f -.———. — - - w | İktisadi sler | Satma kabiliyeti | Geçenlerde gene bu sütunlarda “satın | alma kabiliyeti, hakkımda düşünceleri: mizi hülâsalandırmıştık. (9) Bugün de satma kabiliyetinin şumulünde durakk- yalım, Buna ihraç politikosı da diyebili- yöruz, ki zaman hükümetlerin en baş meş- gelesidir. Pek tabii; çünkü bir milletin yaşama imkânı üç esasın tahakkuku ile kabildir: Thracat (satma kabi i tikraz veyahut mev: Tıpkı fert gibi: Kazanç, ya borçlanma veyahut — mevcut ise — hazırdan ye- me... Zaten millet ayni gaye ve muhit et- rafındaki insanların topluluğu değil mi? Osmanlı saltanatı Türk milletinin iktısa- di hayatını son iki çareye baş vurarak te- mine yeltenimiş idi. Fakat kazançsız ya- şama usulü tabripkâr bir sarfiyattır; mil- li serveti kemirir. Bir Ingiliz. iktis “sermaye bir milletin amudu tıkari diyor. Onu tahrip umumi felci tevlit e- debilir. Hattâ bu mazariyeye göre faali. | yeti yalnız nafakaya hasretmek te gaye değildir. Işte Cümhuriyet rejimimiz va- tanın selâmetini bu miras yedilikten u- zaklaşmakta buldu. Memleketi imar için bile ağır şartlarla istikraz yoluna sapa- rak ecdat gibi ahfadı yeni taahhüt boyun- duruklara teslim etmiyor. Kendi mem- balarımızdan istifade ederek zenginleş- mek iktısadi ülkümüzdür, Esasen mal'nı satmak, kârını millet refaha serpelemek dünya İktısat ve siyaset âleminin biricik hedefi oldu. Artık siyasiyuna silindir şap- ka kadar da tüccari © eşantiyon defteri lâzım, En çok tütün, makine satan en bü- yük diplomattır. Gümrük dıvarlarını yi- kılmaz ağır taşlarla örmek kuvvet mari- feti ise, aşmak ta politika perendebazlı- ğıdır, Milletlerin dostluğu kantarm ke- fesinden geçiyor. diş ticaretinin müvazenesi ve genişliği için. her memleket zamana ve muhitine mahsus tedbirlerle bir çalışkan- Ik gösteriyor, gırpmuyor, didiniyor. A- janslarm, ü topladığı en itina- 1: haberler hep bu sahanm mahsulüdür: Bugün bir istihsal ve istiklâk artışı, ya. rın bir grev veya sukut felâketi. Işte son aydaki garbın gazete havadislerini bir ka. vaştaralım: Amerikada; Roosevelt planını yürüt- meie çalışıyor; 1932 de kömür istihsalâ- te (306) milyon ton iken 1933 de (328) milyonu bulmuştur. -932 senesinden oto- mobil imalâtı 1,431,500 iken, 1933 sene- sinden bu miktar iki milyonu geçmiştir. Bütün Amerikadaki elektrik sarfiyatı 4 artmıştır. İngilterede: Sheffiel mintakasında çe- lik imalâtı geçen seneye nazaran 1000 tonu geçmiştir. Bu randıman harpten ev» vellinden fazladır. Japonyada: Hükümet dolarla beraber veni gene düşürdü; bu suretle yenin 1931 deki altına nisbeten sukutu 2460 şı buldu. Bugün Japon bankası © altınm gramını 2.00 tan alıyor. Daha fazla sulutu iptida- i maddeler izin tehlikeli buluyorlar. Ma- snafiki Daha fazla düşürüp düşürmemek “e hükümetin kat'i bir kararı yoktur. Bu vâziyetien Ingiliz mensucatçıları, dün ya sanayii korkuda, yayabilmek © için yeni, yeni #tısadi sistemler icat ediyor. Dün hari- <e yapılan kredili satışları 9 60 garanti ederken, bugün 94 30 da prim veriyor. muş, Rusyada: Atina Elketrik Şirketinin 200 bin tonluk kömür münakasasından Rus- lar “1 3/6, İngiliz gilinine kömür