pp yam MİLLİYET CUMARTESİ 20 MAYIS 1933 Fikirler ve insanlar CAHİT Cahit Sıtkı'nın bazı mecmunlardı ve magazinlerde — bilhassa Muhit- te — çıkan manzumelerini dikkatle okumuş olanlar bu genç şairin, yaşıt- ları gibi birtakım köhnemiş veya bey- Mik heyecanları söylemekle iktifa ete meyip yeni bir ifade (içinde taze ve şahsi hisler vermeğe çalıştığını elbette farketmişlerdir. Bence o, isimleri üç dört senedenberi duyulan şairler ara- amda en çok ümit verenidir; zamanın aceleciliğine kapılıp onun da pek ça- buk bastıracağını bildiğim kitabını a- lâka ile bekliyordum. Ömrümde sühüt'u (1), içinde ha- rikalar aramak için açmadım; henüz çocuk © denecek yâşta — olan bir şairden, insanların hafızasında ile- lebet kalmağa lâyık yazılar beklene- mez. Zaten, niçin itiraf etmeyim? Ca- bit Sıtla'nm yazıl en ho- şuma giden şey, acemilik hâlidir. O, kendine mahsus bir ahenk arıyor; ser- besi nazma gitmiyor âma hece vexni- nin içinde yeni “combinaison,, lar ara- dığı gibi ötedenberi kullanılan 7 - 7 lik veya 6 - 5 lik mısralardan da ye- ni tinnetler çıkarmağa uğraşıyor: Aynadaki aksim, gölgem, bir de ben. — Var mider, yok mudur onlar sahiden? — Aşina değiller çektikleri" me; — İçlerinden biri gelse yerime. gibi mısralar, çoktan beri alıştığımız 11 hecelik manzumelerinkinden olduk ça başka bir ses veriyor. Fakat Cahit Sıtkıı'nın asıl muvaffa- kiyeti bilhassa bunlarda değildir. Şir- diya kadar on heceli (yani 5 » 5) mıs- ralar yazmağı deniyenler oldu; Ziya Paşanm Tartuffe tercümesi on heceli mısralardır. Fakat bu ve- zinde insanı çabucak yoran bir tıkırda | vardır. Zaten yarımda © durgu yeri olan on heceli mısra fransızcada da z0x tahammül edilir © bir gey oluyor; bunun için Fransızlar 4 - 6 yı tercih ederler. Cahit Sıtkı bu vezinden radı, tıkırdıyı kaldırmağa muvaffak olmuş: Maziyi yada daldığım zaman, Nasıl olur da bilmem ki bozan, Hafızam durur, kaybolur yollar ; Ve sonra birden içime dolar, Daire gibi genişler süküt, “İçimde kal, hepsini unut Cahit Sıtkı, şimdiye kadar şairleri- izin bir türlü iyi kullanamadıkları, — Tu röclamais le Soir; il descend; le volci. .. ,, musrala- rının bir “paraphrase,, : hissini veren şu mısralar hakikaten ahenkli — değil mi? Nihayet gün bitti; işte beklediğin. — Geldi: gece, gece, için kadar engin, — için kadar zengin bir gece. Sahiden — Hülyanla başbaşa yaşamak istersen, — Pır pırıl yanan karanlıklara dal, — Ve geceler gibi bilmecelerle kal?,, Fakat Cahit Sıtle'nm bu kadar mu- vafiak olduğu manzumeler nadirdir. - Mavi, kirmizi, beyaz ve ah! — Renkler renklere renkleri ek. ler. ..., gibi çocukça ve çok ahenksiz mısralara düşüveriyor. “Siyah,, a kafi- ye olsun diye gelen “ah',, tan bahsa bile hacet yok; zaten şiirin vezin ve- ya kafiye zarureti için fazla | kelime kabul etmiyeceğini hiç şüphesiz Cahit Sıtkı kendiliğinden anlıyacaktır. Fa: kat: “Renkler