4 Ocak 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ü - <—— ——— —— SİKİNCİRANUN — 1908 ltaıy a kal îî:aîüyük imparatorluğun toprak- a llı'ldıa Fransa, kudurmuş bir düş- _b'mzf Ortasında kalmış, boğulu- Bi W'-'İ_l_.. Görünüşte istiklâlini mu- bi ““_'Şi sanılan bu krallık çevirdiği Vefe htrikalara ,bütün didinmelerine Si İi iklarına rağmen hakikatte biş İi ı“_İlı:ıpar.'ııtm'luğlm'-m imtiyazlı Üği Yeti haline düşmüştü. Şari, dile- | hl'm;::nn ordusiyle Fransız toprak- | ğ:'llu Stçiyor ve dilediği her şeyi, _ îhiı Sür'atle başarıyordu. #rler, “7sa kralr, Şarlın kızkardeşiyle hâlğ ç. € mecbur olmuştü; — ve eğer Yör iğiye " bit istiklâle sahip bulunu- Kanuni g Pünu da Türk imparatoru idi, — Süleymanım himayesine bor;çlu ıuğ:ı._ Süleymana gelince o, hiç daha , * düşmanı Şarl Kent'ten çok tetiy ÜEsek bir küdreti, bir saltanatı yı% &diyordu, Macaristan, Ayvustur- daı.q'?lnıı. Balkanlar, Mota, Ege a: mqhi_s"_"iye. Irak, Kafkaslar, İranın %?Ixub" kısmı, Romanya, Kırım, Ok- %'İlrn bütün cenup kısmı, Mısır ve Onun hükmü altında idi ve im- ka Tluğunun her tarafırıdan bir baş- İlq.:;:ık kokusu gelen, Şarlı geçen % he kadar zayıflanıyorsa o da, j -© derece küvrzetleniyordu. Vi- %h her saldırışı bir evvelki saldı- çok sarp oluyordu. biş i;fiffîymann tesiri altında bulunan N ! İmparatorluk, evvelâ, yalnız Ör- da bîvrf*l?a'!a çarpışırlarken şimdi orta- ; Fikinci çarpışma sahnesi belirmiş- Gilünu. £ ' 3“ iki sebepten ileri gelmişti.. Hinci Rnbcp: ti î32 de Könüni Sultan Süleyman, bir ordu ile (*) Viyana önünde ,eku'derken Şarl Kent'in emri ile ha- tden Venedik amiralı Andrea %'! & Moranın muhtelif kıyılarını vur- | K "e Korona ile Patrası zaptetmişti. — Tüy bi S_İ.ileymn bu sefere üç yıl sü- | ğ" dikkatli bir hazırlıktan Bsonra hqmı: halde Doryanın Morada giriştiği eu'—:_ü duyunca işini yarıda bırakıp ziqdonmeyi tercih etmişti, _’!q.l_d't Morada bulundurduğu kuüv- ’!tî,.b h mühim bir kısmını bu sefere İle, %'&irdiği için, Doryanın tahriki hîlq';'i bir takım kargaşalıklar çıka- Dnl Alm düşünmüştü. Bunun üzerine bi y Vrupada girişilecek her hangi :::ıgıh::ımmutlıka çok küyvetli bir l '“"'?ı:n Akdenzie açılamaz bir ha- %İtî » kıskıvrak bağlaması 1lâ- %eğeiine karar vermişti. O zaman küu,eui Amiral, gözleri önünde çok | h"'babü mânaya bürünmüştü: :kın Toş,.. '.!ı%“nl Süleyman bu büyük deniz di,% Ş: İYi bir donanma verildiği tak- ıl:_x-ı huâlmxent'in donanmasına deniz- İŞti, edebileceğine akıl erdir İllnquî““lbula döner âönmez. geceyi * katarak büyük bir donanma Tüşp “Snı irade etmişti. Tlele Paratorluğunun bütün tersa- : un ve onunla bir ğ')q:g:::cı Cezayîr ocaklarında ça um'lih' i çok değerli Türk denizci Vet tamdiresi altında başlıyan faa a Nihaiki yıl sürmüştü. biç'da, Yet 1534 — yılı bi Tdümy İmparatorluğun İ İrakın cenubunda ve İranda B T Tbargç Yaffakıyetler — kazanırken, "T müşa ? Üç yüz galer ve Brigantin- Bökğr ( 'kkep büyür bi T K ğ a Mün z yük bir Türk donan- "eîıe ısıım,! 