pis dişli bir adam ellerini oğuşturarak yanı- na yaklaşınca; — Bir oda istiyorum... — dedi — — Hay hay beyim.. Tek yataklı mı, çift yataklı mı? — Nasıl olursa olsun.. Yalnız o- damda bir başka adam istemem. —Peki beyim... Geliniz bakalım. Küçücük bir odaya koskocaman bir masa sikıştırmışlardı. Bunun ba şında altın gözlüklü bir adam otu- ruyordu. Odada girilecek yer kal. madığı için başlarını kapıdan uzat muşlardı. Sivri fesli; — Bey bir oda istiyor... Yanlış hesap Bir gün klkıp Göztepeye gide- ceğim, altın gözlü Şermini görece- ğim. A.. Ne Göztepesi, ben de ga- liba bunamışım. Onlar şimdi Fati- he taşmmadılar mı? Evet, babala- rı Sahiri bir akşam ben orada gör- müştüm. Bu mübarek adamın bal gibi iki tane kızı vardır. Sevim ile Şermin. Anneleri Gülter pek edalı, şirin şeydir. Ben bu familyayla tam bir senedir tnışryordum, Baba- sından tutun da en küçük kıza ka- dar şeker mi şekerdirler. Bunların Hacı Bekirle münasebetleri var gibidir: Sahir Şam fıstıklı rahatlo- kum şekeriyse, Gülter badem ez- mesi, Sevim badem şekeri, Şermin de fındıklı've Hindistancevizli $e- kerlemeye benzerler. Sahir, ut, ke- man, fülüt çalar. Sevim, Şermirin ablasıdır. Güzel makyaj yapar, iyi giyinir; amma günahı üstünde kal- sın bu kız için türlü türlü şeyler söylüyorlar. Güya kocası varmış, ötülüğünü görmüş te mahkeme şununla bununla metres hayatı ge- çirirmiş, Amma bana ne.. Benim öyle dostla, postla alâkam yoktur. Yalnız güzel kadın gördüm mü idi şöyle bir süzerim, bir kaç çift lâkırdı ederim, işte maharetimin de zaten en mühim kısmını bu es- nada sarfeder, muhatabımı can €- vinden yakalarım. Bir de beğen- diğim kadınla dansetmeği severim. İşte Şermini de böyle elde et- tim. Bakın size onunda ilk tesadü- fümü anlatayım: Halkevinin bir müsameresinde bulunuyordum. On- ları bana arkadaşlarımdan biri tanıttı. Sahirin küçük kızı çok ho- şuma gitmişti. Uzunca bir boy, ke- sik kumral ve parlak saçlar.. Şara- bi dekolte bir tuvalet içindeki kör- | pe vücudünden gençlik ve güzel- lik fışkırıyor. Altın gözlü Şermine hemen hafifçe başımı eğerek reve- rans yaptım: — Bu tangoyu beraber oynamak şerefini kazanabilir miyiza efendim dedim? O, bir kanarya kuşu gibi civil- tili bir sesle: — Memnuniyetle efendim.. di- yerek ayağa kalktı. Ben, bu kadar hafif, bu kadar ahenkli ,bu kadar orijinal tango oynayan bir kadın görmedim de- sem yalan söylemiş olmam. Yerimize beraber oturduk. Di- zimi dizile birleştirerek: — Şermin,, deim, Beş senedir dansederim, sizinki gibi müstesna figürleri, pozisyonları hiç bir dam- da görmedim. Kadın değil mi? Bu sözlerim- den pek hoşlandı. Esasen kadınla- ra kend beğendirmek, ısındır- mak istediniz mi korkmadan ken- dilerinde olmayan meziyetleri faz- lasile mübalâğa ederek onlara kar- şı sarfediniz. En müşkülpesent ka- Telefon : Deyince hemen önündeki defte- rin yapraklarını karıştırmağa baş- adı: — Oda. bir oda... Beyefendi bi- saderimiz için bir oda.. .tabii yal- nız kalmak istiyorlar.. Eh.. .bir o- damız var... İsminiz? — Nazmi Şehap.. » — Lütfen şu beyennameyi dol- durunuz. Nazmi, uzattığı kalemi hokkaya batırdı. Sarı renkli yaprakları or- tadan zımbalanmış bir defterin he- doldurmuştu ki, düzelterek; - dedi — nüfus