Müdür, yan gözle muhtıra def- lerimi süzüyor, münderecatını bir an evvel öğrenmek arzusunu yenemiyordu — Müdüre arzet! Şimdi aşağıdan ge- tirilen ihtilâttan memnu adam su içmek istiyor.. Su verelim mi?. Hangi hücreye koyalım?.. Gardiyan, birse sonra geri müdürün emrini tebliğ etti: — Müdür bey, o adamı bana getirin, dedi, götüreyim mi?. — Ben götürürüm, odayı boş bırak- ma!.. Bana da, şabadet parmağiyle yaptığı halezun? bir işaretle kapıyı gösterdi. Meçhul bir âkibetin şaşkın yolcusu hissiyle, mahut eşyalarımı aldım, gardi- yanbaşıyı takiben beş on ayak merdi - ven çıktım, © bir odaya girdi, ben dışarıda dur. dum, bekledim.. Susuzluktan içim yanı- yordu.. Dilim âdeta damağıma yapış - mış, ağzım çiriş çanağına dönmüştü. Bilmem aradan ne kadar bir zaman göçti.. İçerden başgördiyanın tok sesi gürledi; — İşeri gell.. Eşyalarımı kapının dışında bıraktım, ndaya girdim.. Cüssesile nisbet kabul edemiyecek derecede büyük ve geniş bir yazı masa- ama kollarını dayamış, beyaz soçlı bir zatın karşısında durdum. Bu, munis ve kibar yüzlü adam, büviyetimi anladık- tan Bonra, eşyamım üsülen muayene c. dileceğini mülâyim bir tevırla söyliye- zek bir iskemle gösterdi. Dışarıda brraktığım eşyalarımı odaya “getiren hademe ile başgardiyan, bir hu- * “ud gümrük memurunun bile becereme- yeceği üsuller ve inceliklerle evvelâ ü- zerimi, elbisemin aranması hiç te hatı- ra gelmiyecek kıvrımlarına varıncıya kadar aradılar Potinlerimin taban as- tarlarını söktüler, altındaki köselenin dikiş ve çivi yerlerini çok sıkı bir tetkik. ten geçirdiler, Hele bavulumun geçir- Aiği muayene devresi çok urun sürdü. Pantalonumun askısı ile jartiyer, muhtıra defterimle mevcut paramı mü- dürün masası üzerine koyan başgardi. yan bana şu teminatı vermek nezaketin- de bulundu: — Bunlar, hapisaneye girmesi, sizin için memnu eşyolardır. Hapisane am - barına koyacağız ve sonra bir makbuz vereceğiz... Vaziyeti tetkikk ediyorum: — Müdür, yan gözle muhtıra defterini süzlüyor, münderecatını. bir an evvel okumak, Öğrenmek arrusunu yenemiyordu. Filhakfca, hapisanelerin pek yabancı. 81 değildim. Uğursuz mütarekenin kanlı ve karanlık günlerinde bir kaç defa meş hur Bekirağa bölüğüne girmiş çıkmış, Kürt Mustafa divanrharbinde epeyce ter dökmüştüm. Bu itibarla az çok hapisanelerin iç yüzünü, bilhassa ihtilâttan memnu ©- Janlar bakkında sıkı tedbirler almak za. Turetinde olduklarını yakinen bildiğim için, bu muayeneleri, tıkı sıkı eşyaları. mı araştırmalarını pek tabit bulüyor- dum.. Hapisane müdürü, ben odadan çıkın- cıya kadar dayanamadı, muhtıra defte- Yimi aldı: — Ne güzel ciltlenmiş! Diyerek, güya cildini tetkik ediyor - müş gibi, göz gezdirdikten sonra yap . roklarını çevirmeğe, okumıya başladı .. Nihayet istediğini, #radığını bulamıyan bir adamın küskün tavriyle defteri ma- saya bıraktı. İlk evvel içimi yakan susuzluğu gi- dermek tüzımdı, Bunun için hemen söze başladım : — Tevkif müzekkerem henüz eliniz- döndü, de olmamasına rağmen, hapis ve ihtilât. | tan menedileceğimi anlıyorum, Fakat su içmekten de menedileceğime iİhtimal veremİyorum. Sözümün başlangrcı müdürün — hiç hoşuna gitmedi. Kaşlarını çattı, derhal cevap verdi: — Sujçmekten memnu değilsiniz.. Yalnız münferid hüereye gidinciye ka- dar, istemek vesilesiyle de olsa, ben. den baçkasiyle konuşmaktan memnusu- nüzi, . Hademenin getirdiği bir bardak sı- yu içer İçmez, ağzı kırık su destişini he- men eline tutuşturdum. Bu aceleciliği- me müdür bıyık altından gülerken bir taraftan da başgardiyona şu emti ver- di: — Mevkufu, münferitlerde iyi bir hüc. reye götürün. Gaz Vâmbası vermeyi u- nutmayın! .. Sonra bana döndü: — Gün aşırı hüctenizde sizi görmeğe geleceğim, Ne atzunuz — varsa bana söylersiniz, merak etmeyin, inşaallah kurtulursunuz.. * Temeânisinde bulundu. Müdürün bu sözleri bende aks$i tesir husule getirdi. Bana karşı bu kadar a- lâka ve hayırhahlık göstermesinin, he- le; — Arzularınızı bana söylersiniz. Demesi, kendisinden başkasiyle, me- selâ mubhafızlarla, getliyanlarla bile gö- rTüşmeğe ,konuşmaya merun olmadığı . mın kibarca bir ihtarı, bu elem ve 1stı- rap yuvasında acı günler geçireceğimin bâriz bir deliliydi. Hademe eşyalarımı yüklendi. Su dol- durulmuş olduğunu görerek sevindiğim ağzı kırık destiyi de ben oldım. Baş gar- diyanı takip ettim. GÜNEŞE VE SAF HAVAYA VEDA! Merdivenleri tekrar indik, şöyle bir kıvrıklık, geniş bir bahçeye çıktık. Be- yazıt meydanının SÖ — 60 yıl önceki halini andıran bir bahçe.. Bir köşede u- fak bir bakkal dükkânı var. Önünde beş, on kişi alış veriş ediyor. Gecdiyanlarla mahpuslar, —- kıyafet ve vaziyet itibariyle - biribirlerinden a- yırt etmek mümkün olmadığından bun- ların kim olduklarını anlayamadım. Fa- kat bazılarının çekingen ve mütecessis nazorlarla beni süzüşlerinden, ekserisi- nin mahpus olduğu anlaşılıyordu. İlerlediğimiz uzun ve karanlık yol, bizi ufak bir bahçeye çıkardı. Çıktığı. mız kapının tam karşısındaki ufarak bi- nanın demir kapısı önünde durduk. Başgordiyan anlatıyordu: — Bu gördüğünüz dama sizin gibi ih- tilâttan memnu olanlarla hapisanede ra- hat durmıyanlar hapsedilir. Baş hilc- relerden en iyisini size vereceğim. Ra- hat edersiniz. Son cümleyi © kadar soğukkrallıkla söyledi ki.. Yeni gelen müşterisine en iyi ve havadar odayı vereceğini *öyli. yen bir otel sahibi, bir pansiyoncu bile bu kadar tabil vaziyette konuşamaz, Binanın harici mânzarasınt bir lâhza gözden geçirdim. Geniş cephesinde mü- teaddit ufak demir parmaklıklı pence » reler ve bu pencerelerin sayı hesabiyle tam ortasında büyük bir demirkapı.. Pencerelerin altında, her iki başta birer süngülü jandarma nöbet bekliyor, bina- nun taraçasında bir jandarma gerinerek arkadaki koğuş bahçelerinde dolaşan mahpsuları gözlüyordu. Bizim gelişimiz, başgardiyanın talsi- 1ât veren sözleri, buranın mutad sükü- nunu bozmuş olacak ki, hüere pence . relerinin bamlarında korkak ve müte- cessis bakışlarla bilhassa beni, yeni komşularını görmeğe çalışan mahpuslar görülüyordu. O aralık, nereden ve ne zaman geldiğini görmediğim bir fandar. ma onbaşısı onlara doğru ellerini sallı- yarak: — Gözlerinizi patlatırım. pencerelerden! , . Emrini verdi. Tıpkı kasasını açıa bir veznedar azametiyle, pantalonunun ce- Çekilin j İ Fuhşun önüne geçilimesi için mumhaneler, randevu evleri kapatılmalıdır Milletler Cemiyeti sosyal meseleler istişari komisyonu devletlere hitap ediyor Milletler cemiyeti 101 inci asam- blesine hazırlanıyor. Gelen haberler, Cenevre müessesesinin 100 asamble - sine hâkim olan telâkki tarzlarına, bu yeni asamblede, aşağı yukarı, fiili bir veda yapılmış olacağını ihsas e- diyor. Fakat niçin, milletler cemiye- ti der demez derhal arsrulusal sıyasa- ya sapıyoruz? İnsani davaları halle savaşmak iddiasında olan bu teşek- külün uğraştığı başka iş mi yok? Sosyal sahaya sapalım. Ve fara- za fuhşu cle alâlım: Milletler cemiyetinin bir “sosyal meseleler istişari komisyonu,, vardır ki insanlığın iki mühim ve “ersmulu- Bal,, meselesini halle çabalar: 1 — Fahişeliğin ve kadın ticaret!- nin kaldırilması. 2 — Çocukların himayesi, Komisyon, şimdi, Cenevrede ikin - el toplantısımı yapmış bulunmaktadır. Geçen seneki toplantısında bu iki me- selenin etraflıca tetkiki kararlaştı - rılmış olduğu için komisyon, bu se - ferki toplantısmda, yapılan tetkikle- rin noticoleri üzerinde çalışmaktadır. Milletler Cemiyeti bu işe arsrulusal kadın ticaretinin ilgası hakkında ge- niş mikyasta propaganda ile başla - mış ve Avrupada, cenubf Amerika memleketlerinde, yakın, orta ve uzak şarkta anketler yapmıştı. Bundan sonra bazı anlaşmalar ve muahede - ler aktedilmiş, devletler, kadın ka « çakçılığını ortadan kaldırmak ve ka- çakçıları cezalandırmak İçin biribir- lerine yardım vaadetmişlerdi. Fakat bundan mühim bir netice almamadı. Zira birçok devletler, hudutları içinde fahişeliğe müsaade ediyorlardı. Ve etmektedirler, Bu devletlerin, fahişe- liği aşağı yukarı meşru bir - ticaret gibi telâkki ettikleri de söylenebilir, Zira nizamnameler yapmışlar, mın - takalar ayırmışlardır. Komisyon, iki yıllık çalışmasından sonra, bu derde bir çare bulmuşa ben- zemiyor, Zira devletlerin fahişeliğe müsaade etmesi, hudutları içinde fa- hişeliğe devamalı bir açık pazar bulun- durması ve bu kötü işe yatırılmış ser- mayeleri Leşvik etmesi demek oluyor. Pazara müsaade etmek, zımnen, ma- Ja da müsaade etmek manasına gel - mez mi? Avrupanın ve dünyanın her tarafında ekonomik buhranm aldığı berbat istikamet de kimsesiz kadınla: KA BŞNT nT M üERE binden bir deşte anahtar çıkardı, Bun. larrn arasından birini seçti, büyük kapı- yı açtı. . Acı ve acıklı feryatları anldıran — g- tırtılarla açrlan kapıdan girdik. Onba - şırun cep Jâmbası sayesinde biraz ay- dınlanan bir dehlizdeyiz.. Binanın sağ Ve sol taraflarında iki karanlık koridor ve bunların üzerinde demirkapılar.. Mide bulandıran ağır bir küf kokusu ile karşılaştık. Gardiyan, sağdaki üçün. €l demirkapıyı açtı. Eşyalarımla bera- ber girtlim. Geride duran gardiyan ufak bir İdare lâmbası getirdi. Bir kelime söylemeden yanımdan uzaklaştılar, Ka- pıyı dışarıdan kilitlediler, gittiler, MÜNFERİT HÜCREDE Hapissnenin, yeni yapılmış ve henüz tamamlanmamış olduğu sıvasız düvar- Tardan, bahçelerindeki kireç kuyuların. dan anlaşılıyordu. Münferid hücre bu kabildendi, duvarları srvasız ve zemini toprok brrakılmışti. Yalnızım! Ne bir insan, ne bir sada!.. Hücreye göz gezdirdim, srvasız, ze- mitni toprak, camsız bir bücrede, kilitli demir kapının içindeyim, demek yalnız- lığa mahkümum.. Tüylerim —Ürperdi. Her camlayla alâkammn kesildiğini anla- dim , (Devamı var) Avrwpanın ve düryanın her tarafındaki eKonomik buhran, kimsesla Kadın- ları wmumhane ve batakhane simsar larının tuzağına kolaylıkla düşürmek- tedir... rı umumhane ve batakhane simsar - larının tuzağına kolaylıkla düşürmek- tedir. Komisyon, bu vaziyet karşısında devletlere şu hitapta bulunuyor: “Eğer hakikaten fahişeliğin önüne geçilmesini istiyorsanız bu tavsiyele- re rlayet etmeniz lâzımdır:,, “1 — Fahişelerin nasil çalışacak - larını tesbit eden resmi nizamnamele- ri lâğvediniz, bütün ümumhaneleri ve randevu evlerini kapatmız., “2 — Kadm ve genç çocuk dellâl- Irğının her şeklini şiddetle cezalandı- YINIZ.,, “3 — Delileri ve şuuru muhtel o - lanları todavi altına almız.,, Yapılan tetkikat, garbi Avrupa memleketlerindeki fahişelerden yüz- de sekseninin dimağen malül olduğu: nu göstermiştir. "4 — Zührevi hastalıklara tutu - lanları ücretsiz ve mecburi olarak te- davi ettiriniz.,, “5 — Kadımım vaziyetini düzelte - cek ve kadıma hayatını kazanmak im- kânlarımr bahşedecek içtimaf kanun- lar yaprmız.,, Son yılların tecrübeleri, ekonomik buhran devrelerinde işsiz ve kendini geçindirmekten âciz kadınların mut- laka himaye edilmeleri icab ettiğini açıkça göstermiştir. Sıhhi şartları haiz olmıyan, içinde istirahat edilemiyen ikametgihların da kadın ahvali ruhiyesi üzerinde pek fena tesiri olduğu anlaşılmıştır. Ko - misyon bu son noktaya dayanarak “belediyelerin kızlar ve körpe deli -' kanlılar için spor ve oyun ve eğlence yerleri yapmasını,, tavsiye ediyor. Yapılan istatistikler son beş yıl - çinde fahişeliğin her tarafta arttığı- nı göstermektedir. Birçok yerlerde, adetâ normal bir ticaret işi yapryor - larmış gibi muntazam büroları, mer- kezi ve seyyar memurları olan ka - dm ihracatçıları türediği de görül - müştür. Bu işin fazla kârlı olması bir gok memleketlerde resmi dairelerin murakabe vazifesini dikkatle yapma- sına jimkân' bırakmamaktadır. Güzel kadmlar, ya lüks iptilâsıyla ya aç- lıktan ölmemek için, yahut da bir tu- zağa düşürülüp zorla kaçırılarak bu yola düşmektedir. Bu felâketler bilhassa cenubi Ame- rikada, şimali Afrikada ve uzak şark- ta pek kötü şartlar içinde istismar e- dilen bu betbahtları en kısa yoldan ö lüme de sevketmektedir. Zira en kötü içkileri içen, mütemadiyen uykusuz kalan, bir günde birkaç düzüne erke- ğin hayvani ihtiraslarıma bazice olan bu betbahtlarm yüzde yetmişi fahi- geliğe başladıktan sonra en fazla se- kiz yıl yaşryabilmektedirler. Milletler cemiyetinin tedavi edeme- diği bu yaranın insan cemiyetine ver- diği ıstırab, Habeş Jatilâsmndan ve İs- panyol kardeş kavgasından duyulan ıstırapla en az ayni derecededir. Ve milletler cemiyetinin istişari komis - yonu tarafından tedavi edilebilece - ğini sanmak da, Maalesef, henüz mümkün olamıyor. Şekip GÜNDÜZ