23 HAZİRAN — 1988 “Cöşkuna karşı duyduğum sevgi, çocukluğumun ve genç kızlığımın ilk âşkıydı, Amcamdan çok iyilik gören bir mütasaurıfın çocuğuydu. Babası öl- dükten sonrâ, anasiyle Istanbula gelip yerleşmüşlerdi. Onu ilk tanıdığın gün ben yedi yaşındaydım. O belki de sekiz dokuz yaş büyüktü. (Bayramlarda, kandillerde anâsiyle beraber bize ge- Tirlerdi, Ne uslu, ne utangan bir çocuk- m. , Salonun en karanlık köşesinde bir koltuğa büzülür, kirletmemeğe, hırpa. lamamağa uğraşarak - bir üvey evlât Korkusu ve dikkotiyle - albümleri ka rıştırırdı; Fransızca meğmualarm ote simlerine bakardı. Kendisine bir şey Sorulduğu zaman, kızarır, bozarır, göz. Jerini biçimsiz iskarpinlerinin uçlarına dikerek cevaplar verirdi. Onları bazan yemeğe sirkorduk. A- nadolu vilâyetlerinden birinde bir çifte lik sahibinin kızı olan mutatarrıfn ka- Tisr ve oğlu, bu Jüks sofra başında şa- Şırırlar, türlü yanlış hareketler yapar- ardı. Ve, yemeğin sonunda, dualar o. kuyarak, amcamın kesesire Allahın be- reket ihsanın: dileyerek, yarı aç ir kursakla kalkarlardı. Yengem, onların bu halleri karşısın» da, tutamayıp köyuverdiği kahkahala- Ti için olur olmaz bahaneler, sebepler icadına uğraşırdı. Amcamın kız; Nur » ten, küçükken de, efacan bir kızdı. Coşkunun, aşağıdan yukarıya doğru darağan çiğer rengindeki lesine katıla, katla güler, onunla oynamağa bayılır. dı. Mutasarrıfm oğluyla, daha o 23- *aandan kanlarımız kaynaşmıştı. Köş- kün büyük bahçesinde saklambaç oy- nar, kovalaşırken, biribirimizi korur, biribirimize iltimas ederdik. Coşkun, Sultanide ve daha sonra Tıbbiyede okurken, haftanın tol gü- münü bizde geşirmeği itiyst etmişti. O. Dun en fazla benimle alâkalanışı, Nur- tehe soğuk davranışı, yengemi de, kı- “zmı da bayağı sinirlendiriyordu. Ve, Coşkun gittikten sonra, onun fakir ge- yinişiyle uzun uzun eğlesiyorlardı. Yengem; hantal, ale petinlerini HARER — Aksam mostara İİ gm İL GRAM: * Süheyl Şefik Koca teyzenin çiçekleri diline dolayordu. Nurten, hav: dökül- müş, biçimsiz pantalonünu türlü türlü gülünç şeylere berzetiyordu. Basan o. nu müdafaaya çalışırdım, Bana öleta düşman keşilirlerdi. Günler geçtikçe, arkadan tenkidi bi» tâktılar, Onunla, yüzüne karşı istikza- lara giriştiler. Kaba şakalarla incitmeğe kadar vardılar, Coşkun, bundan sonre daha seyrek gelmeğe başladı. (O, onur. lu bir insandı; belki de hiç gelmiyecek. ti. Fakat, anlıyordum ki, beni seviyor- du.) Bir gün, Coşkun, Ninoyla beni, Üs küdardaki evlerine çağırdı. Bu, Nurte- nin Üsküdara ilk gidişiydi, Fakir mu. hit onun çok tuhafına giti. Hakkı da vardı; Yamrı yumru ve yokuşlu sokak. larını, eğer ayağına çeviksen, metre- lece arşmla; Çolak, sağır, kör, felçi, sar'alı bir takım adamlardan, bir nevi insan rlüstehasesi halini almış bek bü- kük ihtiyarlardan başka kimseye ras - layamazsın. Şu harap konağın çınğıra- ğına asılan kuru elin sahibi bir inmeli; şu, köşeyi kıvrılan kedm sarsağın bi. ridir; Harp san'atı öğreten mekteplerde, hususi dersler vardır; casus şebekele « rinin cephe gerisindeki kalleşçe (o çar- pışmalarından bahseder. Bu derse göre, casuslar, bünerli bir artist kadar maki. ya) yapmağa muktedirmişler; kendile- rini, icap ederse, kör gösterebilirler: Tüzumunda topal, çolak olur, eciş bücüş ! bir sakat manzaresı halini alabilirler . miş.Ve, mesleğinin erbabı casuslar, sa kat insanlardan daima şüphe cderler- miş. Enteliicens Servisin en gözde adamı, bir gür yolu düşüpte, Üsküdara uğrasa, şüphe ve korkudan adım alamaz, bu muhakkak. Nino, rastgeldiğimize, nanik yaptı, bazısına dilini çıkardı; kahkahalarla güldü. Coşkunların evi, bu yamru yüm- ru mahallelerden birinde, iki katlı, eski tahta bir evdi. Her basışta esneyen, sesler veren çıplak basamaklar, kilim- siz döşeme, temizlikten kehribar sarısı rengini almuştı. Coşkunun ve annesinin bütün israrlarına rağmen, iskarpinleri. mizi taşlıkta bırakmış, önümüze sürü « len şıpıdık terlikleri ayaklarımıza ge girmiştik, Yaramaz kız, tâmileri gezen bir ye bancı seyyah ciddiyetini takınmak is- tiyor, beceremiyor, önüne ardına salla na sallana yürürken katılır gibi gülü- yordu, Cöşkun da, annesi de onun bu yunu biliyorlar, alınmıyorlar, kıulmr yorlardı. Coşkünun annesi, çiçeklerine de oğ- Juna olduğu adar düşkündü. Etraf: teneke kapiamal; tahta perdelerle çev- silmiş ufak bahçe, çiçek saksılarından geçilmez bir hal almıştı. Kadıncağız, Coşkun evde bulunmadığı saatlerde, yapayalnızker, bit çocuk gibi onlarla uğraşırmış; tasalarım: sevinçlerini on- Jara anlatırmış; çok soğuk ve karlı günlerde hepsini içeri taşır, açık hava- Jarda güneşlendirirmiş; topraklarını kabartırmış, Ve, ne bileyim ben daha neler yaparmış... “Koca teyze, nin - Nino ona böyle derdi - hele cn, on beş saksısı vardı ki, üzerlerine titriyor” du; nazardan korumak için ne yapaca- ğmr şaşırıyor, kimine yumurta kabır ğu, kirüne mâyi boncuk bağlıyor; ki- minin dalına küçük kaplumbağa kabu- ğu sallanıyordu, Nino, yemekte de, türlü maskaralık- lar yaparak bizi güldürdü. Ve, birden- bire, havlusunu ağzıma tutarak katıla katıla aşağıya koştu; bahçeye fırladı. Evet... Nihayet günün birinde... Bu ziyaretten tam iki hafta sonra... Salon- 'da oturuyorduk, Nurter piyano çalr yordu. (İyi katırlıyörum: Listin,, La Kampanelldsiydı. Bayılırım ona.) Biz, Coşkunla ikimiz, bir kenarda yan- yanaydık. O, mektep hatıralarını, ide- illerini anlatıyordu, Coşkun köndisini insanlara vakfede- <esti, Düşkünlerle uğraşacaktı. Fakir- lerin döstü ölavaktı. (O da fakirdi; âç- Tığın, fukaralığın, ıztırabın tadını tat- muştı.) Para için, keyif için doktorluk yapanları çok bayağı bulurdu. Dikkat ediyordum; Nürten, List'in La Kampanellâsın: bırakmıştı. Şimdi piyanonun kapağın: kapatıyor, açıyor- du; parmakların: sinirli vuruşlarla tuş- ların üzerinde Goleştiriyordu; opufur- dicuyordu. Mavi pancurlu beyaz köş- kün #iyaretçileri arasındaki salön de- Mkanlılarından pek çoğu Nurtene vur- gundu; Nurtenin etrafında pervaney- di. Bu ütangan ve kaba giyinişli tebbi ye talebesinin kendisine ehemmiyet vermeyişi âdeta onun gücüne gidiyor du. Bazı kölabalrk toplantılarda « Coy kun ekseriya kalabalığa sokulmaz, yen geme, amcama görünmeden giderdi - Nurten içinin hıncını boşaltmak ister- di. Bütün bu istikfaflar, istibzaları Coşkunun sükün ve ağır başlılığiyle kanşrlayışını öyle beğenirdim ki! Konuşuyorduk?! — Coşkun - dedim * Annen çiçekle rine öyle düşkün ki, senin yerisde âk sam) ksskanızdım doğrusu... Onun teessirle alnı buruştu; Argem on Onun kendi — Ah sorma, Yıldız... beş gündür keder içinde. Bin (ula msıala mü Sağ 4 mk > AİN BÜRİDAN 12 BÜRİDAN Bisan, Veri sözü geri alırım, ki | — Adı Jan Büridan. zim Lesko birdenbire mosmor kesildi “& Mirtiy hıçkıra hıçkıra ağlamaya baş- ları, Bubaşmnın müteessir halinden, tit- riyen sesinden onun büyük bir feda kârhkta bulunduğunu görüyordu. — Baba... Babacığım... Allah sen- den tazı cistin... İntihap ettiğim gençle birleşmeseydim ölürdüm... — Görüyorum kızım... Onü çek sev- diğini anlıyorum. Madem ki onu #- viyorsun.. Sana lâyık biri olup olma- maşmm ne ehemmiyeti vaç| —Baba, 6 da seni tanımadığı halde sana büyük bir muhabbet besliyor. Ken disini görür görmez seveceğinize &mi- nim... Gayet iyi kalpli, müşfik; bir ço- cuk kadar şen ve sevimli. Asi) olup ol- madığım bilmiyorum. Fakat kılıcını a“ zametle taşımâsını biliyor. Mağrur ve asil bir adamın görüşleri var kendisin. de...... Sizi bir çok defa görmek için radı ama. Muvoflak olamadı. Lesko kızımı memzun görmekten do Kan geniş bir sevinç içideydi. Hülyala- rını feda ettikten sonra prestiş ederce- sine sevdiği bu çocuğun saadetinden başka ne düşünebilirdi? Misty mağrur, zarif ve güzeldi. Kendinç lâyık olmtyan birini seçme- sine İmkân görmüyordu. Onun her sözünden öşkinin çok temiz olduğunu, meçhul delikanlının sevgisine hürmet ettiğini anlıyordu. Mi neşesine ölçü yoktu. Baba- #mı öp! ere boğuyordu, Aşkının Coşkunlüğuna kapılarak, sevgilisnden bahsediyor, onu tekrar tekrar tasvir ediyor, en ufak sözlerine varıncaya ka» dar ber şeyi söylüyor. birbirlerini ilk defa hasıl gördüklerini, nasıl seviştik. lerini anlatıyor, anlatıysrdu. Lesko mesut bir tebessümle; — Pek güzel sma, - dedi. Be eşsiz sevgilinin adını söylemedin! Mirtiy ellerini çırparak kahkaha a- raşında:, tekanır gibi: — Ne dedin? diye bağıtdı. | * Mirtiy babasının gayri tabii halin den korkmuştu. Yavaşço! — Jar Büridan - diye kekeledi. TLesko kızmı şiddetle iterek haykır- âi; 5 — Bedbahti Mirtiy perişan bir hale gelmişti. Dü şünemiyecek bir halde kendisini kol. tuğa bıraktığı sırada babsar hiddetten titriyor ve korkunç bir havaya bürünü: yordu. Yumruklarını sıkarak bavaya kaldırmış ve boğuk, müthiş bir sesle bağırmaya başlamıştı: — Jan Büridan! Sevdiğin Jan Büri- dan ha?.. Bembeyaz dudaklarının arasından valışi bir kahkaha döküldü. Üzüntü ve korkusundan çiklirmak derecesine varan Mirtiy: — Baba! Baba!... Ne oldun... Rica ederim kendine gel. Beni korkutuyor- sun... Mirtiy şimdi ağlıyordu. Lesko kızı- na yaklaştı. İki bileğinden tutarak &- zerine doğru eğildi. Yüzünden «anki ateş frşkırryordu. Sesi heyecandan kı- silmiştiz — Ya?!... Demek Jan Büridan'ı se yiyorsun?! Öyle mi?ll... Söyle Jan Bü- tidan'ın kim ve ne oldağunu Kliyor musun? Söyle... Bilmiyorsun değil mi? O halde onun kim olduğunu sana ben öğreteyim... Bu sıtada bahçenin dış kapısı üç de- İa vuruldu. Bu vuruşun mânası an- bilirdi. Kapıyı bizzat Ja gitti. Mirtiy korku ve heyecandan bayıl- iwâk derecelerine gelirken; — Büridan » diye murıldanıyordu. Lesko, bahçeyi koşarak geçti, Kep yı açtığı zaman bir atın dizginini tu- tan birini gördü. — Kraliçe kurtulursa, saltanatımın jik senesinde ölüm evinin zincirlerine yüz dinsiz asacağun, Bu korgaşalıkta, belk: durdurabilirim ümidiyle, arabanın önüne atılan cellâd Kapluş, mahkümun yanına döndüğü sı- rada yerinde yellerin eştiğini gördü. Acı bir giğirk kopardı. Makküm kaçmış, canını kurtarmış. tu Araba, Insanın tüylerini ürperten müthiş bir sür'atle yol alıyordu. Mar. garit, Jan ve Blânş, yani kraliçe ile iki hemşiresi biribirlerine sarılmışlar- dı. Adrm adım ölüme yaklaştıklarını gö- rüyorlar ve korku ile titriyorlardı. Jan, garip biz soğukkanlılıkla; — Hendeklere gidiyoruz, dedi. Blânş: — Mahvolduk, diye mırıldandı. Margarit; — Ölmek, hayatın en tatlı zamanın. dı ölmek, ne fena şey, dedi. Bu sırarla, kendilerine ölüm tehilke- sini tamamen unutturan misli görülme- miş bir hâdiseyle karşı karşıya bulunu. yorlardı, Arkalarından koşan atlıları pek geri- de bırakan bir atlı, yıldırım gibi araba. ya yetişmiş ve stını arabanı sağdaki atıyla yanyana sürmiye başlamıştı, Bu ancak bir an sürdü. Sonra, kraliçe ile prensesler bu adamın eğildiğini ve sağ daki atm yelesini tutarak gayet tehli - ksli ve cür'etkâr bir hareketle bu atın Üzerine sıçradığım ve bir demir parıltı- tısr gördüler, Müthiş bir kişnemeyle öt, ön dizleri üzerine yıkıldı veba, bir atm düşmesi, diğer üç atn da kösteklenerek yık'imalarına sebebiyet verdi. Kraliçeyle prensesler, bir mucizeyle kürtulmuşlardı. Şaşlari bir halde attaa, atlayan adama bakıyorlardı. Adam to- 13 — — ——— gözünden bile esirgediği çiçekleri var dı ya? — Evet? — Sizden sonra, (Nazarınız İleğdi dersem kızmayınız) zavallılara bir şey» Jer oldu. Günden güne solmağa beşler cılar; yeşilliklerini kaybettiler, Anne Giğim, ne yapacağını şaşırd:; kimini suladık, olmadı; kimini gölgeye âldik, olınadı; kimini güneşe çıkardık, fakat hepsi natile,, Piyano iskemlesinde sinirli sinirli pufurdanan Nurten birlenbire kasıkla” ını tutarak, iki büklüra olarak gülme» ğe başladı. Coşkun, konuşmadı. Bağ gözlükleri nin buğulanan camlarını siliyor, gözle- rini uğuşturuyordu. Nurtene döndüm: — Şu gülüşünüzün sebebini anlat sanız da bep beraber gülsek!.. Dedim. Elini coşkuna doğru vzatv gör, bir #eylcr söylemcğe uğraşıyor, boğuk boğuk fıkırdıyordu. Nikayet anlıyabildik; Koca teyzenin üzerlerine titrediği, nazardan korumak için yumurta kabukları, mavi boncuk- Jar bağladığı çiçeklerinin kurumasına scdsp, Ninoydu. Ah bu Nurten! Koca teyzenin saksıların isteğiği kadar sülasm, istediği kadar güneşe çıkarem, gölgeye alsın... Neye yörar? Şeytan kızın, yemek sofrasından hav lusunu ağrına koyarak bahçeye fırla- dığı saatte olanlar olmuştu: Çiçekler teker teker köklerinden koparılmış ve ustalıkla tekrar topraklarına sokulmuş tu. Elbet kuruyacaklardı; elbet sara- racaklardıf Kendimi tutamadım. Hiç elimde öi- madan, katıla katıla gülmeğe başladım. Onun kızarışımı ve şaşalayışını halâ unutamam. Nurtenden her küstablığı umardr; fako benden, aslâ... Coskun, © akşam sessizce &yrıldı ve bir daha uğramadı. Günlerce onu di» şündüm; onun için ağladım, Seneler geçti. Bir gün, amcamın ki ının, mektebi bitirip doktor çıktığını, evlerdiğini öğrendim.,; ————————————————— Kraliçeyle prensesler, Büridanm selâ- muna ancak garip bir tebessümle muka, bele edebildiler, Her taraftan koşuşuluyor, sevinç ses- İeri etrafı inletiyordu. Büridan oda kikada gözden kaybolmuştü, Yalnız kaldıkları bir koç saniye için- de, başlarını biribirine yaklaştıran kra- Hiçe ile prensesler birbirlerinin kulağı. na esrarengiz sözler fısıldadılar. Bu sözler pek müthiş olacaktı ki başlarını ayırdıkları sırada ölüm korkusuyla sa- raran yüzlerinin mosmor kesildiği gö- rüldü, Arabaya herkesten önce bilekâr bâ- kışı ve yüzü güneşten yanmış bir adam yaklaşmıştı. Krâüiçe arkasma baktı, Hemşirele- rinin reyini almak için daha vakti ok duğunu anlaymca; “Ne, dersiniz? der gibi başını salladı. Prensesler onun bu sualine görlerile cevap verdiler: — Evet Kraliçe Margarlt arabaya yaklaşan adama seslendi: — Strajillo! Atir adam yöklaştı. Dudaklarının W- cunda müstehzi bir tebessümle eğildi. Kraliçe, yavaş, heyecanlı ve kesik bir sesle sordu; — Marinyiyi ibam eden o iki asilza- deyi tanıyor musun? — Evet İHaşmetmepp.. Gotyedö Nel'ie Filip dö Nel... — Ya o Marinyiyi çarpışmaya çağı- ran delikankyr? — Zatı haşmetpenahlarını kurtaranı değil mi? Kraliçe titriyereki — Evet! dedi, — Tanıyorum Haşmetpenahı... Jan Büridan. “ — Strajildo! Ben bu Üç delikanlı ile konuşmak isterim, Onlörı ara, bul ve puklarını biribirme çarparak ve elini bana getir, kılçının kabzesine götürerek kraliçe ile — Ne vakit? prensesleri selimledı. Bu Büzidandı — Bu gece i