| Fikirler ve insanlar İ Okumayan Münekkit Yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde münekkitler, dan tenkit etmekle ittiham olunurlar. Bittabi bana da çok defa bu yolda sitemler edildi. Bir kitabı okumadan onun hak- kında mütalea yürütmeğe, hüküm vermeğe kalkmak hiç şüphesiz ki pek garip bir şey, hattâ affedilmez bir kendini beğenmek olur. Daha sayıfalarını açmadığımız, mevzuu- nu öğrenmediğimiz bir kitabım ne olduğunu nasıl anlıyabiliriz.? Bu- na imkân mı var? Belki kehanet... Fakat insanlığın fevkinde kudret. lere malik bulunan, kapalı kutular içindekini sanki görüyormuş gibi bilenlerin herhângi bir kitabı oku- madıkları nasıl iddia edilir? “Onlar hiç görmedikleri, hattâ henüz ya - zılmamış kitapları bile ezbere oku- yuverirler. Şu kadar ki öyle adam- İar tenkit makalesi yazmağa tenez- zül etmezler. Hayır, okumadan (tenkit kabil değildir. Bunun içindir ki öyle bir ittiham edildiğim zaman gülerim. Fakat “bir kitabı okumak” sözünün manası üzerinde anlaşmak lâzım- dır. Bir kitap hakkında fikir edin. mek için muhakkak her sayıfasını okumak değildir bir kaç fasıl hat- â birkaç sayfa, bazan bir iki satır bütün kitabın kıymetini anlama- mız, sezmemiz için kâfidir. Geçenlerde bana bir roman gön- dermişlerdi, okumak, son kelimesi- ina ile kestim, üç beş saat ona hasredeceğim için bir yolculu- ğa çıkar gibi hazırlandım. Üç dört sayıfa sonra şöyle bir şey okudum: bir kızla bir delikanlı öpüşüyor, bunları gökten seyreden ay da uta- nıp yüzünü bulutlar arkasma sak- İıyor... Bunu ookuyunca ben de muharririn hesabma (biraz sıkıl- dım; fakat dişimi sıktım, birkaç sa- yıfa daha okudum. Baktım ki ro- manın kahramanları biribirleri ile “Cicicik! Ablacık!,, diye konuşu - yor ve biribirlerine, hani insanım kedi, köpek okşarken söylediği söz leri söylüyorlar. Şimdi ben tenkitle uğraşıyorum diye o kitabı sonuna kadar okuma- ğa kendimi mecbur mu sayacak - tum? Öyle bir mükellefiyet tanımı- yama Vaz geçtim, okumağa da nmış olduğum < için evelce iğim, tecrübe ettiğim bir kita- br açtım, “Sabredip biraz daha ökusaydım, belki sonradan iyileşirdi” mi diye- ceksiniz. Ne yapayım ki çoktan # beri mucizeye inanmaz'öldüm. Öy- le sözleri güzel sanan, oşhasma bi- rer kukla hâli veren muharrir na - sıl olur da yarı yolda iyileşir? Far. zedelim ki öyle bir & mucize oldu, birden bire zevki iyileşti; o zaman kitabın baş tarafna yazdıklarını ire yeniden muntazam bir şey “Ya iyi ile fena karışıksa!,, mı diyeceksiniz? Buna da imkân göre- miyorum; hem imkân tasavvur e - dilse bile sanat mükemmelliği istih daf eder; fenanın arasma karışan iyi, çirkinin arasma karışan güzel fena ve çirkin oluverir. em güzele müsaade ede- bilecek çirkinin bir derecesi var - dır. Acemilikten, yanlış bir muha kemeden hasıl olan çirkinin içine güzel karışabilir; fakat kafanın ba- si de 'ntalismadan ha Milliyet'in edebi tefrikası: 74 Üç beş Kastamonu eşrafından yağcı za- de Nâsır efendi küçüklüğünde tanbula gelerek tahsil setmiş, v. tetebbüat sahibi bir zattı. Grap li- sanlarından fransızcaya vakıftı. E- debiyatı atikada behresi fazla, fel- sefe ve içtimaiyat ilimlerinde yed- di tulâ sahibiydi. Nâsır efendi, u- zun boyu, kır saçları, kılları sey- rek sakalile son zamanlarda Edir- nekapı taraflarında yamalı kundu- ralarrt, yırtık elbiselerile âvare âva- re gezmeğe (| başlamıştı. Evvelce Babıâlide sadaret kaleminde mü- meyizlik etmiş, mektep muallim- liklerinde bulunmuş, taşrada vali- lik yapmıştı. Bu hizmetlerine rağ- men üç beş kuruş tekaüt maaşma is tihkak kesbedememişti. Sebebi de hodbin ve mağrur olmasiydi. Bir zamanlar Perapalas otelinde tercümanlık etti, daha sonra gaze- telere macera romanları, kütüpha- nelere polis hikâyeleri tercümesile yakit geçirdi, aileler nezdinde ede- biyat dersi verdi. Son zamanlarda kafasına dol- durduğu malümatın beş para etme- diğine müteessir olarak sefalete düştü. Fatihte, Çarşanbada ihtiyar bir kadının evinde küçük bir oda tutmuştu. Gündüzleri eline basto- nunu alarak kabristana gidiyor, ak şama kadar mezar taşlarımdaki be- yitleri okuyarak, şurada burada ge- zerek vakit (geçiriyordu. Arasıra ahbasından ölen zevat için kitabe- ler yazıyor, bildiği bakkalların he- saplarına bakıyor, şöyle böyle on kuruş nafakasını tedarik edebili- yordu. Herkes ona: — Görmüş, geçirmiş adam. diye acıyorlardı: Lâkin gitgide eş dostun bu yar- dımı da tavsadı. Zavallı adamca- ğız oda kirasını verememeğe baş- ladı. Gün oldu ki Nâsır efendi bu ihtiyar halinde ağzma koyacak bir lokma bir şey bulamadı. Bir sabah yatağından kalkınca düşündü.Böyle olmıyacaktı. (Nefse zulüm, Allaha küfürdür.) dedi. Ve eski tanıdıklarndan Şehzade- başında oturan Abdullah Mazhar Beyin konağına gitti. Abdullah Bey mütebahhir bir zattı, Geçinmesi iyidi. Bağdatlıydı. İstanbulda tavattun etmişti. Balık- pazarındaki (o yazıhanesinde yağ, pirinç ve kahve üzerine muamele yapıyordu. Eski dostunu hürmötle karşıladı: — Buyur hazret, nerelerdesin, hiç görünmez oldun? 'Nâsır efendi arkadaşının temiz ve kibarane döşeli misafir odasın- daki halılara külüstür ayakkaplari- 2 basmaktan çekinerek dert yan- ———— -——— sıl olan oçirkinliklerin (o arası - na iyi ve güzel nasl girebilir? Münekkit hükmünü vermek için bir eseri baştan aşağıya okumağa hiç bir zaman mecbur değildir. Bir kısmını okumakla o kitabın hava- sını anlar, kıymet görüyorsa o za- man okur. O zaman zaten istese de bırakamaz ki! Beğenmedikleri kitapları bir sa- tır kaçırmadan okuyabilenler yok mu? işte asıl onlara sormalı: “Ma. demki kötü kitaplara da tahammül edebiliyorsunuz, o hâlde zevkinize itimat etmek nasıl caiz olur?,, Nurallah ATA KANLISIR Durmuştum; Neşide'yi bilekle - rinden yakaladım, hafifçe sarstım: — Daha dünkü çocuğun, ne der- di olabilir? Dertten başka oyuncak dertten başka eğlence bulamadın mı? Neşide, gözlerini kırpıştırarak kırık kırık gülüyordu: — Dünkü çocuk, diyorsun, Hüs- rev Amca, Dikkat ediyor musun? Hâlâ çocuk, diyemiyorsun! Genç kızın bir saz kadar narin bileklerini bıraktım; yüzümü bu - ruşturdum: — Ben, gülmüyorum, Neşide. ... Sen, hâlâ çocuksun. . . â dün- künden daha fazla çocuksun! Neşide, sinirlenmemle alay edi- yordu; ellerini çırpıyor, topukları üzerinde sıçrıyor: — Aman, ne iyi! Demek ben, bü yüdükçe bebekleşeceğim, öyle mi? On sekiz, on dokuz sene sonra be- şikte yatacağım! Sonra tekrar bü- yüyeceğim. .. Büyüyeceğim, yirmi yaşıma doğru geldim mi, haydi ge- Yazan: Mahmut YESARİ riye, tornistan! SU Benimle alay mı ediyorsun? leşide, yasemin parmaklı rak gibi hafif elile yüzümü lee yor: — Yok, cici amca! Darılma, cici amca! Kaşlarını çatışın öyle hoşu- ma gidiyor ki... Senin asabileşti- gini pek seyrek görürüm de. ... sa iye del Mesture ağumuz van kulübesi şimdi çökmüş ve bir taş yığınmdan iba- retti. Neşile'ye: — Buraya oturalım, dedim. Beni, oraya Neşide mi, yoksa bir sevki tabii mi sörüklemişti? bilmi. yorum. Neşide, dert yanmak, der. din açmak için, neden burayı seç- mişti? Ölen ve yaşıyan ruhlar ara- sında acaba bir münasebet, gizi bir rabıta mı var? Ezel ve ebet ka- ranlıkları arasında, tek ışık bildiği. miz hayat si ezel ve ebet gay - yalarmdan daha karafilık! Beni, yahut oraya Neşide sürüklemiş, onu, ben götürmüş olabilir - kuruş — Ah.. sorma üsta halimi.. Na- nrazize muhtaç bir vaziyetteyim. Kahve, sigara içtiler. Sefil ihtiyar halini arzda devam etti: — Efendimiz, son zamanlarda eş dosttan da hiç muavenet görmez oldum. Hüda bilir ki canıma kas- detmeğe azmeylemek o raddesine geldim. Eski dostunun bu sözleri Abdul- lah beyi müteessir etmişti: — Meyus olma kardeş, dedi. İşi Cenabı lemyezellin takdirine bırak. — Artık efendimizin atıfetine sığınacağım. Delâleti âlinizle her ne iş olursa olsun hiç olmazsa üç beş kuruş bir ekmek parası kaza- nayım, Arkadaş düşündü: — Sen, yarın sabah bana yazı- haneye zahmet et, dedi. Ertesi gün Nâsır efendi dostuna koştu. Mükemmel bir yemek yedi- ler. İhtiyarın aklı başına gelmişti. Çaylarını içtikten sonra mübahase- ye başladılar, Eski ülemadan, on- lanın hayatı hususiyelerinden, fel- sefeden, Niçeden, Kanttan, Daren- den açtılar. Böylece akşam olmuş- tu. Bağdatlı âlim eski dostunun, bu kıymetli zekânın böyle sefelet içinde sönüp gitmesine vicdanen hiç bir suretle razı olamıyacağını söyledi. Ve ertesi gün evinde Nâ- sır efendi için bir oda ayırttı. Mü tamel elbiselerinden bir tanesi çerek ona giydirdi. Ve beraberce kütüphaneye geçerek çalışmağa başladılar. Ke: için Nâsırdan iyi yardımcı olamazdı. O, yazıhane işlerile meşgul olduğu za- manlar arkadaşı kitaplardan başı- nı kaldırmıyarak tetkikatla meş- gul oldu. Bu suretle tarihi eser üç ay içindet meydana geldi. Beriki bundan son derece memnun olmuş- tu. Hakkı telif olarak aldığı üç yüz liranm yüz ellisini arkadaşına he- diye etti. Nâsırın vaziyeti düzelmişti. Şim- di, evin içinde aile erkânından bi- ri gil ürmet görüyor, balırı sa- yılıyordu. Arkadaşının ikinci ese- rine başlamıştı. Bir taraftan gece- leri de çalışarak kendisi iğiri de bir kitap hazırlıyordu. Bu, 'asrı hazır- daki ahlâka “ait bir eserdi Kitap tam bir sene sürdü; Kendi hesabına bastırdı; o derece . alâka uyandır- dı ki uzun uzun makaleler, tenkit. ler yazıldı. Bir kaç o ahlâkçı kitap yüzünden münakaşaya giriştiler, günlerce gazete sütunlarında karşı- lıklı yazılar yazdılar. Nihayet ese- rin kıymeti anlaşılmış Avrupa li- sanlarma tercüme edilmişti. Nâsırın keyfine diyecek yoktu. Mali vaziyeti iyice düzelmesine rağmen arkadaşının evinden ayrıl- mamıştı, Bir gece, misafir odasın- da oturmuşlar, konuşuyorlardı. Nâ- sır, eski dostunun kendisine yaptı- ğı iyliği zihninde büyülterek: Üstat, dedi. Şu odaya ilk gel- diğim gün sizden üç beş kuruş mu- avenet talep edecek (o kadar fakir olmuştum. Halbuki siz benim kıy- metimi iade ettiniz. Bu ulüvucena- ba mukabele haddim değildir; fa- kat bir vicdan borcu olarak arze- ki ; m karşı her ne emri- niz varsa söyleyini; Abdullah Maz iniz. ki dostunun dim. Fakat muhakkak olan bir şey varsa, bahçıvan kulübesi yıkımtısı- nın önünde, ayaklarım kendiliğin- den duruyermişti. Demek ki sevki tabiilerimiz, iti- yatlarımız, uzviyetimizin her nok- tasma, ensacimize kadar tehakküm edebiliyorlar! Neşide, bir sıçrayışta, taş yığın- tısmın üstüne çıkıvermişti; hemen eteklerini toplıyarak oturdu, elile bana işaret etti: — Gelsene, Hüsrev Amca! Ben de sıçradım, Neşide'nin ya- nına çöktüm: — Artık, şaka bitti değil mi? Us. lu uslu, hanım hanım, efendi efen- di oturacağız ya? Ne güzel yaz ge- ceşi, Neşide... Önümüzdeki, üzeri serpme altın kakmalı koyu lâcivret bir kubbe gi- bi duran gök yüzünü gösteriyor - dum: “. — Bak, Neşide... Yıldızlar, bi- ze göz kırpıyorlar. Neşide, birden bi başını bana çevirmişti; — Sesin ne tatlı, Hüsrev Amca! Şairliğin üstünde bu gece... — Gene mi alay ediyorsun? De Hayır, deva met, eşide'nin sesi çok tatlı ve iç - tendi. Teker teker selale sibi yıldızları birer birer parma - silkinir gibi | Bulgaristan mektupları BULGARLAR Bu komşu milletin seciyesine, ahlâkına ve içtimai varlığına bir bakış VARNA, (Milliyet) İçinde Mo- gol şiddetini gizliyen bu, komşu millet heyecanlanıncıya kadar mu- ti, halim, kanuna hürmeti sever, ni- zamperverdir. Bulgar köylüsünün daima omu- zunda asılı duran torbasından e - vinde yoğurlup pişirilmiş ekmeği- ni çıkarışına, ona sarımsağı yoksa çakışını katık edişine dikkat eden insan bu hükmü sağlar. Siyah ek- di Üstü başı der top, yakasının paça- sarkık dökük yeri yoktur. Sıkı rı ile her harekete kabiliyetli görü- ürü yünü ile karısının dokuduğu, biçip diktiği milli elbisesi çevik ve pratikti: Yazın sıcak bir ayını Bulgaris - tanın koca Balkanmda geçirmeğe gelmiş bir Alman dostum, bir Bul- gar gibi muktesit ve tasarrufkâr yaşamanın imkânı olmadığı söyle mişti. Bulgarın şayani dikkat bir | vasfı da budur. Burada menfaat mefhumu mukaddesat cümlesin - dendir. Bulgar, dostluk kuvvetini anlat- mış olmak için müşterek menfaat rabıtalarının vücudunu zikreder: “Biz çok dostuz her zaman görü- şürüz, aramızda enteres var,, derse dostluk rabıtasını kuvvetlendirmiş olur. Bunu' söylerken Bulgarların şe- ref ve namus hislerinde zayıf ol - öylemiş olduğum zan - ir. Bulgarlar sözleri. ne sahip, hattâ duygu ve fikirle - rinde samimi ve riyasız insanlar - dır. Kadınları, Balkanların en afi- fi, aile ocağına ve erkeğine en mer but olanıdır. Sofya'yı istisna eder- seniz, Bulgaristanın bütün kasaba- ! larında kafe şantan, bar gibi kadın meşherleri pek kısa bir ömre maz- | hardırlar ve bu kazancı tecrübe e- denler, başkalarına tekrar etmeme- yi öğretmekten başka bir şey elde | edemezler. Bulgar, meşaka tahammülü, sây.' de sebatı ile de dikkate şayandır. | Gayesine varmak için mahrumiye- te katlanmakta şayanı takdir bir ısrar gösterir. Hayata atılan her Bulgarm ilk hedefi toprakları üze- rinde bir meskene sahip olmaktır. | Hemen her Bulgarm ilk işi bu o - | lur. Evlâdını tahâile sevketmek te | ayni derecede esaslı bir hırsını teş kil eder. Buna hırs dedim. Cidden Bulgar bilgili olmıya çölde susuz kalmış adam iştiyakile atılır. Üniversitenin kırmızı kasketi Bul- | gar genci için çok caziptir. İ: balde pek az bir şeyi Vadettiğine, İ belki de hiç bir şey vadetmediğine rağmen Bulgar Üniversitesi gençli- ğin daimi hücum ve istilâsma ma- | ruzdur. i Buradan misal vermiye lüzum görmüyorum. Bizim Dişçi Fakülte- mizde karısı ile bir mütekait bin- başının bulunduğu da dikkate de- ğer örnek teşkil eder.. Bu memlekette asalet, aile ün- ————— sözlerine şu beyitle mukabele etti: Kazara bir sapan taşı Bir altın köseyi kırsa Ne artar kiymeti taşın Ne kıymetten düşer kâse, — O.N. ğımla göstermeğe başladım: — Derler ki her insanın, gök yü- zünde bir yıldızı varmış. Yaşadığı müddetçe yıldız da parlar, ölünce de sönermiş. .. Neşide, içini çekerek sordu: — Yıldızlar düşerler ya, oza - man biri mi ölmüştür? Kollarım yanıma düşmüştü: — Masal da desem, yalan; doğ- ru da desem, yalan... Hilkatin sır larma erdiklerini iddia edenlerin bile, bizden pek fazla bir şey bil- dikledini zannetmiyorum. Bu dü- şünceleri bırak ta, yıldızları seyre- delim. Şimdi ne düşünüyorum, bi - liyor musun? acaba şimdi, bizim yıldızlarımız bize bakıyorlar mı? Neşide'nin yüzü dalgalı bir pem- belik almıştı: — Peki, neye, kendilerini bize bildirmiyor, tanıtmıyorlar? Yoksa, yıldızlar, ölenlerin ruhları olma - sm! — Bunâ ihtimal veremiyorum, kızım. Eğer öyle olsaydı, gök yü - zünde, mavilikten ziyade, (yıldız serpintisi görünürdü. Çünkü ölen- leritradadi; yağıyanlardan çok, pek çok fazladır. Neşide, dalgmlaşmıştı: Ben bu masala inanmıyorum, Hüsrev Amca! — Neden, kızım? vanları büyük bir yer tutmaz. Filân bey veya paşa zadelik çok bir şey ifade etmez. Cemiyet arasında yük seklik ve duniyet markasi münev- ver insan, cahil insandan ibarettir. Bulgarların zekâ ve intikal sü - rati dereceleri biraz şüphelidir.Bul gar güç ve geç anlar ve çok zor ina- nır. Kanaatini tebdilde bazan lü- zumundan fazla batidir. Hadisatı şümüllü bir tetkikle serbestçe te - tebbua kabiliyetleri yüksek değil- dir. Daha ziyade ilmi formüllere tatbikan sistemle çalışmayı bilirler. Tesahup ettikleri fikir ve kanaatle- re imanla o derece merbut kalırlar ki adeta bir ilim sahibi olmaktan ziyade bir müddei hüviyetini gös- terirler. Bu itibarla bilgileri ile tevazua değil, garip bir gurura mütemayil ve Balkanlarda en yüksek harsin sahibi olduklarına kanidirler. Deniz yolları İŞLETMESİ Acenteleri : Karaköy Köprübaşı Tel, 42362 — Sirkeci Mühürdarzade Han Tel. 22740 < Mersin yolu İNEBOLU vapuru 13 Mayıs PAZAR 10 da Sirkeci rıht mından kalkacak. Gidişte Ça- nakkale, İzmir, Küllük, Bod. rum, Rodos, Marmaris, Dalyan, Fethiye, Kalkan, Kaş, Finike, Antalya, (o Alanya, Anamur, Mersin'e. Dönüşte bunlara ilâ. veten Taşucu, Kuşadası, Geli- bolu'ya uğrayacak yalnız Ana- mur'a uğramıyacaktır. (2389) Ayvalık süratyolu ANTALYA vapuru 12 Mayıs CUMARTESİ 18 de Sirkeci rıhtımından kalkacaktır. (2390) İzmir sür'at İskenderiye yolu EGE w 15 M İlde Gam ld el kacak doğru İzmir, Pire, İs- kenderiye'ye gidecek ve döne- cektir. (2400) Sigortaları halk dare Encümenine müracaat eylemeleri. — Gök yüzündeki her yıldız, bir insana ait olamaz. İnsanların bahtları, talihleri bir değil ki, . Fa- kat bak, yıldızların hepsi, (ayni renkle, ayni parıltı ile, ayni canlı - lıkla parlıyor. ... Neşideye cevap veremedim. Ar- iyice anlıyorum ki Neşide, ço - cuk değil. .. Onun çocuk olmama- sı, büsbütün sıyrılıp fena. . Sn ön da derdi olabilir? Lâ kin bu saz gibi kızcağız, hayat de- nilen zehir çanağının hangi derdi. ni taşıyabilir ki... 'Neşide, başı eğik düşünüyordu. Onu, kendi haline biraktım. Öyle bir yaşta idi ki kafa, düşünceleri u- zun zaman saklıyabilmek kuvvet ve mukavemetini gösteremez. Hiç sesini çıkarmıyor, rüzgârı koklar- gibi içiyordum. Ne kadar dalmışım, farkında de- ğilim; hıçkırığa benzer bir iç çe- kiş duyarak uyandım. Neşide'nin omuz başları titriyordu. Eğildim, yüzüne bakmak iste - iy hemen ellerile yüzünü kapa- ir. — Ağlıyor musun, Neside? Neşide, birden boşanmıştı; o - muzları sarsıla sarsıla hıçkırıyor - du. Biraz evvelki kahkahaları, be - YEZEYZ Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz. için müsait şeraiti havidir Merkez kö Çad Ong ENİ Acentası bulunmayan Şehirlerde acenta aranmaktadır. Tel, Beyoğlu * 4887, <üiliğ-2469 İ EVKAF MUDİRİYETİ İLANLARI | Bugünkü program BUDAPEŞTE,S0m. 18: Çocuk bahçesinden nakil, 18,30: Kemsi konseri, 19: Müsahabe. 1.20: Opera orkestri «., — Müsahabe, 21,15: Karışık neşriyat, 235) Rig sizi plükları Zl HAMBURG, 33z m. 19,35: Müsalınba. 20: Piyano konseri, 2031 atiom,, isimli meşriyat, SVUSTERHAUSE, 22,10: Müsahabe, haberle) an takımı, 24,15; Polydor MOSKOVA,IZ4 m. ah lir. — Mesiki. 20,30) BELGRAT Gm. 20: Pragtan naklen Stemi akaç. VIYANA,ST m. 19: Sole kaman konseri. 19,40: Aktüalite. 20,25. snenikdek, 21,09 Dr. Nuri Fehmi ust Göz Hekimi | Cağaloğlu Süreyya Bey apart. saat 2-6ya kadar. Telefon 23212 12466189 Asrın umdesi “MİLLİYET” &ir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için L.K. LK Gelen evrak geri geçen nüshalar 30 kuruştur — Gesete ve, matbaaya ait işler için müdiriyete müra" enat edilir. Gazetemiz ilânların mas'uliye" tini kabul etmez, Alemdağı Vakıf ormanlarının anber dudu mevkiindeki kestanelik ormanından kat ve imal olunmak üzere on metre mik'ap gayrı mamul kestane kerestesi arttırmaya çıkarılmı$" tır. İhalesi 21/5/934 Pazartesi günü saat 15 dedir. Talip o * lanlarm yevmi mezkürda Istanbul Evkaf Müdüriyetinde 1 * (2065) 2500 nimle alaylı, şımarıklıkları, bu #İ nir buhranınm bir başlangıcı im” Üstüne varmayı da doğru bulmU yordum. Boynumu büktüm, sini nöbetinin geçmesini bekledim. | Kalbim sıkılıyor, sıkılıyor, sik İıyordu. na baktı: — Hain amca! Sen ba gece ba yar eğ na neye bu kadar zulmedi; Neşide, sözümü duymamız idi, dargın dargın başını “a — Hain amca! Yanmda o #, dar ağladım da, beni teselli e” ia — Belki ona da darılıram, df” korktum. sesimin — Gitreyi i, yüzüme dikkatle Neşide, üremi baki” yordu: — Ab, Hünel ve kodar ETİNİ Gülüm it Başını geriye itti, saçların Si perten bir kahkaha attı. a â