12 Nisan 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

12 Nisan 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—ESAe16fAz— Hafif bir yağmur yağıyordu. Sık çam ağaçları ile örtülü dağda clele ierliyor- Tardı. Başlarının Üzerinde yeşil bir ta- van gibi duran, çöcn dalları arada sıta- da hafif bir rüzgârla sarsıldıkça, üzer- lerinde toplanmış olan sular, şiddetli bir yağmur gıbi saçlacını ıslatıyordu. Havada kuvvetli bir reçina ve çam kokusu vardı. Kuşlar bahçelerdeki mey. va ağaçlarının çiçekli dallarına telâşlâ konup kzük yorlar, inçe - cıvıltıları tâ teplere kadar yükseliyordu. Elele dağı tırmanan, bu iki gencin ikisi — da ç xanı dikkat - tiplerdi. Bir- kek belki de güzel değildi, fakat az dal- galı dağınık saçlamın örttüğü, geniş a- JTmlı irice kal.ı, iki kor paçrası gibi ihtirasla yanan gözleri, soluk benzi, bi. raz mukavves burnu ile, on dokuzuncu 23 rda yaşamış büyük bir sana'tkâr ti- pini hatırlatıyordu. Kadımta gelince, belki güzeldi, belki de güzel değildi. Amma, düzgün ve açık çehresinde görülen, zahiri neş'eye rağ- men, koyu renkli gözleri, iki rstırap kaynağı gibi ışıldıyordu. Erkek elindeki küçük çantayı yere bırakarak durdu: — Daha çıkacak mıyız, Canan? A- damakıllı rslandık.. — dedi. Genç kadmn biraz sarararak; — Bir sene evvel bilhassa senin İs- rarınla, çıktığımız güzel manzaralı tc. Peyi bir daha görmek istemiyor musun, Muzaffer? - dedi, - O gün de, böyle hir fif bir yağmur yağıyordu.. Havadaki reçina kokuşunu zevkle teneffüis ede. rek, islandığımızın farkına — varmadan koşa koşa bu tepeyi — tırmanmıştık.. Halbuki şimdi. Genç kadıtın sesini bir hıçkırık tıka- iranlı gülerek: z Ddık::»:ıı:“ Cenan,. - dedi - Söy- tediğin bu gözleri işiden bir insan, seni bundan yüz sene evvel doğmuş marir ruhlu, hassasiyeti hklı:hk hali:e ı;ı. * nn ı zanneder. Bu :;:rn::le:k ne 1!.1.. BenimA bir ı müddet için Avrupaya gitmem, seni nc. den bu kadar üzüyor?. Genç kadın göz yaşlarını saklamağa çalışarak cevap verdi: —— Nasıl? Demek benim üzülmeme sebep olacak bir gey yok, öyle mi? Se- nin mevtüt olmadığın, havasını tenef- tüs etmediğin bir memlekette, üç yüz altmış beş gün ve, gece, sensiz uyumak, dolaşmak, senin yepyeni bir âlem içinde belki de beni bir lâhza düşünecek va- kit bulmadan, yaşadığını toğlayyll ct mek, kâfi bir azap değil midir?. Genç adam gizli bir tebessümle: — Bu kadar ürzme kendini Canan!. . gedi.. « Hele bir gideceğim gün gel- sin, bu ayrılığın tahmin ettiğin kadar azaplı olmadığını göreceksin. . Kadın asabi bir hareketle kulakları- n tıkayarak: —Sus!. Sus! - diye bağırdı. - Seni hisli bir adam farzetmekle meğer ne kadar yanılmışım. Sen aşk Henilen © ateşi içinde taşısaydın, bir saat uzakta kalmacım bile, ne tahammül edilmez bir azap olduğunu bilirdin.. Delikanlı, kadının yaşlı gözlerini ha- Taretle öpzrek, koluna girdi ve, tekrar yürümeğe başladılar, Artık adanın en yüksek noktasına gelmişlerdi. Çamlr yamaçlar, Üzerlerinde titreşen — Çoc! yağmur damlaları altında, elmas işle. meli, yeşil bir halı gibi tâ denire kadar uranıyordu. Kadın, bulundukları tepenin, yalçın kayalıklı bir uçurum