renklere renkleri ek- ler,, maısraı da daha vahimdir; bunda şair gibi karii de aldatması, kendisini güzellik zannettirmesi kabil olan bir hüner kokusu var. o Cahit Sıtkı bunu taklit etmiş, çünkü o mısra bulundu- ğu parçayı takip eden manzumede de “Sesler seslere sesleri ekler, diye bir rusra var. Dikkat edilirse bu iki mı yada hakiki bir güzellikten de haber ; şair renklerin ve seslerin biri rine kasma vücude gelen na- lik vücude getirerek yaptığı için bü- tün güzellik O mahvoluveriyor. Böyle kolay “effet,, lerden kaçınmak icap eder. Cahit Sıtkı'nın bence (o bunlardan daha büyük bir kusuru var: fazla si- fı kullanıyor. Vakın bu merakı ona, | Mülliyetin edebi Romanı: 108 ———— MAKEDONYA Aşk, — Herif ehemmiyet vermez. Zannet- | — Ben ederim. görürsün can kaygu- su bu, — Öyle ise Allah ismarladık... Bem | yarın öğle yemeğinde söyle- | rim. İ — Öğle yemeğinde buluşamazsınız. Yarın Şemsi paşa ve Müşür onu evine davet eder. Arcak akşama doğ beli bir fırsat bulabilirsin © “Namiye söyler, bir taraftan da o dızdıklasın. Belki bir fırsatmı bulabilirsin.. Nami- ye de söyle. Bir taraftan o dızdıklasın.. — Pek âlâ. Ha az kalsın unutuyor. Manastıra tayin etmişler. —Osman paşa mı? — Müşür sertlizile me, böylu.. Tatar Osman deri tardır ba, | ile din büyükleri, bugün de sanayi er- SITKI yukarıda zikrettiğim bir manzumede- ki: “...için kadar engin, — İçin ka- dar zengin bir gece.,, gibi hap ve içi- mizde akisler bırakan sözler söyleti- yor; fakat ekseriya da onu şöyle mzs- ralar yazmağa sevkediyor: “Üzak bir iklimin dık havasında, — İnsan hâi- natla her an kucaklaşır, — Sonsuz bir sevginin gamsız dönyasında.,, “Uzak, ve “ulak, şey demiyorum; hat- u, mısra, bir on dört satırlık manzu- mede dört defn tekrar edilmesine rağ- men bir sıkıntı vermiyor; fakat “son- saz,, ve “gamsız, sıfatları pek lüzüm- suz olduklarını unutturamıyor. Ömrümde süküât'tan bahsederken bilhassa şekil üzerinde durdum; bu, Cahit Sıtkı'da yeni hayaller, kendine mahsus bir hassasiyet bulunmadığını iddia etmek için değildir. Bilâkis. Za ten bu şairin sade şekil güzelliği ile meşgul olduğunu zannetseydim kita- bına bağlanmazdım. Fakat bilhassa türde “mana,, dediğimiz şey, dalma “ifade, nin kusursuzluğundan doğar. Yukarıda Cahit Sıtkı'nın, gürel buldü- Hum bir “image” 1, sırf rmeram rekike ti ile öldürdüğünü işaret ettim; şekil meselesi daima bu kadar ehemmiyet- lidir. Zaten Cahit Sıtkı güzelliği ma- na ve mazmunun değil, ancak şeklin verdiğini bilmeseydi vezin — üzerinde çalışmaz, sözlerini mutat kalıplara dö- kerdi. Sanat hakkında La nouvelle revue française'in 1 ni- san tarihli sayısında M. Bernard Gro- ethuysen'in ingilizce bir resim ve hey- kel tarihi hakkında o kısa bir tahlili vardı. Çok hoşuma giden bu yazımın bazı parçalarını tercüme ediyorum: . Sanat bir mucize, kendi mak- satlarımıza yaramasını istiyerek dai- | ma kaybetmek tehlikesine lü müz bir lutuf Çprâce) & izmet etsin diye kendisine birtakım e ve mansıplar tevcih ederek ara- mızda tutmağa çalışır ve © böylelikle koğmuş oluruz. Bunun için denebilir ki sanat aramızda daima az bir müd. det kalabilmiş, sonra bozulup kaybol. muştur. Her devir, her millet o garibi davet eder, fakat alıkoyamaz. esas itibarile maddi bin bir ihtiyacı bu- | lanan ve kendimizi oyuna, saf ve neti cesiz hazlara bırakmağa bir cemiyette, sadediller | mevkii kalmıştır. Böylece her ikisi arasmda derin bir anlaşamamazlık vardır. Sar natkâr eserini niçin vücude getirdiğini bilmez. Bu suali cemiyet sorar ve ona kendine göre bir cevap verir. Krallar babı: “Bu eseriniz, derler, bize iyi bir olacaktır. Bunun için onu satm alırız.,, Ve yahut şöyle derler: o “Biz sizin eserinizi, bizim ne kadar <engin olduğumuzu komşularım, bir zinet eşyası olarak evimize asaca- Eş “Bu kadarla da kalmaz. Sanatkâr dan, eserleri mümkün olduğu kadar verimli olsan ve ilân hakkile ba- şarım diye tarzmı, ini değiştir. mesi de istenilir. “İşte sanat ozaman mahvolur. Ar- tık ortaya kralların, dinin şanını, şe- ni bildiren “abideler,, ve yahut ki yine o cinsten olarak falan malı ta tacak, sattıracak afişler çıkar. Sanat, zinet eşyası meyanma girip (o kıymeti malüm bir mal olunca da, eserin tam kıvamında olduğunu ve müşterinin pa- rasına mukabil tam usulü dairesinde yapılmış (acadimigue) bir mal aldığı. nı herkes farketsin diye sanatkârın hiç bir şeyi eksik id dikkat etmesi lâzrmgelir. Biliyorum ki terçümem iyi olmadı ve M. Groethuysen'in © söylediklerini pek nakıs olarak ifade edebildim. Fa- kat karilerime'o güzel yazmın böyle | soluk bir aksini olsun takdim etmek- ten kendimi alamadım. Nurullah ATA (1) 64 sayıfa, 20 kuruş. Sühelet tüphanesi, Kin, Pollülka, ve Kan.. Müellif Nizamettin Nazit ...... Boyu görelim biz aye gözümüze kestirirsek onu da bir hale yo- İn sokarız. Eller sıkıldı. Üç beş dakikalık fasıla larla sokağa çıktılar. Karasu Talâtin ar- kasından bir müddet gazeple | bakmış, sonra hiddetini dolaptaki konyak şişe sinden çıkarmıştı. Sabahleyin, locanın hademesi, onu ya- maroken koltuğu üstünde de-| tin bir uykuda bulmuştu. Mühim bir karar Dışarda bir borazan karavanayı vuru- yordu. Tektük at kişmemeleri duyulu. yordu, Topçu mülüzimi Ziya Bey, ma- sa başıma oturmuş, alnına konunakta is- rar eden bir karasineği sinirli siniri ko- vark uzunca hir maktuba göz gezdiri- yordu. — Mükemmel.. Çerçis de iltihrk et- in ormanın içi zifiri karan. X Dikçe ve taşlı geçi yolundan a- ağn Mim sik sağdan kar Yaları yordamlayarak, düşmemek i- gin dikkatle ve ihtimamla yürüyor. Ara sıra iki ayağı birden kayıyor, ar- kasından bir küfür. Nihayet ormanın nık bulutlar sıra sıra çit yapıyorlar. Onun. için ortalık ba- zan birden bire kararıyor, bâzan de kayaları, fundalıkları ve gölgeleri büyüten koyu gümüşi, âdeta