tez- kereniz yanmızda: — Eyvah.. — de yanımda değil.. — Ya askeri vesikanız? — Benim askerliğim falan yok- tur.. Bunu biz nasıl kestirebiliriz? yorum ya. inanır- sınız, biter gider. Sivri fesli, derhal geri çekildi. Altın gözlüklü ise hiç bir merasime lüzum görmeyerek gencin elindeki kaleme saldırmıştı: — Ver şunu! seni otelimde yatı- dın bu sözlere mukavemet edemez. | z KB . . a İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta 4.4887 Aytekin Bey aşağı, Aytekin Bey yukarı peşimden ayrılmaz oldu. Evlerine davet edildim. Eğlence- li, zevkli çaylarda bulundum. Babaları Sahir keman çalar, fülüt çalar, benim altın gözlü Şer- gminim de sevimli alnında parlak kâhküllerle Çerkes müzikası çalar, Çerkes oyunları oynardı. Kâfir kız alaycıdır da: — Mişon, Rebeka, bir de Muiz yüz paralık kabak çekirdeği aldık. Sinemada yittik. Aman ne eylen- dik, eman ne eylendik.. diye yahu- di taklitleri yapar. (Allaha ısmar- ladık) denildiği zaman yanakla- rında birer fındık konacak kadar çukurlar peyda eden bir gülüşle — Yüle yüle,, develerle.. Işal- lah yine yelin.. demesi vardır. ki hani o sırada onu fındık şekerle- mesi gibi insanın çıtır çılır yiyece- ği gelir. Canım sıkılıp düruyor. Bir gün onlara gideyim. Bu, pazartesiye tesadüf etsin ki onların kabul gü- nüdür. İçim paslandı. Biraz musi- ki dinlerim, eğer sürtük Sevim de orada bulunursa onunla da biraz alay ederim, muvaffakıyetlerini söyletirim. Çoktan beri elini öp- medim. Bu mavi taşlı, altın yüzük- İü yumuşak, manikürlü ellere hür- met busesi kondurmak o kadar zevkli bir şey ki... Benim altın gözlü şeker sevgi- limle dansederim, tango oynarım. Çerkes havaları çalarız. Sahirin fülütünü, taksimlerini dinleriz. Hat tâ biraz neşelenirsem ben de bir kaç gazel okurum. Nasıl olsa Şer- mini ben alacağım. Eğer yüzümü kızartabilirsem belki de annesine meseleyi açarım. Bu tatlı düşüncelerle bir pazar- tesi tuvaletime itina ederek onla- rın Fatihteki evlerinin kapısını çaldım. Garip şey.. Koca ev bom- boş gibi.. Hiç ses, sada yok. Müm- kün değil, onlar kabul günlerini değiştirmiş olamazlar. Daha Sup- hiyi geçen gün gördüm. Bana hiç bir şey söylemedi. Israrla tekrar düğmeye bastım. Yeni elbiselerim, boyun atkım; parlak şapkam ve yeni bastonumla odacı çağıran bir daire âmiri gibi üst üste hiddetli hiddetli zile basıyordum. Neden sonra bataniyeye bürünmüş, yüzü, kulakları sarılı, tıraşı uzamış Sa- hir, çıplak ayaklarıma geçiri çe terliklerle kpıda göründü: — Oo.. Aytekin gee app şuuuu!. Nezleden de pek korkarım am- ma onu kıramadıın. Bizimkiler evce gripe tutulmuş- Vardı. Gülterle Sahir odalarında sobayı yakmışlar, ıhlamur kayna- trak tedavi oluyorlardı. Gülter : — Aytekin. Benim sinirlerim de bozuldu. Hahahaha. hayyy.. diye uzun uzun esniyor, her esmeyişin- de gözünden şıpır şıpır yaşlar akı- : z ramam. Haydi (efendi, gitişine! Başımı belâya mı sokacaksın be- Dim... Nazmi şaşırmış kalmıştı. Büyük bir ayıp işlemiş gibi yüzü kıpkırmızı kesildi. Otelden çıktı. — Gördün mü başıma — geleni! Aah.. alçak herif! ne diye gidersin o sürtük karının evine? Sütnineyi, melunelikten sürtük kadınlığa terfi ettimişti ve birkaç a- İ dım daha uzaklaşmış olsaydı, Bey- leybeyine kimbilir daha ne ka- dar yakası yırtılmamış küfürler sa- vuracaktı. Fakat dalgın dalgın yü- rürken bir el, ürkek ürkek omuzu- na dokandır — Beyefendi biraderimiz... Başını çevirince sivri fesli ada- mın kandilli bir temenna sarkıttığı nı gördü: — Ne var? — Hiç... hani otelde kalmak is- tiyorsanız.. Buyurunuz diyecektim de.. — Benimle alay mı ediyorsunuz? — Haddimiz mi beyim? — Peki ama.. az evvel, beni ote- linizden koğmuştunuz? — Aman... Estağfurullah.Yalnız, | Bugünkü progr IBJANBUL — piyano kanseri Zi: Eski © öperetlerden eler, 22: Franuz O eserlerim. konser. — Sözler. 23: Dans — Dans ge, s8 686 Kir. BELGRAD, 17: Oskar mazaknmı, 1585 20,05: Reşlâmlar. 20, 184P. 18; Orkestra konseri, 40: (Bari): Rumen | neşriyat Karınık plâklar. Sözler, 22: Rome” naklen Verdinin “Don Carlos, opğ berer. Kr. KON!GSpE RG SİN 19,30: Org ve koro konseri, 20 20,30: Operöt musi 10: Hami kil, Z3ıHaberler. 23,20; o Parteniiii sporları, 23,36: Haberler. 20,51 DAPEŞTE İn Racr tarmfından © #AEiiği Opera orkestrasi. Stüdyodan bir 23,20: Chariy Gandrio © 'erti çingene orkest K : Kolkoz meşriyat. Zi£ Muhtelif dillerde neşriyat, Kis. MOSKOVA (St 17: Yeni muslki parçalari v Çocuk neşriyatı, 2i: Sözler rişık konser. 24: Tspanyolca 658 Kir. LANGENB 523 13-15 Gü, şiki, 19 Haberler, 10,15 Kons ISTANB v Mdenbreg koro heyeti (P1âk) 2040: Havı arkadaşları) 2,15: 5. 2130; Bayan Emine İhsan gamı R tangn orkestraları ile birlikte, yordu. i Hay aksi şeytan hay. 7 berbat oldu. Ben, bu vazii meselesini ona nasıl ri Müsade isteyerek kızla" lamağa gittim. Şerminle 9 halleri daha ömür.. Ikisi, ca gibi bir karyolaya girme vim, gözlerine kadar gi şi bere ile bir erkeğe benziyor” altın gözlü sevgilim ise Defi cakarılar gibi bir yemeni mış, bu çatkı ona o kadar * mış ki,. Bu salon beyleri, hanımları grip hazretlerin le orta oyununa çıkan © dönmüşler. Onlara asprin ıhlamur pişirdim. Babal kasma şişe çektim, tentürdi”” düm. Benim fındık şeker de acaba şişeye, tentürdi tiyacı yok muydu? Bunu sorunca; hasta bali le tuhaflığı elden bırakma min, başı takkeli ablasını #5 ti: — Sen kuçuk bey iç mi ma.. Beni koca.. yaapşuyY”” hepsini yapar. . Bu zavallıları daha fazla İ sız etmek istemedim. En #8 me (Allha ısmarladık) ded — Doktor bey usura Vizite parası bir dahaki ye sun. Gerçi iş hesapladığım. mamışlı; lâkin onunla gel€i, sanlarda, şupuyuymızcnı Ni türü demek olan şu yatak V8/ bna daha fazla zevk vermi$ 4 ni ona daha ziyade bağl 0. bugünlerde kontrol epey da.. Malüm a.. ceza. .mesW — Eh.. biz de başımızın Si bakaçağız elbet.. gidiyorudüj cezanız, mes'uliyetini? © Sivri fesli adam güldü: — Canım efendim.. SİZ mez gibi konuşuyorsunuz; "fe rasına biraz da ceza, mes rası katarsınız, mesele ki — Anlamadım. — Yani işin kısa: sularsan, otel sahibi sormadan sana bir oda ve — Ya gelip bir soran © — Orası bize ait... o, $i Nazmi Musevi ailelerini yaygaralarla dolaştıkları geçen tramvayların mavi na, bir sinemanın önündüği küçük bir kalabalığa şöyİ0 tı. Sonra omuzlarında v€ © zamana kadar hiç hiss # bir yatak ihtiyacı duydu: dökülüp yumuşak bir şilte mak, gerinmek esneyet bir sola dönmek, ve nihai nu yastığın bir köşesine derin bir uykuya dalmak © di! çaresiz;

Bu sayıdan diğer sayfalar: