meğe giderdik. simi kalmamı 28 HAZİRAN — 1938 Küçük ve aydınlık bahçede, büyük önem, amcamın tekerlekli koltuğunu iterek onu gezdirirdi. Bu bahçe hâlâ gözümün önündedir. Amcam, koltuğu- nun üstünde, kendi parmaklariyle oy- har, onları biribirine karıştırır, sonra hayretten büyümüş gözlerle eilerine bakarak ağzı açık kalırdı. O zaman za- vallı meczubun parmaklarını biribirin- den ayırmak ica pederdi. Amcam hiç hoşuma gitmezdi. Mu. annit ve şuursuz bakışlarından ürker - dim, Daha büyüyünce beni &koleje verdiler. O zaman çok tuha! şeyler öğrendim.. Meselâ, müdür bana hemen şunları haber verdi: — Jan Pavl, siz 1880 Tmmuzunun 3 ünde Yeni Kaledonyanın Numea şeh- rinde dünyaya gelmişsiniz. ee — Sizi sekizinciye koyacağız. Acaba büyük annem nerede doğdu. Zumu bilmiyor mu idi?, Ben müdüre kendi evimizde doğmuş olduğumu söy- İemek istedim. İşittiğim bu sözler bana Ağlamak arzusunu veriyordu. Müdür kocaman elini başımın üstüne ksydu., Ve tatiılıkla: — Siz pek iyi bir çocuğa benziyorsu. nuz, küçük delikanlı!. dedi Arkadaşlarım oynadığı zaman ben pek onlara karışmaz, bir köşeye çekilir ve Kaledonya adasında doğmuş olduğu- Wu kemdi kendime tekrar ederdim, Bu- nu kendi kendimi bu fikre inandırmak için yapardım. Büyük annem her perşembe ( beni görmeğe gelir, şekerlemeler getirir ve her defasında da amcamın çok hasta olduğunu tekrar ederdi, Pazarları gez- İHSAN SAMI m ww Dr Tilo aşısı Tifo ve paratifo hastalıklarına tutul mamak için tesiri kati muafiyeti pek emin, taze aşıdır, Her eczanede bu lanur, Kutusu 43 kuruştur 42 1 irinekte, Bizsi mu, Şimdi, çocukluğumu hatırladığım za- man, gözümün önline ihtiyar bir kadı. nın sevgili çehresi gelir. Sonra kolejin büyük salonunu görürüm. Fakat hâlâ derste büyük haritayı açtığım #aman hissettiğim beyecanı hatırlarım. O isim leri yeniden okur gibi olurum: Numea, Na adası .. Bu isimler 5 zaman kalbimi heyecan ve kederle titretirdi. Göyet mühim ba» tıraların başımda canlandığını hisseder gibi olurdum. Ve işte bir mayıs akşamm » bilmem nasıl oldu da - eski bir hizmekârın ismi- ni hatırlmıverdim; Arona.. Arona, uzun boylu, canlı, becerikli ve güler yüzlü bir adamdı. Büyük tatillere yakiaşıyorduk. Ders. baneler serindi. Yalnız bir mükâfat als- bilmiştim. O da büsmühalden! On ây sonra kavuştuğum evi tatlı bir sükünet içinde buldum. Bahçe vemyeşildi. Kızıl renk güller ral İl rin ağamuzın siyu al BÜRİDAN ölmenin iin ri ml O De seyrrdecrğ * | Amuca | açmıştı. Bu dekor içinde, birdenbire bende müphem hatıralar daha canlı ol- mağa başladı, Bu Saint — Bruno arka- sındaki küçük ev, çok küçükken gördü. güm başka küçük bir evi hatırlatmağa başlıyordu. Evet, o ev de bu eve, o bahçe de bu bahçeye benziyordu. Faket şu güllerin yerine o bahçede palmiyeler vardı. İş- te o zaman içimde delice bi rarzu u- yandı. Büyük annemle bu bususta ko- nuşmak arzusu... Fakat hastalığ: ile o kadar meşgul, o kadar © amcamın harap bir halde idi ki, benim bu arzu. mu gözlerimden okuyamıyordu, Onun- İa göz göze geldiğim zaman: — Büyük anne.. Büyük anneci; diye bağırmak istiyordum. O evin alçak tavanlı bir tarasası var- dı, Bahçenin çiçekleri bu çiçeklere ben- zemiyordu. Orava, bir daha görmedi- Fransi Karko Otoblis ismini taşıyan kamyon ve kamyonet boşmalıriyle diğerleri ağsma gelerek seyahat etmeğe ulışmış bizle- is bir ofoblsün resmini veriyoruz. Bu olobüs 12 tonluktur ve 58 yolcu nak- ğim acoyip nebat biterdi. Havasında başka bir koku vardı. Fakat her şey başka türlü oldu. Ben bunları soramadım. Amcam ölmek üzereydi. Mümkün ol. duğu ködar beni ondan uzaklaştırıycr- lardı, Ve ben onun mânasız ve boş göz- elrinden, şişmiş ve morarmış yüzünden daha uzu müddet yaşayamıyacağımı pek âlâ anlıyordum. Doğrusunu söylemek icap ederse, o nun ölümü bema tesir etmiyordu. . Bu ölüm, bana bir kâbusun nihayeti gibi geliyordu. Maamalih, tuhaf bir buhran benliği. mi sarmağa başlamıştı. Acayip, hiddetli ve merhametsiz bir şey olmuştum. Er. ken odama kapanıyor, fakat bütün ge- ce uyuyamıyordum. O gece, her vökitkinden daha geç yatmıştım. Lâmbadan kızıl bir ışık sü- gülüyordu. Birdenbire kapıma vurul- du, Yerimden kalktım, Kapıy: açtım ... » taliyarlar, Büyük annem oradaydı. Sadece eliyle bana bir işaret yaparak kendisini takip etmekliğimi anlattı, Amcam, diğer zamanlar bü; anne- min yattığı büyük yatakta yatıyordu. Şuursuz çehresindeki e her zöman gör. düğüm takallâs kalmadığı vallı yüzde derin, saf bir büy ve rahatlık vardı. Bu defa ebediyen kilit lenmiş olan parmaklarının arasında bir sedef haç tutuyordu. Ve birden bilmem ne kadar büyük, ıstıraplı bir heyecan sinirlerimi gev - şetti. Büyük annemin açılınış kolları a- rasına kendimi sttim, Göz yaşlarım a. râsında onun titrek ve yavaş bir sesle; — Onu öp oğlum! . Dediğini işittim. Ve neden sonra o müthiş hakikati öğ- rendim, “Amcam,, benim "babamd:!, Müstemlekeden #vdet etmişti. Fakat, Numcada müthiş bir hümmaya yaka- Tanmıştı. Annem orada ölmüş, babam buraya avdet edebilmişti. Fakat bu zavallı mec- zup ölünciye kadar ne oğlunu, ne de anasını tanıyabilmişti. Çeviren; H. H. han Tarus'un Küçük hikâyeleri Doktcr Monro'nun Mektubu — Yakında çıkıyor — Röntken Mütehassısı ii Hergün öğleden senrs ast 3 len i ye kadar Belediye, Binbirdirek Nuri- conker sokakta Aslaner apartıman No. 8-10 İ REM GERİ İZE TAE EEE TADAN BEM TETA ELEM BÜRİDAN 29 — — mms kü vaayic.eğim anlatan bir tâvi- la: — O sizi sevmiyor mu? . diye sor- du. Filip hüzünlü biz sesle: — Beni gördüğünü bile satmam., Belki gözlerini bana çevirdiği bir za - man olmuştur. Fakat ben neyim ki... Üzerinde hiç bir tesir bırakmadığıma eminim... — 000. O halde bu pek büyük bir kadm.. — Evet, pek büyük madam., — Sakın saraydan bir kadın olmasın? — Öyle madam!.. — Size ismini soracak değilim.. Fa- kt beni affediniz mösyö.. Sizi opek betbaht görüyorum. Ömrümde hiç bir erkek gözünde sizinkinde olduğu kada yaş görmedim. Filip hıçkırıklarını zaptedemedi: — Doğru madam, - dedi... Ağlıyo- rumi! Çünkü sevdiğim kadın sevildiğini bilmiyor. — Acaba bu kadin, nüfuz sahibi bir kont veya baronun zevcesi mi? — O, aslâ yaklaşılamıyacak bir ha- yelden farksızdır. Bir hayale nasıl pe restiş edilirse, onada öyle prestiş e- diyorum. Ve ağlıyorum. İnsanı ıstırap içinde kıvrandıran bir güzeldir.” O, kendisini bir azize gibi takdis eden bir milletin. göz bebeğidir, —O bu ne ateşli sözleri,. — Evet madam, © prenslere ve bu ronlara nisbet edilirse onların yetişe « meyeceği bir mevkidedir. Meçhul kadm birdenbire ayağa kalktı. Yüreği şiddetle çarpıyordu. Nefesi kısılarak: — Pariste - dedi - Bahsettiğiniz şe- kilde ancak bir kadın var! Filip diz çöktü: — Margarit, diye mırıldandı.. — Kraliçe haj, — Evet madam, kraliçe!. Meçhul kadın, şiddetle çarpan * kal. bine iki eliyle basarak koltuklardan bi- rine düştü, Filip yağa kalktı, — Kraliçe! - dedi- . Evet madam, kra- liçe... Size ne yaptığını, ne işlediğini bilmiyen bir deliden farksız olduğumu söylemiştim. Sizi tanımadığım halde derdimi döktüm.. Beni alfediniz. Bu. nu söylemekten, herkese ilân etmekten çekinmem.. İşte anladınız. Burada bir dakika bile duramam, Meçhul kadın Filibin kapıya doğru ilerlediğini görünce boğuk bir sesle bağırdı; — Durunuz size emrediyorum!. Bu sözde izahı lüzumsuz bir dehşet gizliydi. Gurur, debâcbe ve ihtişam .nânası taşıyan ve Aglae adını taşıyan bu Nel kulesi perisinin kalbi garip bir heyecanla çarpıyordu. Ayağa kalkarak Filibin yanına yak- laştı; elini tuttu. Filip bu nazik elin a- te$ gibi yandığını hissetti. Kesik kesik, istirham eder gibi, ayni zamanda âmirane bir sesle: — Neden Ümidinizi kesiyorsunuz ?, diye sordu. Belki böhsettiğiniz. kadın zannınız kadar elde edilmesi güç de- gildir. Beni bile son derece müteessir eden bu aşk sahnesine o da şahit olsay- dı, onun kalbi de benimki gibi şiddetle çotpacaktı. Buna eminim. Fikri karmakarışık bir bekle bulunan Filip: — Hülya! Delilik! . diye mırıldandı. — Beni dinleyiniz. Size sırrımı söy- liyeyim, Ben de saraya mensup bir ka- dınım,, Kraliçeyi tanıyorum. 0091. Ne ye titriyorsunuz? — Krailçeyi her gün gören, yanına giden, onunla konuşan lâtif bir kadının yanında nasıl titremem. Delikanlı, elinde tuttuğu kad'ınm Yumuşak ellerini birdenbire dudaklurı- na götürdü ve sıcak bir öpücük kondur. du. Kadın daha yavaş, daha boğuk bir sesle devam etti: Kuledeki sessizlik sanki taş kemer- lerin Üzerine çökmüş < buzları andırı- yordu. Hele herifin hareketleri kalbinin şiddetli çarpmasına vesile olmuştu. Bu sıtada kılâvuz, merdivenden çıkmıya başladı. Gotye: — Vay canına, . diye mırıldandı « Hi- kâyeler doğruyormuş. Bu kadın ran devular: için pek kasvetli bir yer seç- miş... Birinci kata geldikleri sırada, bu te- sir derhal silindi. Burası sıcak, zengin meobilyelerle süslü bir salondu. O de. virde Paris sokakları, zamanımızdaki gibi geniş olmadığı ,gezmiye müsait bu- Junmadığı için herkes evlerinde eğle - nirlerdi, İkinci kat daha iyiydi. Gotye ile Fi- lip dö Nel. duvarlarına güzel halılar asılmış, sandalyeleri üzerine yastıklar konulmuş güzel kokulu küçücük bir 9- daya alındılar. Gotye, gözleri yuvalarından fırlarca. sına açılmış ve yüzü kızarmış bir hal- de kokladı: — Burası - dedi. Ağnesin meyha- nesinden daha iyi kokuyor. Filip, tarif edilemiyecek bir derecede hüzünlü görünüyordu. Klavuz, kapıdan çıkıp giderken yü. zünü görmiye muvaffak olmuştu, Tit- tiyerek kard şini# kolundan tuttu: — Klavuzumuz Fru dö Mantel s0- koğın laki evimizin penceresinden ekse- riya gördüğümüz birine benziyor. — Kime?. — Strajildoya?. — Kralm dişi aslanların n muhafızi- nı mı), — Evet.. Kraliçenin erkek aslanla. rının muhafızına, . — Adım sen del. Bunun ne chem- miyeti olabilir? Ben de kralımız: Lüiye benziyormuşum.. Ne yapayım benzeme. yi, kral olmadıktan sonra.. Gotye ile kardeşi böylece konuşurlar- ken gözlerine inanamıyacak bir manza. rayla karşılaştılar, Kapı, ardına kadar öçildı. Altışar pembe mumla süslü altı şamdanın ay- dınlattığı güzel ve muhteşem surette döşeli geniş bir oda gördüler. Bu odanın nihayetinde, üzerinde an- cak bir kral solrasmda o gürülebilecek kadar sana'tkârane yapılmış, som gü- müşten ibrikler, tabaklar, tuzluklar ve mahirane işlenmiş sürahiler bulunan büyük bir masa görülüyor ve bunun karşısında diğer bir masa üstünde de türlü yemekler dizilmiş süslü bir sof. ra da davetlileri bekliyordu. Bu solrada üç kadın oturmuştu. Yanlarında birer tane boş sandalye bu- Yunduğuna bakılırsa üç erkeğe intizar ettikleri anlaşılıyordu. Bu kadınlar, periler ve hayalleri an- dırıyordu, Filiple Gotye biribirlerins baka kallar. Filbakika bu kadınlar son derece güzeldi, Gerçi yüzleri mas. keyle kapatılmıştı. Vücudları tasavru- run fevkinde muntazamdı. İspanyanın sıcak güneşi altında açıları nar çiçekle. rini andıran kırmızı dudakları vardı. Gözleri, kış gecelerinin karanlık gökle. rinde parlayan yıldızlar gibi parlıyor. du. d Üçünün de gerianları, göğüsleri ve ksllarr açıktı. Arkalarına, en düşkün kadınların bi. Je giymekten hicap duyacakları gavet ince, şeffaf birer ipekli elbise geçirmiş- lerdi, Bunlardan biri yarı ayağa kalkarak, şirin bir sesle: — Efendiler, - dedi - İçeriye buyu- runuz ve yanımıza oturunuz. Arkana, şımz Büridanın gelmesinden sonra ye mek yiyebileceğiz. O zamana kadar ke- manlarm ahengi arasındâ aşktan ko - nuşuruz, Size hakikati söyliyelim: Sizi buraya getirmek için kurnazca bir ba- hane icat ctmeliydik. Biz üç kızkarde. 8iz. Ücümüz da avrı wwre sisi nevivaruz.