madeni bir aydınlık hâsel oluyor. Bu adam, Veli Dayı, keçi yolunun ikiye ayrıldı ba soldan köye mi gitsin, yoksa sa, dan çatım görünen Mustafanın kulü- besine mi?. Veli Dayı yürüyecek halde değildi. Orman yolunun taşlarında! âdeta parçalanmıştı. Köy uzak, Mus- tafanm kulübesi oracıkta. Kararmı verdi. Sağa saptı, Mustafa gecenin süküneti içinde i duymuş, merakla kapmın şuna çıktı. Dağı önünde ge- acaba kimdir, diy: önüne çıkmıştı. İri yarı, gücü keyveti yerinde arslan (gibi bir delikanlıydı. Veli Dayı kulübeye yaklaşınca bağır- dı; — He, Mustafa, benim, ben:, Delikanlı bu sesi tanıdı: — Sen misin Veli Dayı? Bü zaman böyle, hayır ola? .. Sabahleyin orma- na çıktım. Devrilen ağaçlara baktım. Bizim oğlanlar yukarıda çalışıyorlar. Akşamdan evvel dönecektim ârma ol madı işte. Karanlığa kaldım. Ayak. larım da yolda parçalandı. Buradan köye daha yarım saat yol var. Bu a- yaklarla nasıl giderim ben- Bu gece burada kalayım, yarın bakalım nice olur. Veli Dayı bunları söyle geçti. — Şöyle kenara buyur Veli Day Bu gece de ben yalnızlıktan patlay: caktım. Veli Dayı, Mustafayı süzdü ve bir, den bira sordu: — Yüzünden hiç canı sıkılmış ada- ma da benzemiy-rsun, Yoksa bir şey mi var? Veli Dayı, baş sedire şöyle bir u- zandı, Başımı kaldırdı, bu dağ kulü- besinin çatısını tutan isten siyahlan. mış iri kalaslara baktı ve tekrar sor. du: > Söyle bakahım, yeni bir Şey mi var? Delikanlı şen çehresimde siir tebein sümle cevap verdi: — Yok canım, ne olsun? Yalnızlık. Mustafa dipteki dolaba yürüdü, ora dan iki fincan, bir cezve ve kahve ta- kımını aldı. Cezveyi ocağa sürdü. De. reden tepeden konuşmağa başladı! — Yukarıda işler nasıl gidiyor? — Yukarıda işler iyi. Orasını bi rak ta senirile konuşalım. Burada yal- 'nızlıktan şikâyet ediyorsun. Köye gel- sene.. Daha seni işe aldığım gün gi lemedim mi ben, köyde kal diye. kulübede oturma dedim. Osman ağa aha şu potura kendini azmıştı. Yalnız ı sey değil oğlum. Sen,o aklı bi rak ta köye gel — İyi amma Veli Dayı, ben de or- manı severim işte.. Sabahları iş için | köye vaktinde erişiyorum. Yarım saat çik yoldan ne çıkar? Hem köyde böy- Te rahat kulübeyi nereden bulacağım ? Yalnız burada iki kişi olsak, o zaman değme keyfine... Ne de olsa bir kişi canı sıkılıyor. Şimdi sen geldin ya, ©- na bak. Kahveleri içiyorlardı. Mustafa bir- den bire başını kapıya doğru çevirdi. Veli Dayı sordu: — Ne var? Mustafanın yüzündeki birden zail olmuştu. Galiba ben de köye “ineceğim. Başka türlü olmıyacak , Ayağa kalktı, Gözlerile odanm ka ranlık köşelerini araştırdı. Veli Dayı hafif tertip sararmıştı. Pes perdeden: — Ben sana köye gel dedim, ben de hi iirim, m eşiği tebersüm nikte yarıda bırakıl lanmasına taraftarım. pıp yapıp öldürmeğe arkadaşlara haber yollayalım. Bu vazi- feyi üzerine almak isteyen varsa derhal ortaya çıksın, Haydi Ziya durma yamağe| ıkmadan kon. sıkmadan