Haber'in tarihi Romanı: 42 Hiç Alemdar ve Çelebi Yazan: Ikimim gibi iki serdar bir arada olur muydu ? O halde saltanata Mustafadan gayri kimseyi bırakmamak lâzimgeliyordu. Ebe Selim hançer ve kemend taraftarıydı. O- na kalırsa hemen bu gece bir taraftan Alemdarın kârı tamam edilirken, diğer taraftan da şehzade ile Selimin kayıtları görülmeliydi. Hattâ bu aralık ortalığa bin türlü melânet yayan Cevri kalfenm da hakkından gelivermeliydi. Berdar zaten Alemdara da, Selime de, Mahmuda da, Cevriye de diş biliyordu. Ba itibarin Çelebi paşa dalma ellerinde sayılırdı, Şimdilik kaptanı derya Seydi ANI paşa da Iş bilir adamlardan biriydi, Ebe Selim hemen serdarı ekreme gide- rek bu müzakereyi bildirmeğe memur oldu. Nezir de sabah şafakla hünkâr! görerek Selimle şehzadenin idama t€- mayülünü hazırtıyacaktı. Vak şimdi hünkâr yanma gitseydi hem onü uykusuz bulacak ve istediğine izin alabilecekti, Padişah da tehlikeyi görmüyor değil di. Halkın, Alemdarm, Rumeli askerl . Bin, Rusçukluların kendisinden hoşlan - madıklarını biliyordu. Biliyordu amia, serdarı ekrem kendisine, Alemdara el uzatılamıyacağını, çünkü şevket ve #at- vetinin hilnkâra bilo galip olduğunu söy- lemişti. Kadere boyun eğmekten başka Yapacak bir şey yoktu. Yalnız şehzade kardeşi Ile Selimin hakkından gelerek Baltanatta rakipsiz kalmak mümkündü. Ama, gu sırada yrllardanberi saray tari- hinden kalkmış olan böyle siçakça bir tedbire kalkışmanın bir do sksülâmeli 6. Yabilir. Belki kendisi de geriç Osman 'gi. bi bir zindanda boğdurulabilirdi. Yanl ibitriyetle padişah müsterih de- ğüdi. Santlerdenheri yanmda Gürcü ra- kısları yapan, padişaha mey sunup, hazin veya oynak köy şarkıları söyliyen Gür. cü güzeli de padişahm bu durgunluğuna bir mana verememişti. Hem kaç zaman- dir burada kaldığı ve hareme çırağ edil. diği halde, ne Refik efendiden, ne de on- Jar marifetiyle bir talimat almamıştı. Peki ama, onu #aray oharemine 'sldır. maktaki maksa! neydi? İşte hünkâr onun kucuğtndaydı, ne İsterse yapabilir. di. Vakit, zaman, her şey müsaltti. Fakat bir gey bildirilmemişti. Serbest ve hür alışan Gürcü kızmı haremin boğucu ha- yatı yormuş ve bıktırmıştı. Ne olacaksa bir an evvel olmalı ve kendisi de kavu- gacağma kavuşmalıydı. Bir taraftan padişah kendi bayat ve istikbali, saltanatı etrefımdaki tebifkele- ri düşünürken, diğer taraftan da Gürcü güzeli hemew ayni endişelerle muzta - ripti. Her İkisi de birer kenara oturdu. lar. Sultan Mustafanm kafasmda toplanan ZATEN — Ne diyeceksin? HİSİ meçhuller, ilk defa onu aklı başında, ka- vuğu karşısında, yarmı düşünen bir a dam haline getirmiş bulunuyordu. Selim kaybolmuş, ve sonra nasıl oldu- ğu belli olmadan çıkrvermişti. Bu Gürcü kızı garib bir tesadiifle arabssınm önü. ne çikarak işte saray haremine sliniver, mişti. Ordu izin beklemeden gelmiş, u- cakludan iki kişi Kabakçı vakasiyle it ham olunarak idam edilmişti. Alemdar, ayak öperken padişahm payine yüz dür- mek gibi bir şevkle değil, ——— çekin. gen davranmıştı. Rumeli askerlerinin Dersaadette bu , runları Kafdağına çıkmıştı. Ve bir ara- lik haber verildiğine göre, padişah kul. lartmın meydanlardaki toplulukları si- lâhla dağıtmak gibi başlarından büyük işlere kalkışmışlardı. Kulluktan tekaüd bir bendesinin söylediğine nazaran da halk dilinde “Mustafayı Istemezük!,, söz- leri dolaşıyormuş. Bunlar ne demekti? Sultan Mustafa bu İç yüzleri anlaşılmaz büdiselerin kondi başı etrafında döndü. ünü artık tahmin edemiyecek kadar do- Mi değildi. Hiç Alemdar ve Çelebi gibi iki serdar bir arada olur muydu? Alemdar gibi Tu. na boylarmiı haraca kesen ve ferman dinlemiyen bir serdar Kabakçıyı bir ka- bak gibi patlatıp geberten bu söz dinle- mezin serdarla atbaşı birlik çalışmasına imkân mı vardı? O serdar ki, Selimin padişahlığı zama, nında Alemdar paşayı istiskal etmiş ve onu gücendirmiş, ordu başıma bizsat ge- şerek Edirneye gitmiş, Alemdar da Tu- na serdarlığına göçmüştü, Yavaş yavaş Mustafanın yüzüne kor ku ve endişe çizgileri çöktü. Nihayet orduya güvenemaz, saraya güvenemez, lalaikna güventmez, haremine güvene - mezse ne haltedebilirdi? Hemşiresi Ex. ma bilo kısa aklı uzun saçıyla ona nasi- hat etmek istememiş miydi? Şeyhülislâm Topal Ata, Selimin kaybı münasebotiyle şehzade Mahmutls konuş- mağa gittiği zamani yakapaça edilip ka- Pı dışarı kovulmamış mıydı? Mustafa pa- dişahtı ama kime? Hünkâr tefekkürünü azılmış, başını elleri arsma alarak adamalılkı dalıp gitmişti, Sonra çok mühim bir nokta daha var, dı, Dünyaya şöhreti yayılan Fransa im- paratorunun elçisi Selimi himaye edi « yordu. Demek ki ecnebi devletlerin ken- disine Itimadı yoktu. Mustafa birdenbire haykırdı: — Çik bre Gürcü kaltak dışarı! Mer- can, Mercan! Kadınm ödü patlamıştı. Padişaha ne olmuştu? Ne yapmıştı? Hemen dışarı AŞIK! RO'M'ANI fırladı. Mercan da gözlerini uğuşturarak içeri girdi ve ayak öptü: — Hünkârım! — Çabuk bana şehzade Mahmutla, hemşirem Esmayı çağır. — Şimdi uyurlar padişahım! Mustafa Mercans şiddetli bir tekme attı vo yakasmdan tutup birkaç defa a. Zaç silkör gibi silkerek duvara doğru it- t. — Ere mel'un arab!... Ben hürkür de- ğü miyirı?.. Ferman ederim. Haydi, gel- merlerse maçlarından sürüyüp getirin! Mercan, padişahı gene cin bastığını sa- narak tedehhtşle dışarı fırladı ve hemen valide kethüdasına koştu. Herif en tat. a uykusundaydı. Mercan, omuzlarından sarsarak uyan- dırdığı kethüdanm aklı başımdan gittiği ne ehemmiyet bile vermiyerek nefes ng- fene söylüyordu: — Padişah Mahmutla Esmayı slirüye- rek götirin diyor. Aman kethüda efendi, validesi zişan hazretlerine haber uçur. Bir facin olması muhtemeldir. Padişahi yine cin bastı. Kethüda don gömlek fırladı; — Ne dedin ağu. Hiç bu saatte valide buzuruna girilir mi? Mercan, hâlâ vaziyeti idrak edemiyen ketküdanm suratına dolu bir bardak sü sarparak: — Uyan be gafil, dedi. Padişah nöbet geçiriyor. Haydi, yoksa nevzübillâh hiç. birimiz sağ kalmayız! Kethlida ancak vahameti Jdrak edebii- miş ve Üzerine şöylece geçirdiği şal hır. kasiyle, yalınayak koridora fırlayıp, va» lida odasina Koğunnştu. Gecg, her ayak sesi loş ve karanlık koridorlarda korkunç akisler yapıyordu, Bu telâş birçok odalardan duyuldu, ka: falar kapı aralarından korkuyla koridor. lara uzandı. Yine ne vardı, ne oluyordu? Şöyle bir müsterih sabah namazina ka- dar uyumak saray halkına nasib olmıyan cak miydı? Kimi entari, kimi hırka, kimi bir atki Me çıkmış, kadınlı, erkekli saraylılar ko- rdorlarda beyecanla bir valide odasına, oradan bir hemşire odasına mekik doku- yan, gözleri dönmüş kan ter içinde kal. mış kethüda ilo Mercandan bâdiseyi öğ- renmeye çalışırlarkon koridorun başın. dan sultan Mustafanm boğazı yırtılırca- sma haykırdığı duyuldu: — Bre Mercan! Hani ya istediklerim? Herkes yerlerine kaçıştılar. Demek pa- dişah göceyarısından sonra her neden. s6 kızmış ve birkaç kelle istiyordu. Başka ne istiyebilirdi? Böyle hiddetle haykırışmdan bea ne mana çıkarıla - (Devamı var) b a 25 EYLUL — 1538 MATMAZEL SENA , YANINI! j yg v Yazin R. Rober Düma — 72 — Çeviren: F. K Otomobili nöbetleşe kullanarak bütün gece yol aldılar Mersedes yosede sürstle yoluna devati ederken Rokur neşeyle konuşuyordü: — Peşimden takip edenin siz dlduğu, Buzu fahmin etmiştim. Projektörlerle İ- garet verince buna şüphem kalmadı. Fa- kat itiraf edeyim ki Velter “eller yuka- rı!,, diye bağırinca şaşırdım ve kork- tum. Sizi bu kılıkta ve Velterle berabar göreceğimi aklıma bile getirmemiştim. Bu elbiseyi nereden buldunuz” — Gayet basit! firari bir Alman po- lisinin Üniforması... Pariste bizim teşki, lât için saklamıştım, Gelirken ihtiyaten yanma aldım, —-Pekl otomebil? — 'Tanımadınız mı? Size bir sürpriz bazırladığımı söylemiştim ya. Otomobil dostumuz fon Strammerin Mersedesi... Eran Fiiderin öldürüldüğü gece elimize geçmişti, Paristen Almanyaya bu araba Ge geldim, Hududdan bu araba sayesin- de kolaylıkla geçtim. Çünkü bütün ew rak, triptik kâğıtları arabada kalmıştı. — Bravo fon Strammere! bizi düşln- müş. Eh, şimdi nereye gidiyoruz? — Dosdoğru Frnasaya... Sen biraz di. reksiyona geç de ben elbise değiştire - yim. © Bemun yavaşladı, direksiyonu Rokura verdi ve arabanın arka tarafma geçti. Üniformayı çıkarıp sivil elbiselerini giy- di. Velterin ceblerini karıştırarak evrü-. kımı, sivil komiser hüviyet varakasmı aldı, Velter iyileşmişti. Fakat ağzı men- dille tıkalı olduğu için ses çıkaramıyordu. Benua onun Üstünü gene örttükten 80n- ra tekrar Rokurun yanma geçti. Otomobili nöbetleşe kullanarak bütün gece yol aldılar. Sabaha karşı küçük bir hududa doğru yollarma devam ettiler. kasabada durarak benzin aldıktan Sonra Prankfortu, Visbadeni geçmişlerdi. Sant ona doğru Hünarük orman yolunda iler. temsa başladılar. Benun: —Yaklaştyoruz Rokur. Dedi, Bir çey- rok saat sonra Perl hudud kerakolüns varacağız. Hudud orası... — Hududu nasıl geçeceğiz? — Sen arabayı kullan, geri kalan işi bana birak. — No yapmak fikrindesin'z? — Bir tek çaremiz var: Cüret! — Yani? — Şimdi göreceksin. İlerde küçük bir bina görünmüştü. Ö- nünde hir nöbetçi dolaşıyordu. Benua: — Yevâşla Rokur. Ded!, Geldik. Karakolun önüne gelmişlerdi, Benun 4- rabadan sarkarak möbetçiye telâşir ba reketlerle işaret etti: — Buraya gel. Çabuk! Nöbetçi şaşırdı, otomobile doğru bir I- ki adım attı. Bonus çok telfşlı görünü . yordu. Nöbetçinin yüzüne, Velterin kü- viyet varakasmı vzatir: — Emniyeti umumiye memurlarıyız. Bir casus takip ediyoruz. Aman çabuk... Bırakmız geçelim. Nöbetçi hüviyet varakasını görmüş, fokat resmi farkedememişti Dikkatle bakmağı düşünmeden: — Baş üstüne her komiser! deği, Ts- Miniz aşik olsün. Rokur arabayı harekete geçirdi. Mer- sedes İleriye atıldı ve gözden kayboldu. Hudud muhafızı onları gözleriyle takip etti, Bir mücrimi Fransız toprağmda bi- le takipten çekinmiyen Eerlin zabıta me- murlarınn cüreti göğsünü iftiharla ka. barttr.. Hudud işareti aşılmıştı. Rokur bağır- dı; — Fransa! Mavi üniformalı adamlar ellerinde tü- fenk, yollarmı kesmişlerdi: (Devamı var) — Dana bir iğne ver ve seyreyle güm. bürtüyü! NE GE. UN GL GN GU ERE EE «— Borcunun ödeneceğini sövliyeceğim canım! xxn Bir akşam, tiyatro dönüşü, prenses, soyunurken yanımda bulu- nan Nazana,sordu: — Fabrikatör Seyfi Rızaya ne dedin, Allah aşkına? Genç kız; kayrtsiz bir tavırla cevap verdi; — Ne diyeceğim? hiç! Sonra, daha alâka ile sordu: — O sana ne dedi? Prenses, gülerek cevap verdi: — Senin, kendisine söylediklerinden bir şey anlayamadığını söy ledi, Nazanın yüzü güldü, Biran beyaz dişleri göründü. Sonra ciddi” leşti; daha doğrusu, gene kayıtsız tavrını aldı. Biraz sustuktan son ra; — Ona, benimle evlenmek istiyecek kadar budalalığa bir mana veremediğimi söylemiştim. Prenses, gülmemek için kendini güç tutarak, sordu: — Demek adam sahihden evlenme teklit etti? — Evet. Eğer söyledikleri “ni saygısızlık sandıysa teklifini anla #mrerm demektir. Eğer kızdığmı zannettiyse ben yanılmış oluyorum. Açık değil mi? , Prenses, gülmekte devam ederek: — Pek değil! dedi, — Onun nutkundan daha karışık değildir, herhalde! “Bayan Nazan, dedi, evlilik bağları mukaddes, ve mukaddes olduğu kadar bozulması, kopması güçtür.. Bu, dünya çölünde oca” ğınr süsliyecek ve hayatını dolduracak bir eş bulan kimse hakiki sa- O md “SUBAYIN KIZ KAÇIRDIĞI adete ermiş demektir. Eğer ben o kimse olabilseydim, kendimi bü“ tün hayatımca mesut sayardım.,, Prenses bağırdı: — Yok Nana,! Sana bunu söylememiştir! — Kelime kelime ayni değilse de, aşağı yukarı bunları söyledi. Fazla bir şey değiştirmedim. Görüyorsun ya ,bu kadar kapalı bir tek life başka türlü cevap veremezdim. — Fakat bana, isteğinin annen tarafından iyi karşılanıp karşı” Tanmıyacağını sordu, Demek ki iş ciddi! Annene bir mektup yaza” yım mı? — Hayır, hayır! uyuyan kediyi. Prenses, sitemli bir tavırla parmağını dudaklarına koyarak: — Sus! dedi, Nana sözünü kesti, dedi kiz — Peki, bitirmem. Görüyorsun ya, artık akıllandım; cümleleri yarıda bırakabiliyorum. Demek istediğim şuy'du: Altı ay var ki, an nemin azarımı İşitmedim. İşitmek de istemem. Bunun için, . benim akıllı prensesciğimin yardımile, annemi işe karıştırmadan bir karar — Bana kalırsa, Seyfi Rıza, zengin, gen, İYİ aileden, işgüzar bir gençtir. Mükemmel bir fabrikası da var.. Nana, gözlerini tavana dikerek, mırıldandı; — Kaz beyinli herifin biri! — Yok canım, hiç kaz beyinli değil, Nana düzeltti: — Kaz palazı beyinli, öyle İse,. Bununla beraber, belki de pek “ fena bir adam değildir. Prenses dedi ki: — Sevilen kimse fena olmaz. Nazan içini çekerek: — Doğru, dedi, fakat sevilen kimse bu olmıyacak. - — Prenses, biraz hayretle Nanaya baktı. Genç kız kızardı, ve ti- , valet şişelerile oynamağa başladı. Prenses, saçlarımın tuvaletini bitirir bitirmez, sordu: — Ey, Seyfi Rıza hakkımda ne karar veriyorsun? — Bilmiyorum. Kıpkırmızı kesilerek, ilâve etti: — Kardeşine bir kere soracağım. O doğru düşünür. , Prensesi kucaklıyarak, çıktı. Ertesi gün, Platon, yemek odasında dalgın bir tavırla cıgara k çerken, kapı perdesinin arkasından Nana gözüktü. Prenses sokağa çıkmağa hâzırlanıyordu. Vakit iyi seçilmişti. Platon gülümsiyerek dedi ki: — Aman Allahım, bu ne ciddi hal, yeğenim? Platon, Sadun ile Azâdenin nişanlandıklarındanberi, genç kıza, dala az resmi Kim ve Men yollu, ekseriya, “yeğenim,, diye hitap ediyordu. (Devamı var)