yazan Austin Freeman IR yaz sabahı (tam ta, rihini söyliyeyim, 14 Ağustos sabahı), Torndayk ile » Sahile inmek üzere, Sand- Yiçin golf sahasındar geçiyor- duk, Her yıl tatil zamanını ge Şirdiğimiz o eski şehre Toru. dayk bir kaç gün kalp bizi Börmek için gelmişti. O gün bizden ayrılıp gidecekti; son sabakımızı kum tepeleri üzerin- den Şelmese kadar bir gezinti ile geçirmek istiyorduk. O mevsimde oralar ıp - 1s. Sızdır. Kum tepelerinden inip te sahile vardığımız zaman gö- #ükürlerde hiç kimse yoktu. nizin yıkadığı kum üze, Mihde bizimkilerden başka a- Yak izi görülmüyordu. Yüz yarda kadar yol yürü- Müştük; Torndâyk birden dur. dü, kumda bir gift çıplak aya- İlm bıraletığı izlere bakıyordu. — Belki karides toplamağa £elmiştir, dedi. Ama her halde el'den gelmemiş olacak, mehri geçemezdi. Denizden gel. Miş ve doğru kumtepelerine Bitmişe benziyor. Doğrusu o Süstte de kariles tutmağa çık- Mağt anlamam, — O saat ne demek? Torndayk saatine bakıp; — Dün gece buraya saat on Dir buçukla on iki arasında gel. Miş, dedi. Ben şaşırmıştım: — Nereden anjadınız?. de- — Anlaşılmıyacak bir şey Yok, Anstey, dedi. Şimdi saat dokuz buçuk.. Büyük cezir, Mat on birde; gelmeden öğ. Tedik yal. Görüyorsunuz Oki yak izleri de, büyük meddin ktığı çizgi ile suyun şimdi. yerinin arasındaki mesafe. hin tahminenin üçte ikisinden Wohra başlıyor. Pek sarih oldu- bakılırsa, bu izler her hal. de son cezirden sonro bırakıl. Muş olacak. Fakat ti kenara r da gitmiyor, o halde he. Müz cezir bitmeden hasl ol- Muş Yani bizim izleri gördü. iz yer, ayakların bastığı Bntte denizin bulunduğu yer- dir, Mesafeyi de tetkik edecek Olursak büyük cezirden bir sa, S sonra olduğunu anlarız. Bu Sabahki cezir saat on birde ol- duğuna göre dün akşamki de tahminen onu kırk geçe idi. emek ki © adom denizden çık. ğı zaman saat taliminen on biri kırk geçiyormuş, Ben gülerek: — Vallahi, Torndayk, de. #İZ İnsanı hayretten hay. Tete düşürüyorsunuz. > Örle mühim bir şey de- dostum sadece bir alışkan. Mik işi, dedi, Konuşa konuşa şezmemize devam etmiş, tekrâr kum tepe- tine yaklaşmıştık ; bir çukur. «a bir kat elbise gördüm; in. ia katlanıp yerleştirilmiş uğuna göre: “Her halde ize girmek üzere soyunmuş ir adamın elbisesi olacak,. de- &Tâ yanma gittik. Ben ar- — İşte sizin için bir muam- Ma daha, dedim. Bu elbisenin Sahibini bulun. Ben denizde ide görmüyerim. Arkadaşım: â — Hiç şüphesiz buralarda *ğil, dedi. Bu elbiseler | gece burada kalmış. Bakın, ayakka- İârın üzerinde bir örümcek $R kurmuş. Bir kaç damla çiğ Gözüküyor. Hele bir sahile , Tekrar suya doğru döndük. Beldik. Bunlar denize "doğru Kidiyoz, fakat mesafenin tah- Minen üçte ikisinden sonra kayboluyordu. — Gece karides avına gek miş adam olacak, dedim. Bura. dan denize girmiş, öteden de çıkmıştır. Ama elbiselerini u- nütmuş mu? Tuhaf şey, doğru- su, Torndayk — Hem pek tuhaf! dedi. He- le bakalım, bu ayak izleri ile ötekiler bir mi?. Cebinden madeni bir metre çıkardı ve ayak izlerini ölçme- Ge başladı. Sonra öteki izlere döndük. Orları da ölçtü. — İkisi de bire benziyor, de. di. Ama herif nereye gitmiş? Elbiselerin! giymeden gitmedi ya! Belki tekrar suya girmiş, boğulmuştur. Şelnes : yolunda belki başka izler de buluruz. Sahilde yarım milden fazla yol gittiğimiz halde, hiç bir şey göremedik. Tekrar dönüp el- hiseleri mumyeneye başladık; tam o sırada uzaktan, kümte - peleri üzerinde iki kişi belirdi; bizim Idurduğumuzu görünce yanımıza geldiler. Biri, adliye- de birkaç defa tesadüf ettiğim Hallet adında bir avvkattı; ar. kadaşı da Merris adında Lon. ralı bir “ avue,, imiş. Ben de arkadaşımı tanıştırdım. Hallet bir elbiselere, bir de ıssız sahile baktıktan sonra: — Ne olmuş? dedi; bu elbi- selerin sahibi nerede?. — Zannederim kaybolmus.. — Ümit ederim ki şehre çıt- çıplak dönmemiştir. Arkasında bir golf torbes: taşıyan Morris bu işe fevkalâde alâka gösteriyordu; eğilip el. biseleri muayene etti; — Hallet, dedi, bu elbiseler bana hiç te yabaner gelmiyor. Hele yelek.. Geçen gün sizinle oynayan adamın örkasında bu yelek yok muydu? Hani uzun boylu, esmer matruş bir adam. Adı Popof muydu, neydi?, Halet: — Roskof demek istiyorsu - düz, deği. Evet, hâkkmız var, onun yeleği, Zaten bana söy- lemişti: Gelip buradan denize girmeği, mehtaptao kayıkla gez- meğe çıkmağı pek severmiş. Buraların tehlikeli olduğunu, ihtiyat göstermek lâzım geldi. Zini söyledim . Torndayk: — Gene öyle yapmış olacak, dedi. Elbiseleri gece burada kalmış” Bakın örümcek ağına. Hallet; » — Öyleyse başina muhakkak bir felâket gelmiştir, dedi. Bu- rada müthiş bir cereyan vardır. Merris'le beraber | sahile doğru yürüdü, sona gelip: — Hiç şüphe yok, dedi; a- yak izleri hep denize gidiyor, demek dönmemiş... Toradayk: '— Var, dedi, ama biraz öte- de.. — Onlar bwka birinin ola. cak.. Roskof gelmemiştir. Şim- di biz ne yapalım? Bazi elbise- leri golf sahasının emanetçisi- ne götürelim de polise haber verelim, Elbiseleri topladık. Hallet gömleği alınca: — Hakkınız varmış, Morris, dedi. Bakın, adı yazılı; P. Ros. kof.. Bol yelekle donda da marka var, Bastonu da tani- dim. Hallet önde, biz arkada golf sahasının vestiycrine gitti. G- miş bir oda, ortada bir masâ, du- varlarda küçük küçük höcre. ler.. Hallet cebinden bir anah- tar çıkarıp dolaplardan birini açtı. Torndayk: — Elbiseleri dolaba koyma- dan bir cetvelini yazıp imzala i idik Til 1 e e. sak daha iyi olur, dedi. lere de brikarız, — Pekâlâ. Siz ne yapmak icap ettiğini bilirsiniz; siz söy- leyin ben ide kâğıdı yazayım. Torndayk evvelâ birer birer elbiseleri söyledi; İskoçya ku- maşından ceket, pantalon, $i- yahlı sarılı, yün örgüsü yelek, P. Roskof markalı fanilâ ile den; kahve rengi çorap, külve rengi kundura, kumaş kasket ve ucu kıvrık basten.. Bu liste yazıldıktan sonra Trondayk elbiseleri masanın Üzerine yayıp cepleri boşalttı; çıkardığı her şeyi Motrise uza» tıyor, © da bir gazeteye koyu. yordu. Ceketin ceplerinden P. R, markalı bir mendil, içinde bir kaç pul, bir kaç otel hesap puslası, bir kaç fatura, üzerin- de Mr. Peter Roskof, Sandviç, Bell Oteli yazılı bir kaç kart- vizit bulunan bir cüzdan çıktı. Bundem başka bir cıgara taba- kast ile 3 B. numaralı bir kur- şun kalem, bir de resim kömü. rü bulundu. Mo:ris: -— Bunlar ehemmiyetli şey » Cep. İer değil, dedi. Sonra cüzdanı (o bırakıp Torndayk'ın pantalonunun ce- binden çıkardığı çakıya baktı .. — Ne tuhaf çakı! dedi. Bir ağrı çelik, hem de yeni bilen. miş, bir tırnak törpüsü, birde fildişi ağız. Böyle çakı ağzı gibi kâğıt kesecek te hiç görmemiş- tim. Hallet, Torhdayk'ın bulduğu bozuk paraya bakıyordu; Mer rise cevaben: — Belki kâğıt keseceği değil yemis soymağa (mahsustur, dedi. Ama bu paralarada ne olmuş? Hepsi de kapkara., A- caba Roskof, kükürtlü bir ilâç mu kullanırdı? Siz ne dersiniz, doktor?. Torndayk: — Belki, dedi, ama öteki cepte de bu kibrit kutusunu buldum, o hiç kararmamış.. Hallete, üzeri P. R. markalı gümüş bir kibrit kutusu uzattı. Avukat cetvele, ceketin cebin- den çıkan anahtarlarla saati de yazdıktan sonra kölemini elin. den bıraktı. Sonra (elbiseleri toplayıp; — Artık işimiz bitti, değil mi? dedi.. Bakm, ne kadar da kum var. Masanın Üzeri kum doldu.. Artık bunları dolaba koyabilir miyim?. Torndayk: — Mer halde beni şahit diye çağırırlar, enun için burtları bir daha muavsne edeyim, dedi. Hallet gölümsiyerek: — Görüyorum ki bu işin ça- hitleri çok salâhiyetli adamlar olacak, dedi. Buyurun, bakın. işinizi bitirince haber verirsi- niz. Ben gidip dışarıda birci. gra içeceğim. Morris de onunla beraber çıktı Ben de bütün merakıma rağmen onların arsamdan git- meğe mecbur oldum. Fakat pek uzağa gitmediğimiz için, ben pencereden arkadaşımı görü. yordum, bunun için merakımı da tetmin edebildim. Yaigi Ae ike hi 'Torndayk, işini tam usulü ile yaptı. Evvelâ masanın üze- rine bir gazete yaydı. Sonra bunun Üzerine koydu ceketi, dikkatle muayene etti. Ondan küçük bir şey çıkardı ve &ol kolda, demin benim de dikka. timi celbeden boya lekesine u- zun uzun baktı. Sonra ceketin yenlerini ve diğer yerlerini ölçtü. Nihayet ceketi eline alıp bastonu ile yakaya vurdu ve bir hayli kum düşürdü. Cebin. 'den bir zarf çıkarıp içine © ku- mu ve demin cekette bulduğu şeyi koydu, zarfın üzerine bir şeyler yazdı. Diğer elbiseleri ayni surette müsyene etti, fa. kat her seferinde kâğrdı da de- Ziştiriyordu. Kasketin içini u. zun uzun gözden geçirdikten sonra içinden, anladığıma gö- re, bir kaç saç çıkardı. Bastonu da ölçtü ve çakının iki ağzını pertevsizle muayene etti. İşini bitirdikten sonra o da bizim ya. nımıza geldi. Hallet: — Ne oldu, doktor? dedi. Sizce bu işin aslı ne? Bir kaza mı, yoksa ân! bir cinnet mi7. Torndayk başını sallıyarak; — Bakalım tahkikattan ne çıkacak? dedi. Elbiseleri kat- Tadım. Bastondan başka her şeyi de saridım. Hallet gidip eşyayı dolabma koydu. Sonra gene yanımıza döndü. Tereddütlü bir » tavır. Ma: — Polise haber versek, de- dis Acaba deniz cesedi ne za. man getirir, dersiniz?. — Belli olmaz. Cereyan 'Tamize doğru gidiyor ama ce- sedi, sahilin herhangi bir nok. tesına atması kabildir.' Ben şimdi adli zahıta müdürüne bir kâğıt yanp göndereyim, adre- simi bildireyim. Siz de adresi. nizi yazın, Sonra bizi çağırma” larmı bekleriz. Saat öğleye yaklaşıyordu. Tekrar şebrin yolunu tuttuk. Hallet ile Morris'ten ayrılır öy rılmaz yolda bizim madama rastgeldik ve hep birlikte, öğ. Ie yemeği yemek üzere, eve Janlardön bahsediyorduk. Fa- kat dikkat ettim, Torndayk, ef. biseleri muayenesi hakkında gittik. Bittabi hep sabahki o- hiç bir şey söylemedi, ben de hiç bir şey sormamağı daha muvafık buldum. Ancak akşam üstü, istasyona doğru gider. ken, bu meseleyi açabildim. “ahi, dedi, elbiseler he. kadar garip şeyler geldi ki söy- emeğe bile cesaret edemiyo- rum. Bana öyle geliyor ki el- biselerin hepsi ayni (Oadâmm değil, İki kisi olacak. Biri bura- dan, öteki de ağlebi ihtimal 'Tanetin (o şark sahilinden Ramsgat ile Marpat arasında bir yerden, belki Dumpton, ya- kut Brodsteyrs'ten gelmiş ola- tak. — Böyle noktmı noktasına nasıl eöyleyebilirsiniz?. — Bilhassa elbiselerde bul » duğum kumlardan anlıyorum, dedi. Bilirsiniz ki, küm a, toz gibi, bir çok kırıntılardan te- sekkül eder. Kumlar tetkik edi- Ence sahildeki kayaların cinsi anlaşılır. o Benim bulduğum kum da bu bakımdan çok ehem miyetli; hele bir de mikrcskop muayenesi yapılsın, o zaman daha çok şey öğreniriz. — Amma ayni adam mubte- lif zamanlarda mühtelif yerler- de bulunmuş olamaz mı?. 'Tren gelmişti. Bu muhave reyi yarım bırâakmağa mecbur olduk, zaten bir daha da tex- rarlayamadık. Ben tatillen dö- ner dönmez kendi işlerimle uğ- râşmağa başladım ve belki bütün bu meseleyi wnutacak- tım, fakat hiç beklenmedik bir hâdise onu hatırlamama sebep oldu. İlkteşrinin on beşine doğru, bir gün, meşhur “avue,, dos- tum Brodril beni görmeğe gel- di, Ziyoweti sebebini anlatıp konuştuktan sonra: — Beni dışarıda müşterile - rimden biri bekliyor, kendisini Torndayk ile tanıştıracağım. dedi, Siz de bizimle gelir misi. niz?, — Nasıl bir iş için? diye sor- dum, — Doğrusu ben de pek bil- miyorum.. Bir şey söylemek istemiyor. Bunun için onu Torndayka götürmeği münasip buldum. Gerçi dostumuzun hiç bir işte muvaffak olamadığı gö- rülmüş şey değildir amma bu sefer.. Merakım uyanmıştı? — Geliyorum, dedim, Dışamda, Brodrib beni orta yaşir, tavırları kibarca bir a. damla tanıştırdı. Hemen Tron» dayka gitti; Dostumuz elinde bir pertevsizle hir vesiyetname- yi tetkik ediyordu, Brolrib hiç bir mukaddeme- ye lüzum görmeksizin: — Azizim, dedi, size müşte. rilerimden Mr. Kapesi getir- dim, Bir mesele varmış. onu si- zin halletmenizi istiyor, 'Torndayk selâm verip sordu: — Ne çeşit bir mesele?. Brodrib, alaycı bir göz işa“ reti ile; — Orasınt siz bulacaksınız, dedi; Mr. Kapes hiç bir şey söylemiyor. Kapes gülümseyip; — Evet, dedi, çok bir şey söyleyemiyeceğim. Fazla bir şey anlatazak olursam size, ba- na ait olmıyan bir sırrı tevdi etmiş olmaktan korkarım, — Elbette hakkınız var.. Fa- kat şöyle umumi bir malümat vermeniz mümkün değil mi?.. — Ona çalışırım. İşte, Ken- disi ile görüşmek istediğim bir zat, garip bir surette, ortadan kayboldu. Kendisinden son de- fa haber aldığım zaman yaz ta- tilini geçirmek üzere deniz ke- nara gitmişti. Mektubunda, ertesi gün Londraya, döneceği- ni söylüyordu. Bir kaç gün son- ra evine gittim, daha gelmedi. ğini söylediler. Fakat eşyası tam söylenen günde gelmiş. De mek ki bulunduğu yerden mu- hakkak surette yarılmış. Fakat © gündenberi hiç bir haber ala- madım ; kendisi buraya dönme- diği gibi ev sahibi kadma da hiç bir mektup göndermemsiş. — Ne kadar zaman oldu?. — İki ay kadar.. — Son aldığınız mektubun nereden geldiğini sorabilir mi- yim?. — Onu söylemesem daha münasip olur, Bana ait olmıyan fakat dostumu yakmdan alâka- dar eden bazı meseleler, bu hu- süsta size mümkün olduğu ka- dar az malümat vermemi icap ettiriyor. — Peki, bize söyliyebilece- tı?. ŞA AŞ rg KUMDA iZLER Bir günlük zabıta hikâyesi Ebe İĞ ie Kğ MEn vr Çeviren Nurullah ATAÇ ğiniz bu kadar mı?, — Öyle. Fakat şunu söyliye- yim ki arkadaşımı bulobilirsem kendisine, girişmek istediği ve benim, fena netice vereceğini sandığım bir işten vazgeçmesi için iyi bir nasihat verebilirim. 'Torndayk, uzun uzun düşi dü. Brodrib, memnuniyetini gizlemeden, onu tetkik ediyor- du. Birdenbire arkadaşım başi- nı kaldırdı: — Mr. Kapes dedi, siz biç bilmece oyunu oynadınız mı? Köapes hayret etmişti: — Evet, ama, dedi, şimdi bu- nu niçin sorduğunuzu anlaya- madım, 'Trondayk, sükünetini hiç bozmadan — Hadi sizinle bilmece oyu- nu oynıyalım, dedi. Ben size bir takım sualler soracağım, siz de bâna “evet,, veyö “hayır, diye cevap vereceksiniz. Kapes bir müddet düşündük- ten sonra; — Hepsine cevap vereceğimi vaad edemem, dedi, Fakat hele bir sorun da tecrübe edelim. — Pekâlâ, Mesele size şunu sorayım: Son ladığınız mektu- bun tarihi, 13 ağustos mu idi? Kâpes yerinden sıçradı, ağzı açık kalmıştı: — Nereden bildiniz? dedi, O- lar şey değil! Evet hakkınız var, Mektubun tarihi 13 Ağus- tostu, — Alâ! Bir şey daha sora- yım: Mektup Brodsteyrs civa, rında bir yerden mi geliyordu? Kapes, yıldırımla vurulmuşa dönmüştü; — Kabil değil, dedi, bunları şimdi keşfetmiş olmanız kabil değil. Muhakkak biliyordum nuz, Admı söylemedim ama siz bü işin kime ait olduğunu za- ten biliyormuşsünuz.. — Ben, Brodsteyrs civarın- da kaybolan birini hatırladım da.... Size onun nasıl bir adım olduğunu anlatayım, bakalım aypi adam mı? Kapes cevap vermeğe razf oldu. — Bir san'atkâr, bir tessam d», değil mi? Hem de boyalaris na çok ihtimam eden bir res. sam.. — Evet, öyle... — Çalışırken paletini sağ e Tinde, fırçalarını da sol elinde tutardı, değil mi?. Kapes is kemlesinden kalkmok ister gibi idi: — Evet, evet, dedi., — Zânnederim öyle pek u- zun boylu da değikli: Beş ayak, altı parmak kadar,.. Şişmanca, sarışın, başı biraz dar; bıyık İarı da uzun ve karışık.. Bu öy. le mi? Mr, Kapez kulaklarına ina“ namıyordu. Doğrusu biz de öyle idik., Bir müddet sustuk, Sonra Köpes: — Tıpkı söylediğiniz gibi, “dedi. Amma ben bir türlü an« Jayamıyorum. Siz hiç şüphesiz onu tanıyordunuz. Kendisini son defa nerede gördünüz?. — Zanncderim, kendisini hiç görmedim. Benimki sadece bir farziye idi. O adamın Brois- teyrs'ten 14 ağustosta ayrıldı- ğmı zönnetmem için bazı se. bepler var; sonradan ne yaptı- ğını da bildiğimi sanıyorum. Fakat biz devam edelim. Eş- yasmı, Londraya göndermiş di- yorsunuz, demek ki, niyeti doğ rudan doğruya dönmek değildir Belki de önce başka bir yere uğrayıp orada birini görmek istiyordu. Sizin fikriniz ne?. — Bilmem, ama kabil.. — O adamı gördüğünü far. zedelim. Onunla konuşması, dostça bir konuşma m: olacak Bap Devamı 15 incide