Fikirler ve e ei | lüyorlardı, Yalan söylemek te gene bir şey söy- “lemektir. Onlar dün de, bugün de bir ak dün taşladıkları bugün rl e eni e ai ei bir mezarın başın- da içindekinin eserlerini tenkit etme- ği doğru bulmuyorlarsa sussunlar, yazmasınlar, ihtifallere gelmesinler. Ben Ömer Seyfettin, Bk Nazif ihtifallerine, bıktırasıya tekrar edilen bu ihtifallere gidiyor muyum ? İstedik- leri şey, sevdikleri bir adam için yapı- lan merasimde bulunmak değil, bir- kaç eş dost görmek, kendilerini zös- termek... “Biz, bu memleketin münev- verleri, büyük ölülere işte böyle hür. met ederiz. Onların yazılarından bir satır bile okumayız; fakat bunu biz- den ve Allah'tan başka kim bilir? s bizi ihtifalde görüyor ya! ye- dar samimiyetsizlik, bu kadar yiübalilik insanı çileden çıkarıyor. Göl saatleri'ni, Piyale'yi beğenmiyen, anlamıyan, onları tehzil edenleri şim- di Haşimin cenazesinde, onun için ya- pılan ihtifallerde görünce insan oğ- lundan tiksiniyorum. İnsan kanaatle- ri, fikirleri ile yaşar, onlar için çarpı- şır: her mezarın başında ve kendi me- zarının başına kadar. “Ölülerinizi hayırla anm!” Peki a- ma bu ölen adamın yazıları, pla. rı da var. Onun için söylediğimiz her cemilel sözden eser de, yani ya- #ıyan ve sizin beğenmediğiniz bir kuv vet te istifade edecek, Sizi dinliyen ve size kapılarak asla tasvip etmediğiniz. görürlere, kanaatlere iştirak edecek adamlar, bulunur. Fikir mesuliyetin- den hiç mi korkmuyorsunuz? Yoksa kendi sözlerinize kendinizde mi kıy- met vermiyorsunuz? O halde niçin söy lüyor, niçin yazıyorsunuz? Söylemenin de, yazmanın da kendi kendimize, hemcinslerimize, ebediye- te karşı bir taahhüt altma girmek ol- duğunu hiç düşünmüyoruz. Fikir sa- hasının her türlü zaruretlerden kurtul ması, onların fevkine çıkması lâzım- m Bittabi bu bir a EZ bir tahakkuk edemez. bu böyledir diye her güne, her e göre mi kanaatlerimiz, imanlarımız olacak? Ahmet Hağim berrak şiirler yazar- dı. Kelimelerinin manası bilinince derhal anlaşılmıyan bir tek manzu- mesini bilmiyorum. Zaten türkçede bir Mallarms'nin, bir Rimbaud'nunki- ler gibi muzlim şiir henüz yoktur. Fa- kat Haşimin şürleri o kadar e 9 22 dar berraktı ki A anlıyamadılar, ei lella lmuş kafalara ne İakirdıları ile (O belde) eibet- yoğru! (Parıltı), (Şafakta), te mânasız ir. “Bet asla necabet mi verir hiç üniforma? - Zerduz palan — Milliyet'in edebi romanı: 3 ye emir 2 Onun arkasından söz! abin ribi kâmhari gör.” İşte rakik “Daha mı? ne istersiniz? Yenilik ve i buyurun: “Ben bir ezeli giryei mağ- mume mi sildim? - Her cürmüne rağ- men yine sen bence emelsin..” Kafa- lar bu afyonlarla uyuşmuşken Ahmet Haşimin şiirleri bir scandale gibi pat- ladı. “Malheur â celui par gul le scan dale arrivera.” Her taraftan taşlar yağ dı. Ona edilen hakaretlerden bir kas- hıçkırıklarımızı t beğendikleri asıl Ha- im değildir; Kendilerine göre bir Hâ şim icat ettiler! Onu niçin