teşkil ettiği nok- tay S ğru yürüdü.. Tâ, kenarda, kü- gük bir çamın dalına şemsiyesini astı ve altına oturdu.. Erkek telâşla seslendi: — Ne yapıyorsun, Canan? Ufak bir adım seni uçuruma düşürebilir, kalk o- radan .. Kadin bu teldşa güldü ve, yerine da- ha iyi yerleşerek: — Merak etme, sen Avrupada iken beni muhafara edecek olan siyanet me- 148 MARKIZ DÖ POMPADUR lekleri, şiridi de himayelerini mezler.. Adam, beyaz esirge. mendili ile saçlarını l kurulayarak sandüviç paketini açtı ve küçük şemsiyenin altına girerek, iştiha ile yemeğe başladı. Genç kadın da artık neş'elenmiş gibi görünüyor.. gülüyor.. Bir sene evvel gene burada, Muzaflerin yağmurdan korunmak için, boyun atkı- sını natıl başına doladığını anlatıyor, taklidini yöpryordu. ) Fakat, zavallr Cananın, koyu renkli gözleri hiç te gülmüyordu, bilâkis, bel- ki son olan bu gezintide sevdiği ada- mın hayalini iyice beynine ve, kalbine yerleştirebilmek için, âdeta — gözlerini açarak ona bakıyer, bitmiyen zorlanmış kahkatalar arasında, ellerini genç ada- mın aksında, yüzünde, ağzının üzerinde dolaştırrıyor bu sevgili baştaki, bütün tümsekleri, çukurları, genişlikleri âdeta ezberlemek istiyordu. Birden nası! oldu, şemsiyesini dü- zeltmek için ayağa kalktığı bir sırada, bastığı taş kaydı ve, genç kadın sende. ledi, düzelmek isterken düştü. Delikonlı hemen — yerinden fırlaya- rak: — Aman, Canan uçuruma yuvarlana- caksın!.. Diye bağırarak elini uzattı. Canan gene gülüyordu. . —- Ben kendi kendime kalkarım, sen brrak.. Diye söylenerek, delikanlının yar- dımından kaçınmak istedi. Fakat geri- Jemesi ile uçuruma yuvarlanması 'bir oldu. Geç kalmış bir sürpriz Leman Karamanoğlu Genç adam çılgin bir feryatla ileri : tıldı, fakat, zavallı Canan islak - toji raklar, taşlarla beraber, hızla, — siv kayaların arasında yuvarlanıyordu. Bi den, yere düşen bir çamur külçesini çıkardığı sese benziyen bir gürültü iş dildi. Genç kadın, uçurumun dibindel ensiz kumsalda, kızıl bir yığın şeklindi göründü.. Genç adam, “Canan! Canân!,, diy haykırarak, uçurumun kenarındaki kı çi yolundan aşağıya inmeğe çalışıyor du,. Fakat, kenüz on adım atmamış ki, bastığı külçük kaya, yerinden kopti! o da bu siklete dayanamayınca, bira evvel sevdiği kadınım, geçtiği yoldar © da, dipteki kumsala, bir çamur külçeş gibi çarptı.. Oradan geçen balıkçı kayıkları, uzak ton bu müthiş faclayr görmüşlerd Sür'atle küreklerini çekerek, bin müş kâlatla sahile yanaşabildiler. Parçalanmış yüzleri yıkadılar. Faka ikisinin de kalbi durmuş, sivri kayalar ve müthiş yüksekliğin hızıyla — yer çarpma onları hemen öldürüvermişti. Kayıkçılardan biri Ada karakolun: koştu.. Bir saat sonra facla mahallinc gelen memurlar tetkikata başladılar Genç kadının çantasında hüviyetini is) bat edecek bir şey yoktu.. Fakat, eli kanlınım cüzdanmda çıkan resimli kâ gıtlar ikisinin de kim olduklarını isba' etmeğe yaradı, Bu kâğıtlar, Canan ve Muzaffer namına çıkartılmış iki pasa, porttan başka bir şey değili.. Leman KARAMANOĞLU kalbi müthiş bir hızla çarpmağa başladı. Dizleri üzerine yere kaydı, Janın elle- rini tutarak onları çılgın buselerle kap: lamoğa koyuldu., Ve genç kadının rü- huna nüfuz eden tatlı bir sesle, sarhoş bir halde tekrarlamağa başladı: — — Seni teviyorum, Jan.. Ebediyen seninim.. 4 Jan da bir vecd içinde kekeliyordu: — Sir, Sirt.. A — Sana perestiş ediyorum, ;İ'îğum; nu sesimden anlonıyor MUSUN i- hiç olmazsa, yaptığım cür'etkârlıktan anlamıyor musun?, Düşün ki, sarayını terkederek, oradan gizlice kaçarak se- ni aramağa çıkan Fransa kralıdır!.. Jan: — Heyhat! diye mırıldandı. Sevdi. Him adamın ne Luvrü, ne de m“'h'f"' ları bulunmasaydı, çok daha mes ut o- Jurdum.. yi — Jan, senin yanında bulunmk için ben, yalmız muhafızları değil, skanda k ve teşrifat kanunlarını istihfal ettim. — Sir, sir!., Skandaldan bahsediyor” sunuz. Merhamet edin, beni tekrer Pa: rise götürün.. ç On beşinci Lüi, mânalı, fakat hazin bir tavırla sordu: — Zevcinizin yanına mı 7. n Jan ürperdi, gözleri dehşet ifadesiyle doldu.. Bu zevci unutmuştu!.. Ve kral o zaman, b enfes kadınla, bit ucube olan kocasını yekdiğerinden ayıran uçurumu bir anda gördü. On beşinci Lüi kıskanç değildi.. Kıt” kanç olamazdı.. Büyük bir sadakat& hiç bir zaman inanmadığı için Mmetres” lerinden amcak geçici bir saadet i.gg[d-l. Fakat bu defaki ihtiras, hiç şüphesif diğerlerine benzemiyordu.. Lüi bu defa, bir kalbe malik olduğu: nu ve bu kalbin, arzusundan daha hıslı çarptığını anladı... . Bunun içindir ki, Jacun, kocasının 15- mini duyunca dehşet içinde ürpermesi- ni, gizli bir sevinçle karşıladı.. Onuün yanma oturdu. Ve ateşin bir mırıldandı ? | ."İ Görüyorsun ki seni Parise götüre- mem, çünkü sen bu adamı tekrar gör- mek düşüncesinden bile titriyoreun.. Jan, çırpmarak, çılgın bir sesle ba- ğırdı: D — Sir, beni nereye götürüyorsunz?. Kral cevap verdi: — Versöyal., — Hayır! Ah!.. Hayırl.. Sir!.. Aşkım namına, size verdiğim bu temiz ve «>* his namımna.... Kral onun sözünü kesti: — Dinle! Seni bir eve götürüyorum, ve sen bu evin yegâne hâkimi ve hanı. mı olacaksın.. Sana şerefim üzerine ye- min ediyorum ki, sen beni çağırmadık- ça oraya girmiyeceğim!.. Ve yahut o- raya gelirsem ancak gündüz, senin ka- bul etmek tenezzülünde - bulunduğun bir ziyaretçi gibi geleceğim.. Seninle beraber şiir ve musikiyle meşgul olaca. gız., Senin yarında, nedimlerimin tahte çehrelerini, harp tehditlerini, nazırları- min mütülsalarını unutacağım.. Görü- nüşte parlak, fakat hakikatte hazin ve boş olan ve adına krallık denilen — bu şeyi unutacağım.. İster misin, Jan, Be- nim ilk perim olmak ister r-isin? Azap- Jarımın ve bruzan ümitsizliklerimin te. sellisi olmak ister misin?. Versaydan bütün Fransa üzerine yayılacak olan iyiliği elde etmek için gelip undenı il- ham almamı ister misin? Bir tek kelime söyle ve bu araba Parise dönzc_:hiı.. Istızap çekecek, fakat şikâyet etmiyece- ğim.. Yemin edebilirim ki, belki uniıı aşkın kadar temiz olan bu ış_hlı ıfnı ..nıdnmıyıuğıml Senin endişelerine hürmet edeceğiml.. Fakat hiç bir şey söylemezsen, Jan, etrafında Pıir mı.ıhıb- bet değil, fakat etiket — hürmetinden bozka bir şey bulunmuıyan savallı Lüi, nin gizli dostu olacaksın.. Bİ'""'A ko- kusiyle mestolmak için Üzerine eğilece- iim bir giçek olacaksın.. Ü derlre dçar veter veri RArİRfN buvlniT — N MARKIZ DÖ POMPADUR 148 ba, iki kuvvetli hayvanın sıkı tırısiyle, bada Berrye değil, on beşinci Lüj bu- sür'atle ilerliyordu.. Bir an sonra şöval. lunuyordu!.. Yeden ancak otuz metre mesafedeydi.. Bu hâdisenin ne şekilde vuku buldu- D'Assos son bir defa daha ürperdi!. ğgunu anlatalım ; Atların ikisi de beyazdı!.... Araba, beklediği arabaydı!.. Şövalye' hemen ilerledi ve - aşkın, ümitsizliğin, kıskançlığın bütün hidde- tini ihtiva edem - korkunç bir sesle ba- ğırdı: — Dur! Dur! Yoksa ateş ediyorum!. Arabatçı da ulur gibi bağırdı: — Açıll.. Şövalye nişan alarak ateş etti!.. Sonra ilk tabancasını atarak, ikincisi. le âteş ettil.. Arabacı bir inilti kopararak sırtı üze- rine devrildi..... D'Assas, esasen idareden mahrum oldukları için yavaşlayan atların Üzeri- ne atıldı.. j Sonra, kalbi kızla çarparkeu ve şa- kakları ateş içinde yanarken, arabanın kapısıma yaklaştı. ve dudakları takallüs etmiş olduğu halde şöyle dedi: — Aşağıya inin, mösyö kim olursa- nız olün, inin, aksi takdirde uşağınıza yaptığımı muameleyi size de yapıcağım. Bu esnada, arabanın içinde canhiraş bir çığlık, bir kadın çığlığı yükceldi!. D'Assas ileriye doğru bir hamle yap. tı; fakat oyni anda, araban:n kapısı a- Ççıldı, bir adam yavaşça yere atladı ve ko'larını göğsüne kavuşturarak, istih- fafâmiz ve otoriter bir sesle şöyle de- di: — Bu ne?,, Kim bu serseri ki, kral: durdurmağa cesaret ediyor? Çehresi sapsocı kesilmiş olduğu hal- de, yerinde dona kalan d'Assas, bu sözleri söyliyen adama baktı ve gözleri yerlerinden fırlamış, — saçları dehşet içinde diken diken olmuş bir halde mı- rıldandı: — Krallt.. Kralt.. Evet! Janın içine atılmış olduğu ara. Malüm olduğu veçhile Berrye, Janı falcı kadına götürmeleri hususunda Noc Puassonla Krebiyonu ikna ettikten, Berniyle beraber plânı hazırlayıp ona arabayı madam Löbonun kapısı önlüne getirmesini söyledikten sonra, ertesi günü kralı aramış ve nihayet ona an- cak akşam üzeri mülâki olmuştu. On beşinci Lül polis müdürünü me- saj odasma götürmüş ve ona şöyle de- mişti: — Bana Madam 4'Etyoldan bahset. mek istediğinizi söylediniz? Berrye: — Evet, sirl.. Diye cevap verdi ve her şeyi gözüne yalarak hedefifne bir anda erişmek için ilâve etti: — Majesteleri, kendileriyle açıkça konuşmama — müsaade — buyururlar- o ?. — Açıkça konuşmanın: emrediyorum. — Şu halde, sir, sizi alâkaklar edecek şeyler söyliyeceğime eminim.. Bina- en aleyh bütün muköddemeleri bir ta- rafa bırakarak şunu söyliyeyim ki, va- zifem icobı olarak majestelerini koru. mak üzere gelmiş olduğum büyük ba- loda iki şey nazarı dikkatimi celbetti.. Berrye, bütün cür'etkârlığına — Tağ- men bir an tereddüt etti.. On beşinci Lüi bir koltuğa çöktüp a- yağını yavaşça sallıyarak sordu: — Nedir bu iki şey?. Bunun Üzerine polis müdürü devam ettir — Sırayla söyliyeyim! Birincisi şu- dur ki bir kadım majestelerini seviyor- du.... 4 On beşinci Lâi gülmeğe başladı. — Bir tek kadın mı? dedi; pek az!.. — Evet, fafkat bınkadın, Sir, sizi on kadın, yirmi kadın, yüz kadı& yerine

Bu sayıdan diğer sayfalar: