Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
hş:îâbrahlm, Fanti Hikmetin yanı- Myoyaça ) Hîet. Fanti! Söyle, Şaşı. . qü“en yaşııydı Mütlak bir derdi bi F SA E;nu yarmım arcfe... İ Öbür gün bayram.... "% * l.ı.mnmm Cengıze bayramlık yaptı: | kî dersin ? %Dülrdın mi Şaşı? Babanın vazi. Sen benden iyi bilirsin... Piyize %glı_eng,r nanay... Nerede kaldı ki bayramlık... P%Ama benim için dert olacak, q“m Kardeşimin bayramlığını bul. Nel'eden'" : WIWI açıp kapadı. Boynunu Bî dolaşahm hele, Fanti... NGH İktrlar, Mahzenin çamurlu merdi- Nİ tırmandılar. Sabahtı. Bula- sabahtı. Uyanamıyan, uyan. %“!lı Miyen tembel bir insan gibi, bir türlü aydınlanamıyordu. ıı___%d kağın sonunda ayak sesle. gm Ular, Yıkık bir duvar arkası- Ehdiler. Önlerinden, konuşarak, qh:%an serseri geçti. Kulak ver- lş&rln.nmış serseri anlatryor: bulun içi dışı bizim bamte. Aynum sorsan her yanı bil. 'h!— biz kaynana otunun bittiği th 'biliriz.. Nereye dokunsan Sesimiz çıkar-oradan... Eskiden Tophane gerisindeki avrat i birinde kokucular. vardı. Ruslar, asilzade kişiydiler. A. amlaymca, ispirtoyla yemek rlerdi. Ame, gimdi orası tam takır kırmızı bakır oldu... Ruslar Yu. nanistana geçti... Etraf boşaldı... A- yaz olursa, oralara başvurup çatı al- tında yatıyoruz... Yazın bizim için tek kursak derdi vardır... Onu da nasıl ol. sa buluruz... Asıl ceremeyi kışm çeki. Sesler uzaklaştı. Sokak ıssızlaştı. Yola düzüldüler. Yağmur hep o elâ gözlü yağmur... Kaldırımlar vıcık vı- cık çamur... Şaşı İbrahim Cengizi düşünuyor. İbrahimin babası da esrarkeşin bi. riydi. O da, küçük yaşında, gazete sa. tarak evinin ekmeğini götürmeye baş- lamıştı. İnsafsız bir adamdı babası... Onun kısık, kirpiksiz, kanlı gözlerini doyurmak bir türlü kabil olmuyordu. İbrahimin; çorapsız ayaklarma geçir- diği, delik ayakkablariyle, karda, yağ. murda sabah ezanlarından yatsılara kadar koşuşu didinişi, haykırışı paha. ' okkalık — ekmek babasının avucu - sma — kazanılan hor görülüyor; na sıkıştırdığı otuz beş kuruş bir tür. * lü makbüle geçmiyordu. Gece karan. lığında yorgun argın eve adımını atar atmaz boynunu büker, omuzlarını kı- sar, çaprazlama bakan kıpışık gözle- rile: — Bugün de dövme! Diye babasma yalvarırdı. Otuz beş kuruşluk günlük kazanç, zar zor kır. ka çıkabildi; ellide dayandı kaldı. Cengiz olmamış olsaydı, İbrahim bu yaşayışa katlanamazdı. Kardeşini öyle seviyordu ki! Ve, küçük Cengiz, kıvır kıvır sarı saçları, mawvi gözlerile öyle sevilecek bir çocuktu ki! İbrahim bazı gün kazancının bir kıs. mamrı gizlerdi. Kardeşine akide şekeri, balmumundan bebekler götürürdü. Anııelerı babaları cok fena insan- KI2 lardı onlarm... İbrahim iyi hatirlıyor- du: altı yaşında ya var, ya yoktu. Ev- lerinde tavuk beslenirdi, Bin türlü yokluk içinde büyütülen küçük Şaşı, bazan hırsızlık yapardı. Kümeslerin - den çaldığı yumurtaları, bir mahalle aşırı bakkalm boyalı şekerleriyle, zıb. zıblariyle trampa ederdi. Bir kış başlangtemda, çok soğuk bir gecede, Cengiz apansız hastalanmıştı. Her vakitkinden biraz daha geç dö - nen İbrahim, evi karanlık bulmuştu. Çelımsız omuzlarıyla kapı kanadmı | lardı. Sarı çocuk bir büyük irısan gİ- oynatıp sürgüyü düşürerek içeri gir- mişti. Lâmbayı yakmıştı. Yapayalnız bir halde, alıal, morumor, sayıklıyan, inliyen kardeşiyle karşılaşmıştı. Ana- sI kimbilir hangi dostunun evinde fing atıyordu. Babasının gittiği yer belliy. di: Lâleli yangımlıklarındaki esrar tek. kesi... İbrahimin şaşı gözlerinden yaşlar | boşanıyordu. Ne yapacaktı? Hasta ço- cuk böyle doktorsuz, ilâçsız, inliye in- liye ölüp gidecek miydi? Birdenbire kendine gelmişti: bir doktor çağırmalıydı. Ya, vizite para. s1!... Adam sen de... Doktor da insan değil miydi?.. Canlarını mı alacak. tı? Bir eczaneye uğramış, ihtiyar, sa- kallı doktoru uykusundan uyandırmış- tı. Doktor, ters bir adamdı aksi gibi... İbrahimin delik ve sırsıklam kundu. ralarından, biçimsiz elbisesinden, s0. luk yüzünden, para çıkmıyacak bir iş olduğunu çoktan kestirmişti. Gecenin bu vaktinde hastanm ayağma gide- mezdi. Eğer getirilirse, şuracıkta mu- ayene ediverirdi. İbrahim eve koşmuştu. Ateşler için. de yanan Cengizi sarrp sarmalayıp ku. caklıyarak doktora taşımıştı. O günün kazaneryla ilâcmı yaptırmıştı. Ve, ne yazık ki, ertesi gece, bir gün evvelki kazancm hesabını doğru dürüst vere- mediği için babasından müthiş bir da- yak yemişti. Canı çok yanmıştı. Kolla. rı, budları günlerce sızlamıştı. Ama, Cengiz kurtulmuştu. İbrahim, şimdi de, bir yıl evvel, ev. den kaçış gününü hatırlıyordu: Soğuk bir sabahtı. Her vakitkinden biraz daha önce uyanmıştı. Cengizle, evin en ufak odasmda birlikte yatar- KAHRAMAN KTİ2 873 Cengizin bayramlığı - Reşat Enis bi horulduyordu. Bu, çok sevdiği yü. zü artık son görüşüydü. Uyandırma. mağa çalışarak alnından, yanakların- dan öperken, küçük birdenbire gözle- rini açmıştı. — Korktun mu Cengiz? — Huımn... Ağabey, bana su ver... — Susadın mı? Kardeşinin son defa suyunu da içir. mişti. — Allaharısmarladık, Cengiz... Loş bir sabahtı. Dışarda yağmur yağıyordu. Ve, İbrahimin şaşı gözle. rinden boşanan yaşlar zayıf, mor yü- zünde çift sıra oluyordu. Onu görmiyeli bugün tam bir yıl... Artık, belki de, koskoca bir çocuk ol- muştu. Belki, vaktiyle kendisinin yap- tığı gibi, bahçelerindeki kümesten yu. murta çalryor, bir mahalle aşırı bak. kalın akide şekerleriyle, zıbzıblariy- le trampa ediyordu. Belki de gazete sattırmaya bile başlanmıştı. Dayak yediği muhakkaktı, zavallı Cengiz... Bir şemsiye altında üç insan! & * & Kaldırımlarda şakırdıyan elâ gözlü yağmur omuzlarını dövüyor... Uyanamıyan, uyanmak istemiyen tembel bir insan gibi, ortalık bir türlü aydınlanamıyordu. t © & İkindi üstü bayram topları atılır: ken, Fanti Hikmet ve Şaşı, kapalı çar. şıda ihtiyar, şaşkm elbiseci yahudiden gicir gicir yeni bir kat çocuk Trubası çalryorlardı. Bu, bahriye biçimi güze! bir elbiseydi. İnce mavi şeridli, beyaz, enli bir yakası vardı. Önünde siyah, parlak bir kördelâ, fiyonk yapıyordu. (Somı yunn) aa A AA Te KAHRAMAN, : Kar —- d İozefin o kadar büyük bir dehşet içinde Uğu mektupl.. : Sen — Priyak'ın Verdür'ü - “öldür- “i.lkım’ ,»Sonra üıerîndeşı aldığı, kardi- Noi Ylktıgı, ve mhayet Verdür'ün Nse verdiği bu mektubu, ayni mek- ::h“' gene Verdür; bu defa - da Rişliyö- Veriyordu. Kardinal bu mektubu :ördü Ve hemıın tanıdı.. — Be "Yninden vurulmuşa döndü. Müs- tehzi çehreli ,kırmızı burunlu, karma - * ik elbiseli bu adama şaşkın nazar- ' Atfetti. Yüzünde, nâmütenahi bir % ifadesi bulunan bu adam — Priyak namma geldiğini söylü- 5 Yordu. Halbuki Sen — Priyak ölmüştü. H ;dam ona bir mektup uzatıyordu. ho Uki bu mektubu yakmıştı!.. Rişliyö b:r inlit!? kopardı ve bütün kuv- hi, su bir tek kelimeyi bağırmak D topladı: Ber, D'-lrun' ’!lı'k tün bu sahne, ancak bir kaç sani- tu, M üm_an.ı.;mde vuku — bulmuş- / Mhafızlör derhal durdular. Si Ş |tekrar bağırdı:' *piniz açılın!.. Bizg Uhafızlar gerilediler. Kardinalin ü. denbire | çıldırdığı düşüncesi bir an- öyı adamların € âçine girdi. Kardina- diş, | © Müthiş sarardığını, öyle titre- Bör dîii öy;,_. şaşkım bir hale geldiğini Iı ki, onun hemen burada meç- aıi t“mn altında derhal düşüp öle- ü!ündülır üer Vöriyeti gören muhafız kumanda- €rek. bı:f"“““"' 'Uze başlıdıyn da kardinal o- t % ükeımk görülmemiş bir — Defolun, mösyö! Bir emir verdi- ğim zaman, konuşmak cesaretini ken- dinizde nasıl buluyorsunuz? Derhal ku» memndanlığı muavininize devredin ve kendi ayağınızla hapisaneye gidin.. Ve kardinal hep ayni hiddetle mu- hafız kumandanının muavinine dönerek ilâve etti : : — Bütün adamlarınızı, dışarıya - gö- türün ve orada emirlerimi bekleyin ... Büyük salon bir dakikada boşaldı; içeride, yalnız duran ve dehşet içinde kalan kardinal, düşünceli görünen Mo- lüs, hayretinden — yerine — çivilenen Montaaryol ve Ânnaisin elini tutarak: — Endişe etmeyin, ben buradayım!. Diyen Trankavel kaldı. . Bu esnada, biç kimse farkında olma- dan, içeriye birisi daha girtdi. Üzerin- de gri bir manto ve başında, gözlerine kadar inen bir başlık vardı. Bu adam, küçük kapmnmın yanında durdu ve ağır ağır ,salondakileri süzdü. Verdüre ge- Ence, o da, garip bir tavırla etrafı kok- luyor, kırmızı burnünü kaşryor ve şöy- le diyordu: — Bana öyle geliyor ki, gayet gü- zel bir koku hissediyorum.. Nereden ge- liyor bu koku, acaba? Ha!.. İçşte!. İşte.. Ve, Verdür, bu sözlerle beraber, sen- deliyerek ve ağzı kulaklarına kadar vardığı halde, üzerinde iki gümüş ka- deh ve bir şişe şarap bulunan — küçük bir masaya doğru ilerledi. Iki kadehi doldurdu, yekdiğeriyle tokuşturdu ve ilk kadehi boşalttıktan sonra, ötekisini de boşalttr. Rişliyö hiddetle bağırdı: — Buraya gel!,. . Verdür, tıpkı bir asker gibi ilerliye- role katiyen inanmıyordu. Cemiyetten yegâne istediği şey onu inkâr etmek ve öonun tarafınıdan inkâr edilmek hak- kıydı. Saadetinin banisi, bizzat kendi- si olmak istiyordu. Ve nihayet, insan- ların istiklâline büyük bir hürmeti var- dı ve kendi ist'klâline de son derece kıskançtı. Roza karşı olan aşkı onun hayat telâkkisini itmam ediyordu. Ha- yatta fazla can sıkıntısına kapılmamak için, sevgili bir arkadaşa ihtiyaç vardı bunu intihp etmişti. Trankavele gelince, o, bir rüya için- de yaşryordu. Bir talihin zengin ettiği ve hayata attığı ülk adımdan it'baren sevilen bu Parisli çapkın, bu saadetten âdeta afallamıştı. Unutuyordu ki, çılgın kahramanlığı, kendisini emsalsiz bir insan haline getirm'şti; Anna's gibi bir kızın, kendisini sevmiş olmasında hiç te şaşılacak bir şey yoktu; buna yegâne hayret eden insan bizzat Tran- kaveldi ve içtimal hayata Molüsden da- ha yakın olan Trankavel, bu kral kızı- na, onun hiç te ihtiyaç göstermediği bir hürmet gösterecek vaziyetteydi. Trankavel, arabadan inerken, karı- sına âdeta mahcubiyetle el uzattı. Montaryol onları kapıya kadar teşyi etmişti. Kapı kapandığı zaman, Mon- taryol büyük bir hüzün içinde bir müddet hareketsiz kaldı ve şöyle mırıl- dandı: — Şimdi artık, akademi müştür. iyice — öl- Lespar kontluğunun sahibi olan ve Trankavel dö Lespar ismini alan Tran- kavel, onun hnazarında hep büyük Barviyar'ın halefi, düello i.ııtadı, hülâ- sa üstaddı. Bunun için, Montaryol büyük — bir teessür içinde, kendisine Bel Ferron- yerde hazırlanmış olan ikametgâha git- mek üzere, yola koyuldu. Sırası gelmişken şunu da ıoyhyehm ki Bel Ferronyer otel ve lokantası, ka- pılarını her zaman için kapatmıştı. Bu- nu Molüs istememişti. Fakat Rozali Hudar, bir kontes annesinin, Jokanta işletemiyeceğ'ni düşündüğü için, buna karar vermişti. Molüs bu karara bir hayli hayret etmiş, fakat hiç kimsenin düşüncelerine karışmamak, prensipleri meyamında olduğu için kat'iyyen bir şey söylememişti.. Montaryol yeni ikametgâhma gitmek üzere Sent — Avuây sokağının köşesi- ni döndüğü sırada, kendisine doğru kalabalık bir kafilenin geldiğini göndü ve bir harabenin arkasına saklandı. Bir an sonra, kafile, önünden geçiyordu: Bunlar kardönalin hususi muhafızlarıydı. Başta bir katır, bir arabayı sürüklüyor- idu. Bu katırı bir adam çekiyor ve ade- mın yanında da bir kadım yürüyordu. Kadın bayağı işlere ve fenalıklara müte- mayil insanların garip ve keskin sesile; — Burası!.. Dedi. Montaryol da heyecan içinde soluyarak mırıldendi ? — Aman ya Rabbim! İkametgâhın ö- nünde idurdular! Bu adeen! Üzerinde kırmızı mantosu bulunan ve arabadan inen bu adam!. Bu adam kardinaldir!.; Küfür ve yeminler arasında bir de hıçkırık duyuldu. Montaryolun - kılıcı, havaya kalkmıştı. — Yalnız başrma! Yalnız başıma ne yapabilirim? En aşağı yüz kişi var!. Bu sözlerle beraber, Montaryol deli gibi koşmağa başladı. İki dakikada u,