anlamıyorlardı?.. Bazıla- rı sadece şiirden anlamadıkları için. Fakat bazılarında da bu anlayışsızlık, kendine malümatı da siper ediniyor. du. Haşim symbolistlerin tesirinde kaldığını, kendisinin de symbolist ol- duğunu söylüyordu.. yirmi, yirmi beş sene evvel yazılmış fransız» ca edebiyat kitaplarını açın, hepsi de symbolistlerin anlaşılmaz şeyler yaz- dığını söyler. Hele meşhur Emile Fa- guet ile yine meşhur Max Nordau, Mallarmö'nin bir budala ve mütered- di olduğunu kimseden Lermi Onların symbolistler hakkındaki iddi- alarını, tenkitlerini Ahmet Haşim'e karşı kullanmak tam yerinde değil mi. dir? Biz onlardan da iyi mi bilece- ğiz? Biri büyük âlim, öbürü Acadimie française'den. Ama büyük âlimin te- reddi nazariyesi daha bize gelmeden gürümüştü, Acadömie français'e gi- ren münekkidin yazılarını da artık o- kuyan yok. Var, var ama ona inanmış olan © devrin < bönlüğüne delil bulmak için. Sonra Haşim'i böldüler: Şair Ha- şim, nasir Haşim. Birincisi Faguet ile kavline göre manasız söz“ arasmdaki fark ancak bir mii nın iki tarafı arasındaki fark kadar- dır. Kabartması değişebilir, cinsi ve buutları birdir. Tırnağa vurduğunuz zaman çıkan ses birdir. Muharrirde asıl olan da bu sestir, cins ve buutlar- dr. Haşim'in nesri ne ise şii dur. Yalnız resme bakanlar ve ona göre hüküm verenler madalyanın cin- sinden ne anlar? Haşimde iki şahsiyet görenler de ondan bir şey anlamamış» lardır. “O dem ki refrefi hestiye samt olur kaim...” Zavallı ustam! Öm uğrunda ile geçti. Divan yere inmeye on çek sevdiğim sözlerden biri Avni'nin: “Kadrü şerefi şairi şair bilir ancak, - Ruhulkudüs'ün sırrı Sirafil'e âyandır” beyti idi. Sen de bazı kimselerin seni anlaması ile iktifa etmiştin. Şimdi gör- sen seni kimler methediyor! Onları görsen belki bir nezaket eseri olarak teşekkür ederdin; . fakat içinden gü- derdim. Ben gülemediğim için kızıyo- 5 ac SM m el ” olan ölüm seni © süküta ka- vuşturdu; fakat ismin otrafında sev. mediğin bir vaveylâ var. Zavallı us- Sana, kuvvetini en çok kıskandığım adama (zavallı) diyebilmeli miy- dik? Gecenin hayat gürültülerine de, göz yaşlarma da sükütun kaim oldu” ğu saatinde, insan kafasının her şeyi en aydınlık gördüğü saatte sen yine bizimle berabersin. Çünkü o saatte keder yok, alkış yok, neşe yok; yal- nız insana, hayattan da, ölümden de münezzeh saf zekâ faaliyetinin ver. diği “sürur” vardır. Nurullah ATA Hamiş: Belki bugün Haşimin ese- rini tahlile çalışmam lâzımdı. Fakat daha geçen hafta onun kitabından bahsetmiştim. Bugüne kadar söyle- diklerime ne ilâve edebilirim? N. A. Nahit içeri girince, kendisini kanape ye aktı — Hem de çok mühim, dedi. Şadiye- bilirsin... — E, kavga mı ettiniz? Ayrılış fa- Tan mı? — Onun gibi bir şey. — Anlat bakalım da şu hikâyeyi din yapayım. — Azizim, Şadiye bize yol verdi, — Allah allah.. sanın askı daha yakıcı, ler zall şey oluyor. “Artık aramızda herşey bit. ti Nahit” dedi. — Eh, kafesin kansıdını açarsan, kuş elbette kaçar... ek çi bir aydır ihmalkârliğım olmıyor de. Zildi. Fakat ne de olsa bir erkek şakla. banlık eder, her kusurunu affettirebilir. değil mi? Ben öyle yapmadım. Ne buda lalık etmişim. Gecen yün yine Şaziyede idim. Cay içiyorduk ve dereden tepeden konuştuk, Sevdalıların dereden tepeden konuşması fena alâmet.. Sarki on sene. lik karı koca gibi. Birdenbire Şaziye bir kahkaha kopardı. — Ne var, meye gül. dün? Dedim, — Hiç, dedi. — Canim, insan sebepsiz süler.mi? — Bir mektup aldım da cok tuhafma giti, dedi, hah, hah, hanah.. — Okuyabilir miyim? Dedim, — İstersen oku, işte orafa keridoenun üstünde duruyor. Mektuha aldım, oldum. sana da okuyayım, — Oku bakalım, nasıl mektupmuş | bu? — Mektubu Muallö isminde hir'lez Allah aşkına dinle... Oküvo. rum; “Sevsili Şaziye, bu 9 kadar canım sıkılıyor ki, hem iz avutmak, hem de hatırını sormak için şu mektu- bu yazıyorum. Fakat hislerimi sana izah etmek ne müşkül şey olacak. Arasıra hülyalara dalarım. Ben güzel birkz ol duğumu zannediyorum, Hayalimde dönü İ omer, ebedi bir ask yaşıyor. Falat Şişli nız hayalimde,. Yolunu şasırıp töpteİ-. mıza düşmüş bir melek mibiyim. Rube mun inceliklerine ayni ivcelikle muka- bele edecek kimse yek. Gerçi ben me- lek değilim, Nihayet hir kadınım, Fa- kat ba ünün erkekleri de he kaba şay- ler.. Zarln içini sörmeği bilmiyorlar. Hepsi zevahir budala: vöcüdün değil, iki ruhun. iki fikrin bir. İstersen | Fakat Musllâ ne oldu? geniş bir nefes almağa ihtiyacım var. Geçen Salı günü, tesadüfen eve geç kal- dığım için bir “Tokantada yemek yedim. yalnızdım. Karşımda birbirlerini sevdik leri belli bir genç kızla, bir delikanlı o- turmuşlar, onlar da yemek yiyorlardı. Birbirlerinin yemeklerini taksim ediyor- lar, birbirlerile İstifeler yapıyorlardı. | Dünya umurlarında değildi. Bu iki sev- dalı kalbimi alt üst etti, yemek yemeğe işteham kalmadı. Son derece müheyyiç bir halde lokantadan cıktım. Fakat bu çıkışım bilsen, ne sulcut oldu? Yolda pe şimden tekılan insanların attıkları ba. yağı lafları iğ dim. Hızk arkamdan Allah nicin beni böyle yarattı? Ben sa- kin, candan, samimi mütekahil bir aşk arayorum, Bir çiçek koparmağa kalk- sam, hemen çiçeği besliyen gübreyi gö- rüyorum. Seni sıktım Şaziye, sen seven ve sevilen hir kadınsın. Mes'ut ol. Ben de yalnızlığımla kalayım.” MUALLA Halim Şadi sordu: — Hepsi ha mu? — Hayir! — Daha arkası mı var? — Var ya, anlatayım. Ben bu mek- tubu Gen eayinda okudum. Göz- lerimin önünde “yeni bir âlem canlandı. Şu saf drink Muallâyi tanımak ve her | erkeğin öyle zannettiği gibi kalbi olma dığını isbat etmek istiyordum. Nihayet sekiz gün sonra Munllâyi tanıdım ve 0- ma tam ruhunun arzularma göre, hissi iz bir sa madalvenin ters tarafı varma, Bilir misin mektubu. ma kim cevap verdi? — Kim? — Şaziye cevap vermesin mi? Mek- tubunda: “Her şeyi öğrendim, Ben öyle baş- ka kadınlara mektup yazıp ilânı aşk ©- den erkeklerle bir daha konuşarsam” yordu. — Sen de ihtiyatsızlık etmişsin. Ka- | dınlar kendi aralarında sır saklarlar mı? — O dn mekterbunmu olduğu sihi ge- | ri göndermenin mi? O vakte kadar her. şeyi dinliyen Ha- lim Sadi bir kakkaha kopardı: — Gefil çocuk, dedi, ben her şeyi bi- Tiyorum. İşte isbetı., | Kalktı, çekmeceden | çıkartlığı bir riske Nahide uzattı. Muallâ imzalı, “Aya üslüp ve edetta bir mektup... Bu defa Nahit şaşırmıştı. Halim de- di hiz — Şaşirma, şaşirma.. Bir zamanlar ben de Şaziye ile konuşuyordum. Böy- le bir mektup alınca, Musllâya daha görmeden eönül baltladım. Ona mektup yazdim ve tıpkı senin aldığın cevap gi- bi Şaziyeden cevap aldım. Münatebeti- höh vandetle ietifa eğecek erkek Şen di nerede? “Şaziye, belki bu yazdıklarımı çek mansız bulursun. rr lıyan bu dalga beni boğuyor. Onun için Tel: Bevoğ! i Er za oyy İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir | Merkezi idaresi: Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde ni kesiyordu. Şimdi anladın değil mi? Ortada Muallâ diye bir kadın yok. Bel- ki de var, ne bileyim. Fakat Şaziye bir âşılmı defetmek istedi mi, bu hileye müracaat ediyor. Demek ki hana yaptı- ğini aynen sana da tatbik etmiş. Geç- miş olsun. acenta aranmıktıdır. lu : 4887. 3265 agg | şen, İ yeri. Makar: Dur Gelen karşılıklar Liste: (86) Mühim; Büyük iş, sıkıntılı iş, ba- şağrılı düşünce, giri | bırakılamayan, göz yumulamıyan, el çekilemiyen. Mühlet: bırakışı uzatma. Mühmel: ba- kımsız, boş bırakılmış, ilişilmemiş, e) sürülmemiş, göz yumulmuş, o arlaşı maz söz, belirtiz söylemiş, Mühür; Ad baskısı, anılış kazıltısı. Mihr: gü- neş. sevmek, acımak, Mühendie: ölçü- cü: (yol, yap: gibi işlerde.) OMüs- tabatrat; özünü değiştirme, başkalaş- ma, taş kesilme, taşa dönmüş, yer bi- tim'eziz (otlar, yeşillikler, ağaçlar gibi. ). Müstesna: ayrılmış, seçilmiş, tekleşmiş, biricikleşmiş, “üstünlermiş. Müşshede: gözle görüş. göz ibişkenli- Zi, bakış kavrayışı; Müşehhas: kılık. lanmış, seçilmiş, anlaşılmış, gözde bü- ayrılmış. Müştemilât: xaple yanlar, kavrıyanlar, dalbudaklar, ay- rıltılar, içtekiler. o Müyesser: kolay» laştırılan, kolaylaştırılmış. Filerinalı Nâzem ... Liste: (8s) Mündemiç: bir ncane eşen, içine dürülüp işinde, Mühlerecat: olup bir kitabın veya yazmın içinde bü- Yunanlar demektir, içinde bulunan söz- lerin manası Çeniki). Müjde: sevinç- lik sözü, sevinç bildirimi, beşaret se- vinç haberi müjdelemek, tebşiretmek demektir, türkleşti, sevindirmek tasa- sını almak. Mürüvvet: © erlik iyilik, Müsabaka: yarış, müsabakat, yarışmak birinden ileriye geçmek, ileri bulun- mak üstün olmak, boy ölçülmek. Müs tacel: ivmek, ivdirmek, tacll, ivken- tiz, seri, acul, ivi acele, ividi, aceleci, acul demektir, tiz. yapılması İstenil- miş ivilmiş, çabukluk. Müsekkafat: ev ler, damlar üstü örtülmüş, tavanlı ev- ler, istilahati fikhiyeden olup müste- gallattan başva ev, han, o dükkân gibi üstü örtülü olan vakıf mahaller, yapı: lar demektir, müfredi müsakkaf. Mü- sait: elverişli, uygun, uzlaşan. Müsa- maha: göz yummak, güler yüzle” dav- ranıp kolaylık göstermek, uyarlıkta bu lanmak, eylik etmek, Yür verdnele, Mü gece, dermeki dernek. müfredi yğin eden. Müzmin: eskimiş, istalâbi tibda hasta Irk İirk günü geçsrec müzmin sayılır. Müvazene: denk, denkleşme, tay, tay laşdırma. Münavebe: o keşik keşikleğ- | mek, yümü: içine yer- m, konulmuş, mündericin cem'i Göztepe Hazacdar oğlu Baha ... Liste: (85) Mündemiç: içine konulmuş, | gizinz sarılmış, arasına sıkıştırılan. Mürde- pecat: içindekiler, re olanlar. Müjde:, sevinç salığı, şentiniğ.” ataştayı air l iletme, Mürüyvet; erkeklik, yeğitlik, yükseklik, esirgemeyişli! Üstün 10ğ4, baba, ana murtlu gi Mü- sahaka: yarışma, yarış, ön alma savaşı, kazanma uğraşışı, üstün gelme çalış- kanlığı. Müstacel: çabuk istenilen, hız iandırılar, alrkomulamıyan. Müsekkı- fat: ünü örtülü, damlı, çatılı yapılar. Müsait: yollu, yolunda, engelsiz, ili- | şiksiz, uygun, elverişli. Müsamaha: gör | memezlik, yan çiziş, göz £yürmuşluk, aldırmayışlık, sert davranmayış, gev- şehâuruş, yumşaklık, Müsamere: eğlen- | ce, çalğılı toplantı. Müskirat: başdön- düren içkiler, uyuşturucu — çakıntılar, | başı dumanlıyan, çekişler. o Müzmin: eskiyen, yer eden, iz bırakan, yerle | Filorinalı Nâzrm ... Liste: (71) Mağrur: Böbürlü. Mehabet: Ululuk. Mahatet: Makale: Makam: Buyruk Makbul: beğenil. | miş. Maksat: Ülirü. Maktu: kesilmiş. | Makul: düşünceye uygun. Mamur: Dü senli. Mana: Manzara: Görünüş, Ma- sum: Suçsuz, Beyoğlu 1i inci mektep smiailirleri YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — Dokuz saf gelirdi gidinin dölü. Sandılar milleti çürümüş ölü. Yetişti imdada Erzuritm gülü. Yalçın Bey, Yalçın Bey? Yurdun , Yaşasın. Yaylalı Mehmet, Yayla köyünde »rraktığı bebesi içinde © deyişler düzmüştü. En beğendiği bir tane- sini yalnız kaldığı o zamanlar ça. tardı: Bir bebe kızım var, Petektir adı, Oğul balından da tatlıdır tadı, Şu kahpe feleğin tuttu inadı, Beni irakladı bal petek'imden. * Gözleri aledir, saçları kara, Nerdesin bahçeli, bağlı Ankara? © Hele bak, şu felek denen maskara Beni irakladı bal Petek'imden. Karısı için yaktığı türküleri da- Nr yerlerde ve daha yavaş bir ve sazla okurdu: yeralan bir su için ii. güler Zi için, ce Petek'imin anasını Ben özlerim için, için. Kara poşa bağlarmola? Bülbül sesi, Kızıl ırmak Gibi coşup çağlarmola? Bununla beraber Yaylalı Meh- met içliliğini, (Oince duygularını kimseye sezdirmezdi. Yaradılışın- da bir neş'e, gülümseme © vardı. Memleketin oyunlarını çok güzel, şevik; kıvrak oynardı. o Edirneye yürüyüş emri alındığı gece görme- liydi. “Hem parmaklarını Konyada bir sabah Konya. istasyonuvda © Müdü Tisiye'nin işlettiği otelde oturuyor- dum. Boş vagon alıp satanlar, ve- sika alıp satanlar, halkın .can ve boğaz hakkını alıp satanlar gece: yarılarına kadar havyarlı, kebaplı rakı içerler ve sabaha kadar beş lira bop, poker oynarlardı. Otelin | biz yerli müşterilerine ancak gün- düzleri uyumak kısmet olurdu. Gene böyle bir gece hiç uyuya- madım. Sinirlerim bozuldu. Başı- ma bol soğuk su döktüm. — Dışarı fırladım. İstasyonun önüne geldi- ğim vakit makastan bir tren girdi. Yarısı yük, yarısı asker treni. Can sıkıntısı ile ehe boya dolaşır. ken arkamdan beni çağıran bir ses işittim. Arandım. Sapsarı, hasta bir asker bir kompartıman pence- resini gösterdi. Baktım. Birdenbire tanıyamadım. Beni çağıran benzi uçuk, deri ve kemikten adam kim- di? Biteviye gülümsiyor, elile iş- mar ediyordu. Sokul, katle baktım. epi — Tanıyamadın mı beyim? Bu ses... bu sesi ben çok iyi... — Ben Yaylalı Mehmet (değil miyim? — Vay! Mehmet Onbaşı! Şimdi çavuşum beyim. Elini uzatmıya çalışarak: — Tokalaşacağım ama iyice kı- mıldanamıyorum. — Hasta mısın? Nen var Meh. met Çavuş? Zarar yok. Rahatsız olma, İ — Sol bacağım yok beyim. ts | e mleşbi ilg bacak fazla geldi de bir tanesi i Halep sokaklarında bıraktım, Ni- delim? Yazımız öyleymiş. Canak- kaleyi, Kafkası, çölleri dolaş. Bir şey olma; ölme de gel Halebin için- de... — Vah vah! geçmiş olsun. Na- sıl oldu Mehmet Çavuş! İ -— Son zamanlarda bizi Musta- fa Kemal Paşanın ordusuna ver- mişlerdi. Ordumuz Halep önünde toplandı. Düşmanlara çok tırpan attık. Harbi kazandık. Ama yezit- ler sehir içinde de uslu durmadılar. Bir şehir muharebesi verdik. Te. mizledik. Yalnız bir damdan atı- lan bomba sol bacağıma maloldu. Yaylalı Mehmet; bir bacak de- gil, bir kullanılmış kiraz sigara a- gızlığını yitirmiş gibi konuşuyor- du. Bir deri, bir kemik kalmış gü- zel yağız yüzünde hâlâ o bembe- yaz dişli gülümseyişler vardı. — Şimdi nasılsın? Cebeci hastahanesinde de bir m kadar kalacakmışım. Kâğıdımı öy. le yazdılar. — Buranın kumandanına söyle- yim de seni burada (o bakitsınlar. zayıfsın. Yollar uzun. — Yo! dedi Mehmet. Ne kadar uzun olursa olsun giderim, öğ Eş galiba yere baktı da: — Hem, dedi, Yayla (Cebeci hastahanesine altı saat... Göz göze geldiğimiz zaman göz- | bebeklerinde yedi sekiz (o yaşında bir Petek kızla, ala gözlü bir kadı- nın yüzlerini görür gibi oldum. Öküzsüz, tarlasız, o davarsız ve bacaksız Mehmet artık ne (o yapa- caktı? Bu sorgu kafamın o içinde şimşeklendi. Dilimden kaçtı: — Köyüne gidince ne yapacak- sın çavuş? — Eskiden ne yaparsam onu yapacağım. Efe o laktların. da, köy düğünlerinde, misafir eğ lentilerinde bağlama çalıp geçim yoluna bakacağım. Bir düdük sesi, bir sarsıntı. Yaylalı Mehmetle bir daha ay- rıldık. Mehmedin sesi, kompartımanın açık penceresinden taşıyor: Koyun gider yata yata Tırnakları bata bata, Gelin Ayşem suya düştü Fışkınları tata tuta, Aman Ayşem! Gelin Ay. Köy düğününe hazırlık. pi İL Rapyo Bugünkü proğram © ISTANBUL: 18.— den 18,30 Gramofon 15,30 , 1900 Fransızca dera (Mi lere maahrus). 1900 , 1945 Alaturka saz (Servet il 1945 , 2050 Alaturka sax (Vedin Rira Hİ J 2030 4 21,30 Alaturka san (Bedayüi kiye heyeti). 210 ,, 2200 Gramofon. 2200 |, itibaren: Ajans, Borsa hal saat ayarı ANKARA, 1538 m. 19,30 : Dane murli 20, s Ajann haberleri, VARŞOVA, 1411 m. 1315 plâk, 16,0 çocuk meş 15 hasta programı, 18,35 pl lar ve dans musikisi, 20,15 konsere kı 20,35, Viyanadan nakil, pinin eserlerinden kanmı BUDAPESTE 550 m. 0 alindemisinden naklen tesi! iberler, Müteakiben Sigan mf! rich kahvesinden maklem, 24 pi kalı fantazi car musikisi. Viyana in Rbeingold operası naklen) , 2325 dans musikisi, MİLÂNO -TORİNO-FLORANSA: k opera Zi haberler, plâk, konferans, 2150 konser, 25 halil musiki, 23 haberler, i musikisi, j FRAĞ, 488 m. 1935 musikili almanca neşriyat, Studyodan bir Uyatre | temsili, 22 proğram, 2320 Brüno'dan saklen, Ney'eli © ganaili gece musikisi, ROMA, 441 m. 2130 Verdinin Othello operası. BÜKREŞ 384 m. 13 Plik , 1420 Keza, 18 karışık konu 20 deri, 21 Koro konseri, © 21,45 ney'eli b seyrek, 22 radyo orkestrasının konseri, ——————— Vefat Süvari binbaşılığından mütekait li Riza Paşa zade Refik Bey vefat miştir. Cenazesi bugün Alemdar Sıhbi Yurdundan kaldırılarak Ayasofya cati) inde namazı eda edilecek ve Kuzgur ta aile kabristanma defnolunacaktır. — mam FATİH MALMUDURLÜ GÜNDEN : Ayvansaray'da atik Mus“ tafa paşa mahallesinde bos tan sokağında eski 39 yeni 37 No. lı hanenin satış müzay€ desi 13 Haziran 933 tarihint kadar bir hafta temdit edik miştir. Taliplerin 13 Haziraf 933 tarihine iniisadif salı gü nü saat 10'da Fatih Malmü' ürlüğünde müteşekkil satış komisyonuna müracaatları. (2586) gtlilliyet | Asrm umdesi “MİLLİYET "6 raçaat edilir. Gazetemiz ilânların mes'ü” İiyetini kabul etmez, BUGÜNKÜ HAVA Yeşilköy hava rasat merkerinden aldı” İsmiz malümata sazaran bugün hava yağ” murlu olacaktır. 95-933 tarihinde hava tazyiki 754 mili” metre «e farla hararet 21 en ax 13 derece id. tüm. Biraz Mazlüm Rasimle ot otur dum. Sonunda, Milli Müdafaa Ve kâleti olan Sanatlar o Mektebinif arkasındaki kötürüm Zare kadın!” bir odasına kapağı attım. İki, od komşum vardı. Birinde Sadri & tem otururdu, öbüründe de Yab#" nabatlı Fatma kız. Sadri ile beni işimiz yoktu. Ama komşumuz. Fat* ma kız kendine geçim bulmuştu her gün erkenden gider, bir ka€ daireyi siler, süpürür, temizler v& aylığını alıp gül gibi yaşardı. Aylaklarm derin uykusu ile w yuyordum. Kapım vuruldu. Fatm# kızın sesiz — Komşu! kalk, kalk! Kısmetli reis Hedi Bey geldi. Arkasından Polis İkısmuadli reis Hadi Beyin sesi: —— Bu ne uyku? Kalk yahu! Kapıyı açtım. Hadi Bey o gen şen ve telâşlı; — Okuyucular geldi. — Ne okuyucuları? — Düğün davetçileri canım. Bi" zi düğüne okuyorlar. — Nerede bu düğün? — Küçük Yozgat tarafındaymıt Bizim Yenişıhlı Rıza Bey gönder miş, Gelmezlerse hatırım kalır de miş. Hem alay malay gidiyoru? — Kimler var?