arkadaşlarla konuş. Mülüzen derhal dişarıya çıkt Habip | i Pp.ine yar ie. Fedai Muntafa endişeli bir tavır aldı: — Sus, dedi, duydun mu? — Samanlıkta değil mi Mustafa gözünün işareti ile tasdik etti. Biraz daha dinledi. Sonra toplan- dı. Fakat çehresinin “kapalı hatları | doğişmemişti. Bazan samanlıkta, bazı fahtal rın altmda,. Bazan pencerenin dişm- Gürültüler oluyor, öte beri dev- or, koşup bakıyorum. Kimsecik- ler yok. Kim yapar bu gürültüleri an: Tamadım. — Fenüphanallah.. — Birisi var, bir şey var amma kim? Hele bazi Aralarında bir süküt fasılası ol Veli Dayı sükütu bozdu, fikrini de tirmiş insanların tavrile dedi — Ben bu gece burada kalayım de- dim amme, aklıma bir şey geldi. Bi- zim karı kasabaya teyzesinin yanına gitti. Cumaya dönecek. Ben göce köy- de kalmazsam, bilirsin ne dedikodu | teleri var me sen, rı kalmadı. Şurası yarım #natçik yol.. Eğer köye geleceksen, haber ver de sana ben yer hazırlatayım. Mes'afa daha kararı vermemiş in- sanlar gibiydi: — Inşallah o da olur, dedi. Veli Dayı gittikten ve köye doğru hayli uzaklaştıktan sonra, Mustafa kaş sürmeledi ve am — Çik Ayşe, dedi; kocan gitti Ar tık geleceği de yek. İlki şen kahkaha ve iki genç baş bir leşti. Ayşe kasabaya teyzesine gitmemiş” ti. Kara gözlü pembe Ayşe Mustafa ya âşıktı. Yeni neşriyat Mukayeseli Hukuku idare Darülfünun müderrislerinden Musli- hiddin Adil Bey “Mukayeseli Hukuku İdare” ismi altında yepyeni tarzda ya- zılmış olan eserinin birinci cildini neç- | retti. Bu kitapta başlıca devletlerde ida- ri müesseselerin nasl işledikleri, hangi- sinin iyi neticeler verdiği tetkik edilmek tedir. Bütün memleketlerde, amme hiz- | metlerinin çok genişlediği su saralarda Mi idare ia, ie araştı rilmak İzem gelen Yirmi, yirmi beş sene LE garpla ve memleketimizde Hukuku ida- Te namma neşredilen kitaplar kanunla” rın bir mevi şerhnamelerinden ibaretti, Halbuki idari hâdiseleri birbirlerine bağ İyan münasebetleri de tahlil etmek ve müşterek esasları bulmak lâzımdı. Son yirmi beş sene içindedir ki, bazı hukuk âlimleri bu sahada uğraşmışlar, idareye klavuzluk yapacak umumi esasları teba- rüz ettirmeğe çalışmışlardır. Muslihiddin Adil Bey de — yeni kita- bında bu sahada yürümüştür. Fikirlerin ve b başdöndürücü bir sürat le değiştiği #on senelerde Hukuku ida- Yenin de ayni, şoyi takip etmesi tabiidir. Onun içindir ki, Muslihiddin Âdil Bey sterinde en yeni esasları kollamıştır. lime evinde “ İkizler ” Halkevi temsil şubesi «İkizler» pi- yesinin provalarını ikmal etmiştir. Per- Hi şembe günü sâat (o 18 de İkizler halka temsil edilecektir 66 ıncı liste ANKARA, A.A. — T.D.T. Ce wiyetinden verilmiştir nacak arapça ve farıça samaralı listesi yodur J HAYSİYET 2—HEVES 3— HEYBET 4—HEYECAN — HÜNER S—HEYET 10 HÜVİYET elerde çıkan kelimelerden manaları birden farla olanların her manası için ay. 6 —HEYKEL 7—HİLE 8 HİMMET ardan duyulmuş ve h ynaklardan aldıklarını gösterme- — Ay, siz Hacıpaşa cami misiniz? mescidini bilir misiniz?.. mı ediyorsunuz?. — Hah işte! Siz nasıl Rüstempaşa mescidini bilmezseniz, ben de Hacıpa- şa camii diye bir cami olduğunu şim- di sizden öğreniyorum. Amma bun- dan sonra inşallah haftada bir gün bü- tün camileri dolaşıp asılmış v. Bu listelerde bizim is- mimiz yazılı mı onu arayacağım. — Efendi burası resmi daire, lâti- fe yeri değil!. Hayır, vallahi lâtife etmiyorum. Evdeki oşyayı böyle ansızın hacze uğ- ratmamak için başka yol varsa söyle- yin!. Ne ise beyim şu zu ve relim de haczi fekkedin... Alt tarafı sükünetle geçmiş, para tahsil edilmiş ve haciz kaldırılmıştır. FELEK | Busünkü program İSTANBUL: 18 - 18,30: Gramefen, 18/30 - ca ders (Müptedilere makama), 19» 20: İstarkn saz (Möşerrel hanım), 20 - Alaturka sax (Tanburaci Osman Peh > 21,80 : Alaterka Cüstüdye Pranmz- A 1230; Gramafon konseri. 18: Riyasetietim- kur İilharmonlk orkastıamı Borodimmr Çi deal Symphenle). — 1840: Alaturka mr eren e | raparu VARŞOVA, 11 m, Hafif musiki, 23,0: Chopin konser. 24: Dans musikisi den ""Turandet,, paran (Peşte oparasmdan naklen > MÜNİH, 532 m. (05: Karışık neşriyat. — Küçük bir temsili, 23,20: Haberler. 23503 Gece VİYANA, 517 2105: Üç perdelik “ecnebi mihmandarı” i- sifli operet temsili, 23.20 Yeni dans plâkları, MİLANO - TORİNO - FLORENSA, 20 Haberler, Plâk 21, haberler, plâk, 21,38. Müsahabe “ Karçiçeği" isimli operet. Sonra: Dans musi PRAĞ, 457 m. 21,35 Taganni heyetinin o konseri, 23,38: Bando muzika, 23,50, Hafif musiki, ROMA, #41 m. e 94 m. 2189 Senfonik BÜKRE: van zam RAS kaç, 2210 kı Askeri tfabrika- lar ilânları Taphanede Askeri San'at- lar mektebi için Haziran 933 bidayetinden Teşrinisani 933 nihayetine kadar her ay alına cak aşağıda cins ve miktarı ya zılı 15 kalem yeşil sebzeyi ver mek istiyenler evsaf ve şart- nameyi görmek üzere pazar- tesi ve perşembe günleri ve münakasaya girmek için de | Haziran 933 perşembe günü saat 14 te Bakırköyünde Ba- rut fabrikalarmda satınalma komisyonuna müracaat eyle- meleri. (254) , (2101) Kilo 225 Taze bakla 1115 Taze kabak Taze çalı fasulyesi Patates Kuru sovan Taze sovan Taze ayşe kadın fasul- yesi Patlıcan Dolmalık biber Taze bamya Kırmızı domates Taze barbunya fasul- yesi 360 İspanak 90 Dereotu 80 Maydanoz Taphanede Askeri Senayi mektebi talebesi ile Bakırkö- yünde Barut fabrikaları Mu- hafız efradı için Haziran 933 bidayetinden Teşrinisani 933 nihayetine kadar altı ay zar- fımda lâzım olan aşağıda mik tarı yazılı ekmekleri vermek istiyenler evsaf ve şartname yi görmek üzere pazartesi ve perşembe günleri ve münaka saya girmek için de i Hazi- ran 933 perşembe günü saat 14 te Bakırköyünde ( Barut fabrikasında satmalma komis yonuna müracaat etmeleri. (254) (0101 Kilo (Ekmek) 19440 Tophanede Askeri Sa n'atlar mektebi tale- için. 10000 Bakırköyünde — Ba- rut Fabrikası muhafız efradı için 29440 2103 MSA Tp SATILIK KÂGIR HANE | Yedi oda - banyo - Havagazı, Kadıköy iskelesine yakın Galata'da Tümel civa- rında mertebani sokağında HRİSOVE- LONİ BANKASI R. A. $, müracaat, (3419) > pi » a İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi: Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan . şehirlerde" acenta aramaktadır. el: Beyoğlu : 4887 2362 <eim mmmmmmi e Ayer ABONE ÜCRETLERİ : Türkiyeğgin Hariç için Mn ————— — — — —— BUGUNKU HAVA Yeşilköy askeri rasat merkezinden al. dumuz malümata sazaram bugün hava bur hutlu ve arnsra yağışlı alacaktar. 19-9-833 tarihinde hava tazyiki 788 mi- setra, sıcaklık en farla 17, en ax 13 de Bey Sadık Bey koltağa yerleşti. Derin bir sülün çi tek kelime konu bie ilki onat dür e daldılar. Bu hallerile greve kımıldanmamağa azmetmiş Hint rine benziyorlardı. İşin doğrusu, Seli ğin soükastten cayma barları! kolunu kanadını kırmıştı. Çünkü bunlar ordu- e Şemsi par meler ni bunlar kesdirebiliyorlardı. Nihayet Ziya Bey gittiği gibi geriye döndü. Fedai gu: demki genç arkadaşlar bu vazifeyi kabul | cesaretini — götteremiyorlar, © Manastır | Manastır reisi korumağa mecburdur. Bu işi ben yapa” cağım. Şemsiye kurşunu ben sıkacağım. Habip Bey de ortaya atıldı: Siz benden yaşlısmız.. - Dedi - bu iş biraz da genç , rakınız. — Hayır hen yaparmı. Ne si, mede sn beyler b işi ben ve sözler de Ziya Beyin ağzından he- üz çıkmıştı ki, odadan içeriye soluk benizli, zaif bir zabitin girdiği görül. dü. Gayet resmi bir tavurla büyük rütbelileri selâmladıktan sonra; — Beyler. - Dedi - vazifenin pilânla- n halkında malümat istemeğe gel- dim. — Ne vazifesi? — Fedninin yapacağı vazife... .i paşayı ben vuracağım. m 'Ne tuhaf vaziyeti yarap! Kumanda: na saileast yu ya- pacak olanlar kapıları esrarengiz remiz- lerle açılan yer altlarında değil, fakat beledi toplanıyorlardı... Sadık Bey önünde hâlâ dimdik duran sabite gururla baktır Peki evlâdım.. Peki Atıf Bey. - De ip mabeyinle ko- muşmak isteyecektir. En iyi zaman onun telgrafhaneden çıkacağı vakittir. Gider- ken vurulabilir ya.. Fakat çıkarken vu- rulması daha iyi.. Bırakalım telgrafın çeksin, saray biraz daha — ümitlensin. Abdülhamit paşanın telgrafını okuduk- | tan on dakika sonra da ölüm haberini al- muş ge ve muhakkak ei ee çine dan Mahmut Bey vardır. Çok terbiyeli, balük ve nezaketinden ümüt edilmiyecek derecede de cesurdur. — Alâ. Mahmut Bey de bu işte vazi- fe alacaktır. Kalabalık içinden açi malda ötesi kolay. Derhal Mahmut Beye ba” ber veriniz. Fakat şunu da söyliyeyim ki bütün bunlar hep İtifat Beyin yapacağı teşebbüse bağlıdır. Eğer herif söz dinler» se elbette kurşun sarfetmiyeceğiz., De- dil mi? — Tabii Beyefendi.. — Tabancanız var mı? — Evet, (Devamı var) otür bakalım. Paşa yarn — buraya gelecektir. Zannediyorum ki gelir gel