'nda boğazdan geçmiş, E- * Vin , $tı. İşte o gündenberi Şarl a D .i_ne!h“r amiralr Doryadan u.mlyürıju. | h dııgZülfikırh bayrağını dal- t w %îüg:m slandıra Mataban burnu- üyay ilk baha büyük » İtalyan kıyılarına varmış, Yürmuş, Napoli ve Gaeta- Sarayı, emir almış bir hizmet- Kç A koyu müslümanların, diğeri ko- | * -- Teti - “ Sm ntîî'îîîımamn DU sahneye de intikal daha önceden işe başlaya- Yazan: Nizamettin Nazif Şarım adasının kıyılarında tek insan Mamıştı. pılısını pirtisini toplayan dahile kaçmıştı ya dehşet salmış; sayısız esirler ve ga- nimetler aldıktan sonra Mesina boğazın- dan geçerek Sicilyayı allakbullak et- miş ve hattâ Santa Luçiyayı zaptetmiş, daha sonra şimale yükselerek Tiber nehrinin ağzına kadar ilerilemiş ve mukaddes Papa Hazretlerinin hususi malikânelerinden olan bir şehri, Terra- çinayı taxhrip etmişti. İtalya yarrmadasımın kıyılarında tek insan kalmamıştı. Pılismı — pırtısını toplayan dahile kaçmştı. “Barbaros geliyor!,, dendi mi herkesin ödü boğazı- na geliyordu, Roma tirtir - titriyordu. Papa bütün kardinallarını peşine takıp kilisesine koşmuş, İsanın mihrabı — ö- nünde diz çökmüş, “Barbaros adlı şey- tanın şerrinden İtalyanın halâs olması için,, dua etmekle yalvarmakla meşgul- dü. Çanakkaleden Cebelüttarığa kadar Akdenizin şimal ve cenup kıyılarında dalgalar ve kasırgalar hep Barbarosun kahhar kudretini ve Türk imparatorlu- ğunun zaferlerini oğuldatıyordu. İkinci sebep: İstanbul sarayı, Şarl Kent impara- torluğunu mahvetmek için Viyanayı çiğneyip garbi Avrupaya saldırmaktan İtalyayı, Bohemyayı zaptedip Almari - yaya dalmaktan daha kolaâay bir çare düşünebildiğini sanıyordu: Mısırdan Trablusgarba yürümek, Ro- dosun zaptından sonra Şarlk Kent ta- rafından Trablusa yerleştirilmiş olan şövalyeleri ezmek, oradân Tunusa geçmek ve böylelikle Cezâyir üzerin- den, (Yani bütün şimali Afrikayı do- laşarak) İspanyaya çullanmak., Göze son derece zör ve hayali gibi gözüken bu proje, Kanunt Süleymana pek kolay ve tabit geliyordu; Bitza- * matlar"Musa birn Nâsır'ın kölesi Tarık bin Ziyadın kumandasımdaki Arap ordu- ları da bu yoldan İzerya yarımadasına girip Vizigot devletini mahvetmemiş ler miydi?. Araplarım yedinci Milât asrımda ba- şarabildikleri bir işi Türk neden on-al- tımcı asırda başaramıyacaktı? Barbaros, gemilerinde daha fazla ga- nimet alacak yer kalmayınca imparator Şarl Kente ait kıyılardan uzaklaşmış, | ,doğru Cezaire varmıştı. i İşte Tunusun aklı başında olanlarını düşündüren nokta bu idi ; Koskoca Şarl Kentin himayesi altın- daki yerleri vuran bu Barbaros için Ce- zayirin yanıbaşındaki Tunusu zaptet- mek çocuk oyuncağı gibi bir iş olmaz mıydı?, Genç hükümdar Meylâyi Hasen'in toy ve sersemce güururu ile Barbaro- su kızdırmakta olduğu herkesin bildi- gi şeydi. Mevlâyi Hasan kendisinden büyük kuvvetler vehmediyordu. Bayram günlerinde fantaziya yapıp at koşturan, havaya kılıç sallayan çöl süvarilerine, ipekli entariler giydirdiği muhafızları- na bakıp bunların Barbarosla baş edebi- leceklerini sanryordu. Barbarosun kud- reti hakkında en ufak bir fikri yoktu.. Bu sersemliği