kısımların- da dolaşanlar sekizle on iki yaş a- rasında, oldukça muntazam giyin- miş çocukların intacı ve müz'iç ta- kiplerine uğramışlardı. Ve iş'n in- sanı en fazla hayrete düşüren tara- fı bütün bu ( küçük dilencilerin; merhamet ve insanirk hislerini is- tismar için kullandıkları cümlenin harfi harfine ayni oluşudur: “Efen di, sen ço güzel! Karnım aç, ek- mek alacağım.,, Bu bozuk türkçeli cümleyi bu ilk mektep yaşındaki lar nere- den ve nasıl tahsil etmişlerdir. Ba- zan karanlıkta yüzünü bile farke- demedikleri insanların fizik mezi- yetlerinden bahsederek onların te- fehhür hislerinden kendi hesapları na hisse ayırmak usulünü bu yav- rulara kim öğretmiştir? Hem mes- leki vokabulerleri bu cümleye de münhasır değildir. Herhangi biri- ni durdurup sorun: Mutlaka taşra- dan yeni geldiğini, babasız ve ana- sız olduğunu bir uzak tanıdığınm yanında kaldığını öğrenirsiniz ve kendilerine küçük bir iş teklif eder seniz alacağınız o cevap mutlaka menfidir. Dünyada her şeyin stan- darlaştığı bir sırada bizde de bir standardizasyonu ilk tatbik eden dilenc'ler oluyor o galiba. Ve bu standardize çocuklar acaba geniş bir d.lencilik şebekesinin veya kor porasyonunun birer küçük organi- midirler? Müthiş bir sual fakat ha tıra gelmemesi mümkün değil, Memlekette ilk tahsilden daha büyük bir verim elde edebilmek i- çin tedbi:ler aldığımız şu sıralar. da bu başı boş çocuk sürüleri üze- rine bilhassa dikkati çekmek iste- MİLLİYET PAZARTESİ 9 NİSAN 1934 K K MEM bd SA Fa Rö Bağıran yılan!.. Arkadaşlardan dün burnun- dan soluyarak içeri girdi: — Evimde rahatim kaçtı bira- der.. — Hayrola, ne var? — Bir yılan hikâyesi. , — Nasıl yılan hikâyesi. — Dur anlatayım. Ve anlattı: — Efendim; bizim hanım, bugün- lerde bir evhama kapıldı: Bu evde yılan var!.. Gece, uyurken (o bizi sokacak!.. Bütün ikna kudretimi toplıyarak kendisine teminat verdim: — Yepyeni apartıman.. Taş dı- varlar, beton arme zemin.. Pen- cereler, kale gibi sağlam.. Yılan buraya nereden girebilir? Fakat o kafasına koymuş bir ke- Te: — Yılan var da yılan var! — Canım, seninkisi de beyhude telâş.. Diyorum ama, meram anlat- mak ne mümkün.. — Peki.. Nerden hükmetmiş yı- lan olduğuna? —Sesini işitiyormuş. Dün gece yatakta beni uyandırdı: — İşte, dedi, gene : başladı ba- Zırmağa?.. Kulak verdim Vakıâ, fare sesi- | ne benzer bir tıkırtı duydum. Fa- kat bunun bir yılan olmasına o ka- dar az ihtimal verdim ki hiddetle homurdanarak başımı öte tarafa çevirdim. Bu yılan hikâyesinden de artık adam akıllı o usanç geldi bana.. Bilmem ki, ne yapsam.. Yı- lanla mücadele için aklınıza bir ça re gelmiyor mu? rim. Yarının tash.hi imkânsız pro- fesyonel dilenci ve apaşlarını tem- sil eden ve gittikleri fena yoldan yegâne geri çevrilecekleri yaşta her hangi bir alâkadan tamamen âza- de bir şekilde seyielerine devam eden bu yavruların memlektin ya rını için teşkil ettiği yarayı bilmem ki kâfi derecede hissetmek kabil. mid'u? Bütün dinlerin zayıf tarafı olan mer miskinliğin dilenciliğin inkişafına âmil olacak bir şekilde tecellisi artık yalnız şarka mahsus kalmış ve mutlaka cemiyetin için- den sökülüp atılması li sakim bir itiyattır. Dilencilik yalnız şarta meşru bir meslek sayılmıştır. Bu itibarla- dır ki hiç bir ramazan “ve bayram fırsatını kaçırmayarak (davul ve zw'nasile ve biribirini takip eden kafileler halinde kapısına dayanan dilencilere her ev sahibi para ver. mekle kendini mükellef bilir, Ve halkın rahatsız edilmemesi için a- ra sıra yollardan dilencileri topla- yan polis, ayni dilencilerin bir da- ile kafasına vurra vura | vul ew sahibinden bir hak talep eder gibi para istemes'ne almadan ora- dan ayınlmamasına karşı ses çıkar- maz. Doğrudan doğruya halkı dilen- cilikle müspet bir şekilde mücade- leye alıştırmak lâzımdır. Fakat di- lencilere para verilmemesini temin etmekle de iş bitmez. Bu tufeyli yaşama tarzına alışmış olan insan- ları tekrar müspet ve faal hayata döndürmek çok güç bir iştir. Ve bu işle meşgul olmak üzere içtimai bi büronun ihdası mutlaka lâzım- lr. Küçük çocukları, merhameti da- ha kolay celp edebilecekleri düşün- cesile dilenmeye göndererek ken- di hesaplarına istismar eden ana Milliyet'in edek Ben dedim ki: — Tedbirini almaktan geri kal- ma ama, çuhu da bil hi bağıran yö- landan korkulmaz!.. Çünkü sokacak yılan bağırmaz, sokar!.. Ben, bu kısseden şimdi size bir hisse de çıkarırdım ama, arif olan anlasın daha iyi.. M. SALÂHATTİN Ankara “Hakimiyeti Milliye,, refikimi- zin fransızca nüshası olan haftalık (ANKARA) gazetesinin üçün. cü sayısı şehrimize geldi. İlk iki sayısında olduğu gibi bu sayıda da memleketteki siyaset, ik- tısat ve kültür i tam ve doğru bir teşhiri vardır. Gazete resimli ve sekiz sayfadır. Müvezzilerden arayınız. Dr. Nuri Fehmi Göz Hekimi Cağaloğlu Süreyya Bey apart. saat 2-Oya kadar. Telefon 23212 11826! ve babalarına rağmen korumak i- cap edecektir. Ve bu çetin bir mü- cadele olacaktır. Fakat her şeyden evvel mücadelenin başlaması lâ. zımdır. İçtimai bir yara, karşımızda göz- le görülür bir şekilde büyümekte deva mederken (elimiz kolumuz bağlı duramayız. Mutlaka hareke- te geçmek ve karşılayıcı tedbirler asena almak lâzımdır. Hastalığı müzmin ve artık ıslahı inlldiez bir hale girmeden önleyemezsek yarm bu- nun acısını büyük bir nedametle çekmeye mahküm olacağız. Yaşar NABİ KANLISIR veli Efendi! endi, kapıyı yavaşça aç ü ve korkak bir tavırla selâm ve - | rerek eda girdi, elindeki mektubu uzattı. Bir şey söylemiyordu. Üstü pullarla dolu zarfını aldım. Hilmi Efendi, tereddütle yüzü - me bakıyor. Zarfı, hemen açamıyorum: — Peki, Hilmi Efendi? Hilmi Efendi, gene tereddütle du ruyor: di? — Estağfurullah... Eğer sana ih- tiyacım olursa, Durmuş ile çağırtı- rım, — Peki, Beyefendi, bendeniz, konağa döneceğim. Gayriihtiyari baktım. Hilmi Efen dinin çizmelerinde çamur yok: — Atla mı geldin? — Evet, Beyefendi. Hem onun gilmesini istiyorum, hem lâkirdıya tutuyorum. Elimde- ki zarf parmaklarımı yakıyor. Bir emriniz var imi, beyefen- Yazan: Mahmut YESARİ — Yağmur yağıyor mu? — Hafif hafif çiseliyor... — Peki, Hilmi Efendi! Hilmi Efendi, hürmetle selâm vererek çekildi, kapıyı kapadı. Ben, mektup elimde, ayakta du- ruyorum. Dışarıda rüzgâr uğulda- yor... Sessizce kapanmasma rağ - men evin kapısının sürgü sesini du yuyorum... Islak toprakta tırıs giden nal sesleri var. Kapı açıldı da, oda soğudu mu? Sırtım ürperiyor. Ocaktaki ateş küllenmiş.. Üşüyorum... üşüyorum. üşüyo- Durmuş... aş avluda, Durmuş nalçalı kunduralarını sürüyor; — Buyur beyim! — Odun getir... — Peki beyim! Oda, çok sıcaktı, birdenbire na- sıl soğur? Acaba hava mr değişti? Yirmi yaşında idim ki, ilk defa ola rak imzasız bir mektup aldım. Gazeteciliğe yeni başlamıştım. Ev- velâ memleketin tanmmış mubtelif simaları ils mülâkat yaparak, her bi rinin mesleklerinde kazandıkları mu vaffakiyetin sırlarını kendilerinden öğremmeğe çalışıyor ve kalemim dön düğü kadar yazıyordum. Bir akşam postadan namıma açık bir kartpostal çıktı, İmza yoktu. Yalnız şu iki keli me: “Hayvan herif, Mürselim, kelimelerin altma da, ehemmiyetini göstermek içinmi ne- dir, çizği çekmişti. Kartpostalı yır- tıp atacaktım. Fakat öyle yapmadım. Tuhaf değil mi? Sakladım. Bu, halkın, daha doğrusu okuyu- cularımın hakkımda izhar ettikleri hislerinin ilk tezahürü idi. Hiç te le- himde olmamakla beraber, dedim ya, bu kartpostalı sakladım. Artrk o günden itibaren her on beş günde bir imzasız bir mektup alı- yordum. Benimle bu kadar alâkadar olan bu meçhul zat, muayyen saatini geçirmeden daima bir kaç nadide kü- fürle hakkımdaki iltifatlarını esirge- mezdi, Belki mektupları beş yüzü İ geçti. Hepsi de ayni acemi ve kalm €a bir yazı ile yazılmış. Hepsinin kâ- #atları çizgili idi, Zarflarmdaki pulla rında İstanbulun hemen bütün semt. lerinin posta damğası vardı. Hattâ Bursadan, İzmitten, İzmirden, Ban- dırmadan, Gemlikten © gönderilmiş imektuplar bile almıştım. Itiraf edeyim ki, evvelâ kızmış bm, Mektuplar ettikçe, Kiddetim ar- tayordu: — Şu herifi bir yakalasam da, ağ zram paymı versem, diye düşünüyor. dum. Bu çizgili mektüpları e4e dosta da gösteriyordum. Belki birisi tanır da, bir ip ucu verir diye,. Fakat gimisi ©- muz silkiyor: — Adam sende, me ehemmiyet veriyorsun, yırt at, deyip geçiyordu. Hani içimden acaba yazan bu mektupları gönderdiğim 'eş dostlar. dan birisi mi diye şüphe geçmiyor de kildi. Kimisi polise, kimisi posta ida- resine müracaatı tavsiye ediyordu. Sonra düşündüm. Hoşuma gitme- mek için olsa bile demek ki, her gün takip ve tarassut edecek, #oman tef- rikalar mı, hikâyeler mi, nesirler mi, hülâsa bütün yazılar #wr kelimelerine kadar dikkatle okuyacak - derecede dünyada benimle yakından alâkadar olan bir adam var, Demek İki, ben bu adamın bu kadar hayatını doldurabi- liyorum, Artık o zamandan itibaren kendi mi yalnız hissetmemeğe | başlamıştım. Hattâ ben de onunla beraber meşful oluyordum. Mektuplarmı grafojiden anladıklarını iddia edenlere göster. dim. Bana bu adamm: “Münzevi, sa- mimi, mükedder tavırlı” ve tuhaf de gil mi, (iyi bir adam) olduğunu söy» lediler, İyi de olsa, kötü de olsa bu adam artık benim için bir âşina ol- muştu, Yazısını "nerede görsem he men tanırım ve hakkımda yeniden neler “keşfetti” diye merak ederek, acele sarfr yırtarım. Hani ara sira lisanmı değiştirip na zik ve bazan da hayrihah cümleler kullandığı da yok değildi. Meselâ: “Sevgiliniz “ Necile Hanım dün uzun- ca boylu, lâcivert kostümlü bir genç- le kol kola filân yerde geziyorlardı. Başkaları bu vaziyeti 'zörürse sizin Kar mı yağmağa başladı? Fakat Hilmi efendi, hafif hafif yağmur giselediğini söylemişti? Peki, ben, ne diye bu kadâr üşüyorum, adeta katılacağım. Durmuş, bir kucak kütükle o- daya girdi. Ocağın küllenen ateşi- e karıştırdı, iki yağlı kütük at- 1 — Kapıyı kapa, Durmuş, üşü- "Daş 'urmuş, yüzüme taaccüple ba- kıyor, kapıyı kapatıyor: ee — Hava o kadar soğuk değil, beyim | Çatırdayan dişlerimin arasın- dan sesim ıslık gibi çıkıyor: — Bilmem!.. ben, üşüyorum! Durmuş, emir bekler gibi du- ruyor. Bi Gidebilirsin, oğlum! urmuş, çıkıyor. Mekti im- de, hölü ayaklanan Ocakta neşeli çıtırtılar başla- dı.. Dışarıda rüzgâr, hep bir tevi- ye uğulduyor... Yol uğrağı olmadığı, kimsenin geçmiyeceğini bildiğim ve hiç bir | gece örtmeğe lüzum görmediğim pencerenin perdesini kapatıyorum., Rüzgâr ve koyu zifiri karanlık. tan da mı çekiniyorum? * Küçük tahta masayı ocağın ke- marına çektim; lâmbanın fitilini aç- İmzasız mektuplar gibi istikbali açık, parasız bir muhar rir için neler demezler?” Bazan da şöyle derdi: “Son yazımızla ne demek istediği- nizi anlıyamadım. Bahsettiğiniz mev- zu üzerinde müsbet, menfi hiç filri- niz yok. Yazacaksaniz, bari anlama- | dığınız şeylere hiç temas etmeyiniz.” Artık bu meçhul (O adam yazı” larımda bana istikamet te tayin edi- yor, yaptığım gafları, hem de bir te- kini kaçırmadan suratıma vuruyordu. Eğer hoşuna giden bir yazımı okür- sa s:Aferin, diyordu, .biraz terakki görüyorum. Yavaş yavaş olğun ve dol ğun bir muharrir olabileceğiniz anla şılıyor.” Meslektaşlarım, yalancıktan, | sarf bana hoş görünmek için bir yazımı beğendikleri zamanda meçhul muha- birim, ayni yazı için gayet ağır ten- kitler yağdırıyordu. Hususi hayatımla da yakmdan alâ kadardı. Evlendiğim zaman bile bir alay küfür gönderdi. Doğrusu da pa- rasına tama ederek ihtiyar ve çirkin bir kadınla evlendiğim için kabahat ta bende değil miydi? Daha sonralirı arkadaşlarla hangi meyhaneye gitti- dimi, kaç kadeh içtiğimi de bu sefer karıma yazmağa başlamaz m? Hat. tâ bir aralık bana yazdığı mektuplar da da karımdan para sızdırmak isti- yen adamların isimlerini ve adresleri ni de haber vermekteydi. Baktım olmıyacak, nihayet karım dan ayrıldım. Çünkü hakikaten arka daşlarla şöyle bir yere gidemez ol- muştum. Ertesi gün karımın bunu ba ber alacağma ve bittabi evde kıya- met kopacağma emindim. Bu mektuplar böyle senelerce ne reye gittimse adresime geldi. Niha- yet bir iki ay evvel arkası kesildi. Zannederim ki, bu meçhul muhabi- rim öldü ve itiraf ederim ki onun ö- lümünden derin bi risürap | duyuyo- rum. Çünkü Anlıyorum ki, ben şimdi hakiki bir dostumu kaybetmiş vazi- yetteyim. SEM Bugünkü program Udi Nevres B. Kanuni Vecibe H.) decnktir. 21.20: Ajanı ve boran haberleri, Necip Yakup Bay orkestrası tarafından muhte: musikisinin devam, BÜKREĞŞ, 384m. 13: Plâk, J4: Haberler. 1420: Plâk. VİYANA, SOT m. 18,15: Joref Lanner; 1835: Yeni sanatkâr. lar tarafından konser. 19.05: Müsahabe. 21,45 Aktüalite. 22; Sehubertin eserlerinden mürek- kep komser, 23: Son, BUDAPEŞTE,S60m. 18,30: Sahibinin Sesi plâklarile 1, me ledilar. 19,30: Almanca ders. 20: Flüt konseri, (Paul Tibor) 2030: Müsahnbe, 21,10: Lehar'm sserlerinden mürekkep filharmomik. takımı ta rafından kanser. 23,10: Haherler. iş 2330: igo Sigan takımı. 24,20; Tri (Metenyi < Balay - Sebi). € BRESLAU, 36 m. reniki. — Münahabe, 19,05: Akti. ünahabe. 22: 17: Hafif m SİLVİA | Asker! tebliğler Fırka Askerlik Dairesinden: 1 — 934 Nisan celbinde Piyadeye ayrılmış olanların 327 doğumlulara kadar sevk olunacağı ilân olunmuş idi. Bagün hâsıl olan ihtiyaca mebni 328 doğumlular ve onlarla muamele- ye tâbi piyadeler de celp ve sevke tâ bi olduklarmdan toplanma günü olan 15 Nisan 934 tarihinde şubelerine mü racaatları, 2 — Bu doğumlulardan bedel vere ceklerin de 14 Nisan 934 akşamma kadar bedellerini vermek üzere daha evvel şubelerine müracaatları tica © lunar. Kısa hizmetler için Fı Askerlik Dairesinden: 1 — Sıhhiye, Baytar, cczacı ve diş- çi smıflarma ayrılmış olanlar hariç yüksek ehliyetnameliler 326:329 (da hil) doğumlularla muameleye tâbi ve daha evvelki doğumluların bakayası bu celpte 1 Mayıs 934 te İhtiyat Zabit mektebine sevkedileceklerdir. 2 — 326: 329 (dahil) doğumlular ve bunlarla munmeleye tâbi lar - la daha evvelki doğumluların bakaya | in Ii doğumluların bakaya sından ehliyetnamesizli Deniz sınıfına lanlar müstesna di erleri 1 Mayıs 934 te hazırlık kıtala rında bulunmak üzere sevkedilecek - lerdir. 3 — Bunlardan orta ehliyetname - Biler 1 Temmuz 934 de. Tam ehliyet nameliler ise 1 Eylül 934 te hazırlık kıtalarmda bulunmak üzere sevkolu- nacaklardır. 4 — Yukarıda 1 ve 2 maddelerde 1 Mayıs 934 te mektepte ve kıt'ada bulunmak üzere sevkedilecek efendi- lerin şubelerde toplanma günü 25 Ni san 934 tür. Orta ehliyetnamelilerin 25 Haziran 934 te ve tam ehliyetna- melilerin 25 Ağustos 934 de mukay - yet bulundukları veyahut mmtaka - sında bulundukları şubelere müracar at etmeleri lâzımdır. 5 — Bilâ mazeret vaktinde daveti kanuniyeye icabet etmiyen mükellef- ler hakkımda Askerlik mükellefiyeti kanununun ceza maddeelri tatbik olu nacağı malim olmak üzere ilân olu » mar, Gm Üsküdar askerlik şubesinden! 1 — Şuhe mntakasında bulunan yer- li ve yabancı son yoklama görmüş ihti? yat zabiti yetişecek kısa hizmetlilerden 328 ve 329 doğumlu ve bunlarla imua- mele görenlerle daha evvelki doğumlar- dan her hangi bir sebeple şimdiye kadar kalmış olanlar 1 mayıs 934 de hazm- hik kıtası ve ihliyat zabit mektebinde bulunmak üzere berveçhiati sevk edile- ceklerdir. A — İhtiyat zabiti yetişecek kısa hiz- metlilerden (329 doğumlular dahil) yük- sek askeri ehliyetnamesi olanların kâffe- si, Yalnız bu celpte askeri ehliyetname- lilerden tabib, baytar, kimyager, ecza- cı, ve dişçi sınıfları sevk edilmiyeceke tr. B — Muallim olsun olmasın 328 ve 329 doğumlu ve bunlarla muamele gö- ren ve daha evvelki doğumlardan şim- diye kadar kalmış olan ehliyetnamesiz- ler 1 mayıs 934 de hazırlık kıtasında bu- lunmak üzere sevk edileceklerdir. 2 — Bu sevk olunacak efendiler için içtima günü 25 nisan 934 tür. Bugün bilâ mazeret şubede bulunmayanlar hak- Önümüzili Çırın»a MELEK Sinemasi & en güzel film müsabakasının 3 üncüsünü takdim edecektir. Madame BUTTERFLY şah:ssrinin unutulmaz yıldızı tarafından tamamen Fransızca olarak temsil edilen GENNY GERHARD ( Hayatını aşka Feda eden kadın ) SİDNEY 115520) YENİ NEŞRİYAT Yeni adam (Yeni Adam) mm 15 inci sayısı çi Bu sayıda hayatın menşei deni: Büyük artistler, Zonguldakta işçi yatma dair tetkikler, Bernard $İ dan tercüme edilen bir makale, ler, Dünya bilgi ve sanat yeniliklerini # renmek isteyenler “Yeni Adam” £ halde okumalıdırlar, İleri mecmuası man Nuri, Sadettin Nüz İzzet, Tahir, Fethi Sezai, Rasih İhsan Beylerin güzel yazıları Karilerimize tavsiye ederiz. Acıklı bir ölüm Matbuatın emektar muhai den Osman Cemal Beyin refikası M man Hanım pek uzun süren bir tahılılan sonra henüz otuz beş olduğu halde dün Tanrının rahı ne kavuşmuştur. Cenazesi bugün nekapı dışarısında Otakçılardaki nesinden kaldırılacak ve cenaze mazı Eyüpte kılındıktan sonra Eği pıda Tokaktepedeki aile in Dr. İHSAN SAMİ ği ÖKSÜRÜK ŞURUBU Öksürük ve nefes darlığı boğmaca kızamık ölsürükleri için pek tesi) ilüçtm. Her öezanede ve ceza dep , i larında baluntr. yl 5172 Adapapzarı Türk Ticaret Bank sının 31738 - 31739 No. hı 2 hi: | Vefada acele ucuz satılık ti 70 metredir. Ayasofyada | lemdar sineması karşısında B kal Yorgi efendiye müracaat. 5 Mini il) Si si 3 — Deniz smıfına mensup te lmiyeseği | ime Geyik Sortünii üstüne bağdaş Zarfı bir hamlede açtım. Halim Siretin yazısını hemen tanıdım. Bu, beni şaşırttı. Halim o Siretin mektup yazacağını © ummuyor « dum. Evet, herkesten © umuyordum. Fakat yalnız, ondan Oummuyor - dum. Yengem (yazabilirdi. Hele Halim Siretin yazdığına bakılır- sa, bu mektup, bir kara haber, de- ğildi. Belki başi dara geldi, benden yardım istiyordur! Ne boş, ne vahi düşünce! İlk satırlar, kalbimi biraz ferahlatan zannı öldürüverdi.. Halim Siret Beyden Hüsrev Beye Hüsrev, Senin bu kadar vefasız, katı yü- rekli olduğunu hiç sanmamıştım. Meğer sen karagün dostu değilmiş i izi, en müşkül, en acıklı anı- iz biraktın, yakandan silktir- De. Ne acı günler geçirdik bilsen. “Bir kaç gün,, diye savuşmuştun, halbuki haftalar geçti, senden ha- ber gelmedi... Mesture, son demine kadar. hep ümit içinde yaşadı: — Hastalığımla Hüsrev beyi bıktırdım.. Diyor, bir daha demiyordu. Bu ölüm haberi, sana da acı ge- lecektir Hüsrev.. Zavallı Mestu- re, seni çok aradı. Sağlığında da, hastalığında da, sen onun dert or- tağı idin. Sen, benim gibi değilsin Hüsrev; sen, ey adamısm. .. Evet, haricin ve etrafım bütün iddialarma rağmen sen, ev adamısım,. Senin © evden dışarıda yaşamalarını, serserilik te- lâkki edenler var. Halbuki sen, her gittiğin, oturduğun yerde, gene, ev sahibisin. . . Ben, bunu bilmiyordum, Hüsrev. Seni, bana, Mesture tanıttı... Evet, zavallı yavrucuğum, insanları o ka- dar iyi tanırdı ki... s3» Pencerenin perdesini açtım, Ça- murlu, yapışak toprakları kirli bir sabah kırçıllığı yalamıya başlamış- tı. Uyumuş mu idim, yoksa hep u- yanık mı durmuştum? Hiç farkın- da değilim. Bütün vücudumda, bir bayılma sonu gerginliği var. Dişle- rim, yumruklarım sıkılı, - kirpikle- rim diken diken... Kafatasımın içinden beynimi çı karıp almıslar gibi... Fakat ne rahat yarabbi, ne Gözlerimde, hayata karşı, Öğ süz, biçkisiz bir bol ahenklik 4 Bu, ince ince yağan kış yağın“ taze çiçek kokulu bir nisan el ru oluverse; ezik toprakların Ül de gelincikler, fulyalar, mii çıverse, hiç hayret etmiyec: Neden kış, bahar, olu İl Madem ki baharlar, kış olabilifiği Allaha isyan ediyorum! NE bana, gülmek kuvveti | ve: : Halbuki ben, gülmeğe, kahki Ja gülmeğe muhtacım!.. Evet, gülmeli! £ Halim Si mektubuna ancak gülünür. kadar okuyamadım, — Dal Kim bilir, neler yazdı? F. rak dahi etmiyorum. O) . okumıyacağım da... Halim Siret, Mesture'nin öl! ne, çok acrmış! Hem, ne çok a1 Mektubunda b; " yor; felsefeler d kendine göre, nü i “Zavallı yavrucuğum, in: e m kadar iyi tanırdı ” “Zavallı yavrucuğum”!.. Mesture! Nasıl gülmem? nasıl olur © kahalarla gülmek istemem? Siret'in “zavallı yavrucuğu — Bi