teklif etmişler. Bu “ve minelgaraibe!..., dinda- rane bir tevekkül ile “Fesuphanallah,, de. mekten insan kendini alamaz. Bu akşam TÜRK sinemasında tam saat 21 de KULAK HER eda SAPI Müflisl.. Ve milyoner!. Amerikalı müflis milyoner gü- nün meselesi oldu. Bir aralık: — Gemiden çıktı, çıkıyor, çıka cak, çıkmıyacak... Gitti, gidiyor, gidecek, gitmiyecek... Teslim edil di, ediliyor; edilecek, edilmiye- cek.. dedikoduları... Nihayet İnsull karaya çıktı. Ga bütün dikkatlerini zetecilerimiz, teksif ederek, müflisi adım adım takibe başladılar. Yediği sabah kahvaltısından, içtiği şampanyanın, çektiği pipo- nun, ekmeğine sürdüğü havyarm cinsine, oteldeki odasınm numara sna, yattığı karyolanm, örtündü- ğü yorganın, rengine kadar neler yazmadılar, neler... Mümkün olsa, günde kaç kere nefes aldığını sayacaklardı. Dün, bir aralık arkadaşlar, yi- ne bu Amerikalı milyonerin para- sile çenelerini yoruyorlardı: — 80 milyon dolar... Müthiş pa ral... Nemelâzım.. rahatça yiye- medikten sonra... — Altın dolu kasa içine düşüp te açlıktan ölen farenin hikâye - si — Acmacak hal... 80 milyon doları, bırakıp hapishanelerde sü- rünmek... Derken bizim Naci lâfa karış- tı: — Ben, bu İnsull'le aramızda çok mühim benzeyiş gö rüyorum... Gazeteler bizimle niçin meşğul olmıyorlar acaba? Sonra gülerek ilâve etti: >— O Müflisse, biz de müflisiz.. Yahu! Milyoner değileek kabahat bizde mi? M. SALAHADDIN Liyon ipek sanayiinden uzaklaşmakta u- mumi siyasete temas etmektedir: *... lm- giltere şimdiye kadar bizden alıcı iken artık satıcı olmuştur. Eski müşterile- rimizden elimizde — İsviçre kalmıştır... Hüdisata uymak © değil, idare etmek lâ zımdır.... İş âleminde şikâyet © etmek faydasızdır, filiyat sahasına geçmelidir. İşte dünyanın satma hareketleri hak- kında şu kısa habercikler bir fikir vere bililir. Türkiye Cümhuriyetinin bu badi- rede tebellür eden değerli düşünceleri, aldığı tedbirler meydanda. Biz de ihra- catımızı arttırmağa çalışıyoruz. Keyfiye- ten değil ise bile kemimyeten artmıştır da, İhracat, yegâne refah ve halâs yolu muz olduğundan iktısadiyatımızın bucep- hesini dalma, ama daima kuvvetlendir- mek mecburiyetindeyiz. Bunun için de dünya piyasasında rakip olan diyarların yaşama ve iktisat şartlarile mücehhez ol- mayız. Tütünün istihsal masrafını Bal. kanlı komşularımızla ölçerken, kromumu- zam da maliyetini Rodezya Yeni Ka. ledönya'dan alabilir. Maliyet ile satış a- rasında kâr kaldıkça piyasamızın muhtaç olduğu hareket çoğalır. Eski bir ata sö- Fransada: Iktısadi vaziyeti görmek i- gin Herriot'un “Liyon,, şebrindeki mut. kundan bazı cümleleri alalım. Bu nutuk Milliyet'in edebi tefrikası: 38 züdür: “Nerede hareket, orada bereket!... Sadreddin ENVER KANLISIR Önümüz s. Yaz.. bu see) men baharı, Kırkkilisede, hastalık derdi, hastâlık dırıltısı dinliyerek, kendime cehennem edemem. Gittikçe ahlâksız mı oluyorum? ileride beni de hastalık, ihtiyarlık tebdit etmiyor mu? Ben de artık bebek değilim. Hastalıkları ve ih- tiyarlığı düşünmek mecburiyetin- yim. Güzel, iyi, mantiki düşünmek başka, onu hareket, hamle haline getirip yapmak başka... Hemen her gün; bu hafta içinde Kırkkiliseye dönerim! Diyorum. Lâkin bu kararıma, kendim de inan miyorüm... Tiyoruz.!,. Telgrafı çeken yengem. Dayım, ya son demlerini yaşıyor, yahut ta öldü. Artık tereddüt edersem. ii — Haziran — Köşke, yengemi de getirdim. Bu Yazan: Mahmut YESARI sesiz, uysal kadın, o annemin boş bıraktığı yeri doldurabiliyor. Onun köşke gelmesi, benim için daha iyi oldu. Çünkü Mesture de, bizim köşke gelebiliyor. Yengem, Neşideye öyle şefkatle bakıyor ki Mesture de vaziyetten memnun... Halim Siret, Fakat Halim Siret. Ondan nefret te değil de, nefretin üstünde, nefret kelimesinin, hattâ hissin ifade edemiyeceği bir kinle iğreniyorum. Yengemi, köşke getirmekliğimi sıri, maddi endişeler hamlediyor. gözlerinde, artık saklamağa bile lüzum görmediği bir haset ateşi var: —Çok talihli adamsın, Hüsrev. Ge ne mirasa kondun? Yengenin va- risi de sensin... Bazan elini, omuzuma koyuyor, soğuk soğuk gülüyor; — Daha böyle uzak yakın zengin skrabaların var mr? Peki ama, sen bu paraları ne zaman yiyeceksin.? Sitemini anlamamış gibi bakı- ALTIN ARIYAN KIZLAR Fransızca sözlü Süreyya karısından ayrılalı on gün ni içkiye, eğlenceye verdi. Gündüzleri Beyoğlu caddesinde bir aşağı bir yuku rı dolaşıyor, pastahanelerde £ gazete 0. kumakla, gazinolarda bilârdo, iskambil, domino oynamakla vakit geçiriyordu. Sevdiğimiz bir kimseden ayrıldığımız zaman. ruh karanlık bir kuyuda hapse- dilmiş demektir, Çırpmır, haykırır, ba- germ. Eğer mahir bir yüzücü, azimkir bir kimse iseniz & derinlikten kendinizi kurtarmanm yolunu bulursunuz. Sürey- ya, pek kuvvetli bir şahsiyet olduğun- dan yese kapılmadı. Uğraştı, çabaladı. O karanlık yeis kuyusunum taşlarma tu tuna tutuma bin zahmetle yukarıya çıktı. Yeşil çayırları görünce ferahlık hissetti: Sinemalara, tiyatrolara gidiyor, geceleri de barların daimi bir müşterisi oluyor- du. Galatasaraydaki barda bir Macar ka rısı bulmuştu. Ilk zamanlar onunla dansetti, dost ol du. Bu tanışına gitgide büyüdü. Daha sonra yalnız"localarda başbaşa kaldı- lar. Süreyya boşadığı karısını yavaş yo- vaş unutmağa başlamıştı. Şimdi Kovat rinin mavi gözleri elemlerinin atısma merhem gibi tesir yapıyordu. Onunla €- peyce dost olmuştu. Her gece belki sö kiz, dokuz şişe şampanya içiyorlar, Fe- <ir, barm pencelerinden donük mavi renklerle görünülte bir otomobile atli- yarak Taksime, Şişliye doğru yel alıyor lar, kadınım Yazıcı sokağındaki evine gelerek sabah kahvaltısını yaptıktan son ra ayrılıyorlardı. Süreyya için artık Ma car kadını bir yıldız olmuştu, Kağ defa ona barda masa başında yalvarmaştı: — Sevgilim. Artık seninle birleşe- Tica. Bana acı.. Seni seviyorum. Evlene Tir... Kadın tatlı bir şive ile itiraz ediyor: > Böyle çabuk oğmaz efendim.. Siz, amma çok iyi adam. Fakat oğmlaz. Böyle çabuk oğmaz .. diyordu. *“ Süreyya teklifinin reddedilişint cant sıkılıyor: — Oyle ise ben de intihar 'dderini, Madam, diyordu. v — Amma efendim soğra phraları kim kazanığ, şampanyalar kim içör efen dim. Süreyya kadını kandiramadığını gö- rünce bir gece, çok sarhoş olduğu bir <a gem mam zy hz — Madem ki, benimle evlenmek iste- miyorsun, hiç olmazsa nişanlanalım. Di- züğü çıkarıp Kovatrin parmağına taktı. Kadın, onun bu vaziyetini görünce gü- Ya acıyormuş gibi vaziyetler almağa baş lamuştı. Şimdi erkek. yalandan ağladıkça o, boynunda işlemeli ipek eşarpı çıkarıp Süreyyanm gözlerini siliyor, sonra eşar PI çamaşır sıkar gibi sıkıyor, bazan da şampanya bardağını alıp onun gözlerine tubayor ve kaldırıp içiyordu. Ah bu bar kadınları, hariçten gelip içimize mikrop gibi sokularak sefahat ve zevk ile kanımızı zehirliyen mahlük- lar. Nitekim Süreyya da bu mikropla ze hirlendi, aklı başından gitti, Parasi bit — Para nasıl yenir? Siret, kollarımı açıyor, gözlerini kapayarak hayallere da- İıyor: — Nasıl yenmez ki!., izi bırak. Senin gibi bekâr ve zengir.bir adanı, böyle mi yaşar? — Ben, hayatımdan memnunum. ; Onun yüzü, kim bilir hangi ha- in düşüncelerin zehrile, kırışıyor: — Herşey telâkkiye bağlı... — Şüphesiz., — Evlen bari! Gülüyorum: — Belki o da olur. Öyle hissediyorum ki Halim Si- reti, para ile satın alabileceğim. Bu his, bu zan, bu ihtimal, insan- İarın aleyhine olduğu için, beni pa- radan da tiksindiriyor. Bunu, Halim Sirete söylesem, i- ninir mı acaba? Paradan tiksinmek, budalaca ve eblehçe bir sey!... Halim Siret, bu- na gülmez, kızmaz, yapmacık oldu- ğuna hükmeder, — Ağustos — , Mesture, Hasta... İçin için eriyor, sönüyor.... Doktor Nüzhet Süleyman, Mes- Penbe sicim Yerlerinizi evvelden temin ediniz. Tel. 40690 mişti, Apartımanı satmağa karar verdi. Evde kız kardeşi, eniştesi, biraderi, an- nesi, hattâ küçük yeğenine "varmcaya | kadar herkes onu tahtie ediyordu. Hal buki o, sevgilisinden vazgeçemiyordu. Annesi Zübeyde Hanım mütemadiyen nasihat ediyordu: — Süreyya, bir bar kadınına nasil | oluyor da butuluyorsun. Oyle olduktan sonra Senihanın ne kabahati vardı. Ki- bar, asil, hanım, kadındı. Senin işleri- nin büyümesine kendisi saik oldu. Ma- demki aşksız, kadmsız yaşayamıyorsun, benigideyim karınla aranızı bulayım is- ter misin? Diğer taraftan küçük yeğeni Hâmit, eniştesi Abdullah Bey, kız kardeşi Fit- nat ve biraderi Naci böyle bir kadını sevdiğinden dolayı onunla alay ediyor- ardı. Süreyya: — Canım size ne oluyor, seviyorsam ben seviyorum. Ah Kovatrit, ah Kovat âmit dayısını görünce ma- özlerini kırpıyordu: — Dayı biliyorsun ya... Kovaet trit, Kova, et, Writ! Artık böyle küçük çocukların mas- karası olunca izzeti.nefsi hırpalandı. Ka rısı ile tekrar barışıp evlenmenin daha muvafık olduğunu düşündü. Ve bir mek tup yazarak eski karısma gönderdi. Se» niha hanın boşandığı kocasının tesirle rini, kendisini avutmak için çılğınlıkla. ra saptığını işitmişti, Apartmanı satar cağını duyunca büsbütün canı çıkılmış. & Süreyyayı severdi. Onunla birleşme ği, tekrar evlenmeği canına minnet bi- lirdiş fakat kendisini biraz ağır sattık- tan sonra ve apartıman satılmadan ba- rışmağı muvafık buldu. “#** Süreyya bir sabah postadan mektup aldı. Zarfın arkasında karısının adresi yazılıydı. Hemen açtı; lâkin zarftan mek tup yerine iki metre boyunda pembe bir sicim çıkmıştı. Bunun bir manası var. dı, Hani (Asılırsan Frenk sicimiyle asıl) demezler miydi. Karısı kendisiyle ba- rışmıyacağını anlatıyor ve frenk kadmiy le yaşayıp mahvu perişan ol demek isti #in boyunda olmasını (ikimizin de gön lü birbirimizde) diye tefsir ederek karı- #ınin yanına koştu. Belediyeye müracaat ederek tekrar evlendiler, Mazilerini unutup birbirleri- ne sadık, eskisinden daha iyi karı koca olarak müreffeh ve mes'ut yaşamağa başladılar. : " O. N. Mevludu Şerif Trabzon eşrafından ve Samsun tüccarı müteberesinden Yelkenci Zade Şükrü Bey merhumun ruhuna ittihaf olunmak üzre yarınki cu- ma günü Beyazıt camii şerifinde cuma namazını müteakip Omevlü- du nebevi kıraat edileceğinden ih- vanı din davet olunur. | (15378) tureyi her gün yokliyor... ugumuz zaman: — Umumi zafiyet “ var. Vücut, beslenmek ister... Diyor. Fakat Mesture, o kadar boğazsız, istahsız ki.. Hemen hemen hiç bir şey yemiyor (o denebilir! Bu daimi perhizle, onun, vücudunu toplaya- bilmesine imkân yok... Doktor, ba- zan dalgın dalgın, kendi kendine gibi söyleniyor: —Doj ydı... o Doğur- mak, onu sarstı,. Vaktinde düşün- memiz icap ederdi. Fakat, gözleri Neşideye gidiyor, ses veriyor: — Insan, bu saadetten de kendi- ni nasıl mahrum eder? Mesturenin hastalığı, acaba sa- dece, doktorun dediği gibi “umu- mi zafiyet,,mi? Daha ciddi tehlike- ler de var mı? Halim Siret, tekrar sanatoryom nakaratına başladı. Doktor Nüzhet Süleyman, bu bahis üzerinde kaşaya bile tenezzül etmiyor; işit- miyormuş gibi kayıtsız kayıtsız et- rafına bakınıyor. Hastalığından şikâyet etmiyen yalnız Mesture.. Memnun, lâkin san'at 42 nci sokaktan daha muhteş'm son derece caz'p mevzulu emsals'z rövü sahnelerini ibtiva eden bir hâr'kası TON EoNDe BY KEELER DİCK POWELL WARREN WİLLİAM GİNGER ROGERS ve 300 güzel kız Wi amp SUMER Sinemasında (Eski Artistik) <g a eller güzeli NANCY BROWN ve BETTY STOCKFELD'in temsili DAĞLARIN KIZI Musikili; şarkılı, sözlü ve danslı filmi il: çılgmen oğleniyorlar. İlâveten: SULAR ÇAĞLARKEN Jose Padilla'nın temsili FOX JURNAL'de: Küçük beyaz karyolaların balosu (15397) Bugünkü program ISTANBUL : 18,15 Plâk neşriyatı. 19,15 Ajans ha- i, neşriyat, 19,30 Türk riye H. Müzeyyen H. Mahir B.) 21 Se- lim Sırrı Bey tarafından o konferans. 21,30 Radyo orkestrası tarafından dans musikisi. VARŞOVA, ME m. 17,25: Solist konseri (Tagannili) 18.20: Mü. sahabe, 2105: Senfonik kanser. 21,55: Milâno- daki "Skala, operasından naklen Govnotnun (Romenet Julintte) opera temsili. BÜKREŞ 3öim Paskalya münasehatile neşriyat yoktur. tarafından Macar halk şarkıları, 20,30: habe, Zi: Askeri © takım tarafından kı 22,15: Harici haberle, Radye ed 21.20: Haltanın haber icma- lerinden “ROMEO çe 22,05: Dans musi- 0: Taganmili 2 Ji halk operas “Zarkla sev: İRTİHAL Askeri mütekaitlerinden İzzet Can bulat Bey kısa bir hastalıktan sonra dün akşam vefat etmiştir. Cenazesi bugün saat on birde Çemberlitaşta Peykâne caddesindeki evinden kaldı rılacaktır, Kederdide ailesine taziyet- ler ederiz. YENİ NEŞRİYAT Çıldıran âdam Yirmi beş yıl süren vakitsiz bir bu bir pek zarif hikâyeleri ve şiirlerile mem leketimizin yegâne güzel mecmuası, yegâne salon ve nükte gazetesidir. güzeşt ve macerasını tasvir den bu &- a a b ma forma başlamıştır. 7 inci fora çılemıştır. Bed: Vecdet lâka ve rağbet kazanan bu eseri tavsiye ederiz. Kolivut Holivut sinema mecmuasınm dör- düncü senesinin (15) inci sayısı intişar etmiştir. Küçük hikâyeler: Korku Kıymetli | muharrirlerimizden Sadr Etem Bey son yazdığı kü- çük hikâyelerin en lerini “Korku” isminde bir eser altında toplamıştır. Bu kitabı karilerimi - zin heyecanla ve zevkle okuyacak burma eminiz. Hararetle tavsiye €- leriz. Fakat dün, kocasınm, bitip tü- kenmez sanatoryom nutuklarına ni hayet isyan eti — Rica ederim, de yok... Benim meşgul olmayınız. Ö- lecek bile oldam, burada ölece- Yüzü, dalga dalga penbeleşmiş, dudakları titreyordu. Onu, hiç bu kadar hiddetli, sinirli görme- miştim. Doktor da, Halim Siret te şaşırmışlardı. Kimse, ağzını açıp tek söz söylemeğe cesaret edemi- yordu. Gece, evde, yengeme anlattım. İhtiyar kadın, dudaklarımı büktü; — Hastalık siniri, evlâdım! Evvelâ, anlamamıştım: — Nasıl hastalık siniri, yenge? — Bu hastalık, böyledir, oğlum! — Hangi hastalık, yenge? — İnce hastalık., Verem.. Bu kadın, neler söyliyor? Benim, kulaklarım mı yanlış işidiyor yok- sa? Mesture, verem, olsun, buna, inanabilir miyim? — Veremi de nereden çikardin, yenge? Ihtiyar kadın, çok gün görmüş, yorgun bir tavırla başını salladı: — Besbelii, apaşikâr, evlâdım. — Verem olan öksürür! — Mesture Hanım da ara sıra 7 Nisan mans Cumartesi akşamı saat 21 de SARAY (Eski Glorya)da .Dönyayı dolaşan şarkı, filmis nin mümessili meşhur tenor JOSEPH SCHMİDT YEGÂNE HONSERİNİ verecektir. Piyanoda Mi Michael TAUBE refakat & cektir. Fiyaflar: 300-200 ve 100 kuruştur. Biletler evelden alınabilir. (15400) oss Bugün saat 18,30 da ge SARAY (Eski Glorya) da KONSERVATUAR KONSER HEYETİ | (Yaylı sazlar orkestrası) Birinci konseri | Şef Dorkstr CEMAL REŞİTİ Bey. Solist FERDİ Bey ŞTATZER. şimdiden bileti satılmaktadır. Fiyatlar: 50-1 150 kuruş. (15399) Meşhur tenor i MİGUEL FLETA'nm i konseri 18 Nisana tehir olundu. | Meşhur artist tarafından Skala de lano ve Royal de Rome tiyai fazla olarak verilecek bile cuma günü Fransız Tiy; verilmesi mukarrer konserin 18 Nü tehir edildiğini muhterem ahaliye sir olunur. i Satılan bil in bu tarihe dirler, İstanbül üçüncü icra Eli | a Mahcaz olup paraya çevrilmesine rar verilen Şevrole markalı ve bir buç tonluk kamyonetin birinci açık arttn nür. (15408) ZAYI — 24 üncü ilk mektep ğrndan hükmü yoktur. A, Sadi, sürüği — Inşallah öyledir. Fakat ihtiyar kadının bu te külünde, kanaatinden şaşmadı gösleren bir iman, bir ihtimal Demek, o, daha başka şeyler de! liyor: — Peki, yenge, Mesture mun verem ne ile mediyorsun? j — Evet. En ehemmiyetsiz. lere sinirleniyor; her şeyden # yor, darılıyor, hiddetleniyoru». kiden böyle değildi.. Verem talığı, insanın ahlâkını değiştirif lum, Çok hırçın, geçimsiz oli Benim, üvey teyzemin kızı ondan bilirim, tıpkı böyle idi. Cevap vermiyorum, dinle; Yengem, devam ediyor: — Inşallah, önüne geçilir de talık ilerlemez.. Yoksa, 8004 ha fena olur. Ben asıl, $ için korkuyorum.. Ya, Neşide' laşırsa! Veremlerde, h nr bulaştırmak merakı da Üvey teyzemin kızı da, evvelâ! le mn sarsılıyordu. sıtma, dediler; şunu dediler, — Bitmedi