yetişmiyormuş gibi veri- len nasihatleri de dinlemiyor, Barbaro sun aleyhine Cezayir Arapları arasında tahrikât yaptırıyordu. Vezirleri büyük bir telâş ve yeis içine düşmüş bulunuyorlardı. Barbaros gibi biradamın böyle hareketlere göz yummasına imkân mı vardı? Hele Ak- denizi altüst edip herkesi sindirdiği bir devirtde.... Ona bu Barbarosun elindeki kuvvet- ler hakkında bir fikir vermek için, adam- larmdan Şeytankovan lâkabı ile anı- lan bir reisin son maceralarını anlat mışlardı. Şeytankovan, dört yıl önce bir sabah. (Belenşiye — Valansiya) da ki müslümanların büyük işkenceler çektiklerini haber alınca dayanamamış, mavma büyüklüğünde on beş tekne ile Cezayirden denize açılmıştı. Hava pek berbuttr. İspanyollar böyle bir havada denirden bir tehlike geleceğini umma- dıkletr için bütün gemilerini limanların da demirlemişlerdi. . (Devamı var) (*) 300.000 kişilik İŞAKA 1 KÂANUNUSANİ 1988 SABAHI Kadın (Bar garsonuna) — Hayır, kocâm o değil, benimki daha yaşl ve çıplak kafalıdır. . Karı koca cilvesi Kadm — Boşu boşuna gittim, güzel lik enstitüsü bugün kapalı imiş.. Erkek — Söylemeğ lüzum yok, yü- züne bakınca anlaşılryor! Merak bu vyval Hırsızlıktan — dolayı cürmümeşhuda sevkedilmişti. Mahkemede reise: — Muhakemem başka zaman yapıl- sın, dedi, avukat tutacağım. . Reis: — Avukata lüzum yok, diye cevap verdi, suç üstünde yakalanmışsın, avu- kat ne deyebilir?. Maznün cevap verdi: — İşte ben de onu merak ediyorum ya! ' Çare İki kadın arasında: — Kocdmın işleri nasıl gidiyor - bil- mem.. Bana hiç bahsetmiyor.. — Muhakkak öğrenmek istiyorsan sana bir manto almasını söyle. . Haklı değli mi? Acı istihzalariyle —marüuftur. Geçen gün, daima hakikati tevdiğini söyliyen bir kadma! — Mademki öyle, dedi, yüzünüzü ni- çin böyle boyamağa lüzum görüyorsu- nuz?. Kediye peynir ! Erkek —— Sana zahmet oldu karıcı- ğım. Benim gitmem şimdi uzun işti.. Bari on liralığı bozdurabildin mi? Epey geç te kaldın... Kadmm — Bozdurdum, kimse bozmu- yordu., Sekiz liraya bir şapka, 175 kürü- şa da bir çift çorap almağa mecbur kaldım! SATRANÇ OYUNUNDA — Benim kralımı aldın ha! Sen şimdi gününü görürsün, ben de bunu diktatör yaptım! Istanbul radyosu 4 İkincikânun Salı 17: İnkılâp dersi: Üniversiteden naklen Yusuf Kemal Tengirşenk, — 18,30 plâkla dans musikisi, 19 Bayan Muzaffer ve arka- daşları tarafından Türk musikisi, 19,30 Konferansı Beyoğlu halkei namına Niza- mettin Nazif (Kitap sevgisi), 19,55 Borsa haberleri, 20 Klâsik Türk musikisi, Oku- yan Nuri Halil, Keman Reşat, Kemençe Kemal Niyazi, Ut Sedat, Tanbur — Dürrü, Kanun Vecihe, Nısfiye Salâhaddin Can- dan, 20,30 Hava raporu, 20,33 Ömer Rıza tarafından arapça söylev, 20,45 Vedia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk — musikisi ve halk şarkıları (saat ayarı), 21,15 orkes- tra, 1 — Flotov: Marta Uvertür 2 — Husoriski: Böris Godnov, 3 — Bach: Reveil du Printemps 4 — Strauss: Ballnacht Potpurri 5 — Defosse: Berceuse. 22,15 ajans haberleri. 22,30 plâkla sola- lar, öopera ve öperet parçaları, 22,50 son haberler ve ertesi günün programı 23 son. | Yazan: Kenan Çinili — Melekzad Çinili ( ERKEK — KIZ ) (Tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur) — Numara 30 — Hicranmnın sualine cevap verdim: Sizinle evlenmiyeceğimi nereden anladınız? Size karımdan ayrılacağımı söyle- dikten sonra tereddüde sebep ne ? — Evli mi? diye sordu.. Sen daha kü- çüksün, bu yaşta ne diye evlendin? — Evlenmiş bulundum, dedim. Ne yapalrm.. İnsan çok zaman istemediği şeylere bilmiyerek sürüklenir.. Bu sırada gözlerine baktım.. İri ye- şil gözlerini kırpmadan bana bakıycr- du. Nihayet: — Karınız nerede? — Burada... — Evli bir adamın, bir başka kadına ne gibi bir söyliyeceği olabilir? Şimdi daha çok meraklandım.. — Evliyim, amma işte öylesine.. — Ne demek bu? . — Karımı sevmiyorum.. Zorla evlen- dirilmiş gibi bir vaziyetteyiz.. Ne o be- | ni ne de ben onu sevebiliyoruz.. Şimdi ayrılmak üzereyiz de... — Ya2.. Leylâdan kalma yüzüğü Tankllevuya gelirken gene parmağıma geçirmiştim. O bunu görmüş ve böylece bir konuş- maya vesile hazırlamıştı. Hicran, bu sözlerimden önce pek memnun olmamış görünüyordu. Son cümlemin onda daha müsait bir hava uyandırdığı da gözümden kaçmadı. He- le: — Ayrılmak üzereyiz. . Sözüme verdiği: — Ya?, Sorgusunda büyük bir memnuniyet gizliyddi.. Firaz durduktan sonra gene: — Bana ne söyliyeceğini, söylemiye cek misin? dedi. Artık cevap vermem lâzımdı: — Beni ilk gördüğün zaman yüzü- me mânalr bakmancan cesaret alarak çağırdım. Maksadım sırf seninle tanış- maktan ibaret... Yüzüme dikkatli dikkatli baktı ve ha- fif bir tebessümle: — Seni o muhitin insanları arasına | yakıştıramamıştım. Bakmamın sebebi buytdu. İyi giyinmiş, iyi bir aileye men- sup olduğu hareketlerinden belli olan birinin böyle kahvelerde bulunması ga- ribime gitmişti. — Yakıştıramıyacak ne var? dedim.. Onlar da insan İdeğil mi? Gidip konuş- mam şerefime halel mi getirir.. — , — Her neyse... Şimdi bunları — bir tarafa bırakıp, kendimizden bahsedelim. | Benimle ne fikirle konuşmak istediğini anlayabilir miyim? Maksadın basit bir konuşmadan ibaretse benden alacağın cevap red olacaktır. Çünkü ben iki ço- cuklu bir kadınım.. Böyle hareketleri kendime asla yakıştıramam., Ben bun- dan sonra ancak beni alabilecek — bir erkekle konuşup anlaşmak mecburiye - tindeyim. Sen bu erkeklerden de ola- mazsın. Çok gençsin çünkü... Ben yaş- ta bir kadınla evlenmene imkân olma- yınca da tanışmamızın bugünkünden ileriye gidemiyeceğine kaniim. — Sizinle evlenemiyeceğimi nereden anlİryorsunuz?. — Bir idefa söylediğiniz gibi evlisi- niz, İkincisi, şimdi isteseniz bile, evlen- dikten sonra pişman olmanız ihtimali kuvvetlidir. Çocuklarım gözüne batar... Bunları düşünmemize dahi lüzum yok... | — Sana karımdan ayrılacağımı söyle- miştim, sanırım . — Mahkemeye müracaat ettin mi? — Hayır, henüz değil., Karım yanırm- da iken böyle bir şeye teşebbüs edemi - yorum. Yakın bir zamanda dışarıya gi- idecek. .Beni de bu fırsattan istifade e- deceğim, Gitmesine çok bir zaman da kalmış değildir. Nihayet on gün içinde her şey olup bitecek, ; — O halde bu mesele üzerinde mah- kemeye müracaat ettikten sonra duru- ruz — Nasıl istersen... — Böyle yapalım, daha iyi.. Onun bu sözüyle, evlenme hbahsini kapattık. Başka şeylerden konuştuk ... Bana hayatını kısaca anlattı: Mektepten 927 — 928 senesinide çıkmış ve o senede meslektaşlarından birisiyle evlenmiş. Fakat ne evleniş!.. Aldatılmış.. Vardığı adamın bir karı- sı daha oldufunu ancak evlendikten sonra öğrenmiş ve bir geçimsizliktir başlamış. Kocası zaten huysuz bir a- dammış ta.. Üstelik çok içermiş.. Niba- yet ayrılmıya mecbur kalmış. Sonra- idan öğrendiğine göre, kocası hukuk imtihanı vererek Konya kazalarından birine müstantik olarak gitmiş. İcra vasıtasiyle çocukları için on lira nafa- ka alryormuş ,Fakat daha resmen ayrıl- mak imkânmı elde edememiş. . Genç kadın, bunları bana büyük bir samimiyetle anlatıyordu. Daha neler, neler konuştuğumuzu şimdi tafsilâtiyle hatırlayamıyorum. Amma, her halde o günkü konuşmalarımız, ciddi meseleler dışına çıkmadı . . Benden büyük bir nezaketle, ayağa kalkarak müsaade istediğini hatırlryo- rum,. Zaten dükkânda çok oturmuştuk, Bunu uzatmamız, dikkati de çekebilir- di. | —Rica ederim, dedim. Ve ben de ayağa kalktım.. Dükkândan beraberce çıktık. Onu Taksimden tramvaya bindirirken, öbür gün için randevu aldım. Hicranla buluşmamız böylece başladı ve gene buna benzer şekillerde u- zün zaman devam etti. Bu güzel kadın- la konuşmaktan zevk alryordum., O da bana büyük bir samimiyet gösteriyordu. O kadar ki kocasile anlaşamamazlık larının mahkeme dosyalarına intikal e- eden pürüzlerini beraber takip ediyor, icradan çocuklarının nafakalarını be- raber gidip alryorduk. Sıksık ta sine- maya gidiyorduk. Hiç unutmam.. Bir şeker bayramımın ikinci günü, onunla gene buluşmuş ve bugün (Sümer) adını taşıyan sinema- ya gitmiştik, Husust koltukların en ar- ka sırasında yanyana birer yer almış- tık. Filmi seyrediyorduk. Bugün bu fil- min ne olduğunu sorarsanız söyleyeme- yeceğim.. Hattâ sinemadan çıktığımız , zamn mevzuunudahi toparlayamadığı- mrı bilirim, Nasıl oldu bilmiyorum. .Elimin, bir denbire Hicranın eli içinde olduğunu hissettim. Bana: — Ne kadar küçük ve yumuşak elle- rin var, ne de güzel.. dediğini duydum. Onun bu hareketi beni heyecana sürük- ledi. Hele gene avuçları içinde kucağı- na koyduğu zaman, kıpkırmızı oldum ve titredim. , Vaziyet fenaydı. Bunun hiç te öbür- lerine benzemediği anlaşılıyordu. Bunu idare etmek pek te kolay bir şey olmr- yacaktı. Bir |defa iş çığırından çıkmıştı. Bu dakikada yapılacak şey idare et- mekti. Bir bahane ile elimi kucağından çektim. O bu hareketimi, benim çekin- genliğimden çok: “Etraftan görenler bulunur,, demek istediğime hamletmiş görünerek hafif bir gülümsemeyle kar- şıladı. . . Sinemadaki bu hareketini, buluştuğu- muz zamanlarda tekrar etmediğine ba- karak, Hicran hakkındaki kanaatimin pek te yerinde olmadıfını, onun hiç te zor idare edebileceğim bir kadım olmadığını anlamış bulunuvordum . (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: