al Mehmet, (1329) sene- İh İkbaharında (Bakırköy) bez ina işçi yazıldı. Daba evvel 'kotinde dokuma işlerinde ça- b. Hattâ evlerinde dalma üç İk, İeszan Işler ve o ailenin bütün W bez ihtiyacı bu suretle te- ard. Mi *t Mehmet Ömründe dokuma İk Sİ görmemişti, Onu bir usta- "p Una, dört hafta bedava çalış- l Ondan sonra İşe (yaradığı taş TBa, öteki işçiler gibi, yevmi- a, tk kuruş almak şartile, çırak lar. Mehmet, koca binanın için yin Kafasını sersem eden bir tay İle muttasıl işliyen makinele N uzadıya baktı, O kadar gü- İK "diyorlardı ki, ustasının lakır- sarlâmak için kulağını onun ayamağa mecbur olüyor ve , Ününce, başı zonk zonk edi- a pa &vinde Tarsuslu bir bak- i,, Tüyordu. Ona alt katta beda- Me oda vermişlerdi. Evde zn- "yp Oda vardr. Mehmedin baba- tan İyi tanıdıkları — için pi,sıra bir çanak tarhana çor- A truşu bile yollıyorlardı. açisi Mehmedin ustası iyi bir * Fakat is başında öyle bir Yordu ki, güya cuma © günü Yanına alıp (o (Miltiyadi) xe giden ve orada Onunla Ar$ıya çay içen adam o değil İş Sok kızdığı şey de bir dokuma “ nde kopan bir ipliği, işçinin tw esi idi, Filhakika makinede eyy Dik Koptu da vaktinde gö- te Mİ bezin orası noksan ola İı, Okunur ve febrikinm ismine İN Verecek sekilde çürükleşirdi. Bi. 0 beş yaşında, acemi bir işçi- MN | ivana diziimiş dört makine ide ve binlere iplik arasm- ME veren hir tekini saniyesin. iç, ermesi de Imkânsızdı. Gel- tp Usta bunu ( dinlemiyor ve ip & İpliğin altından geren her m, İcin O Mehmedin — onsesine ay iruk atıyordu. Bu süretle da zarfında kopan inliklerin a- iy an yirmiye, otuza varır ve e İehmet o miktarda yumruğu 9, S9kerdi iş Banki makineler de pek İn- İs, “Ylerdi. İplik kopunca bana Ba işine devam ederdi. İn- 1, öelerdi ki mekik, İplik kop- hı dan, süratini büsbütün arttı. tik Pür kün olduğu kadar fazla pl, karmak için habre gi- İtek ? Çaresi Mehmet hemen ye- ği Makinenin kolunu çekecek, » dog duracak ve kopan ipliği Bayi imliyecek, sonra tekrar- YA veye yol verecek, dik y, kaçamak da olmazdı hani. Bayi bilâhare (apre) (o dalre- 1 olsa görülüp fabrika ida- Meyer verilecekti. Ondan ma- Ne mpi gözleri vardr. Üç yüz tez ag onda, bir yerde bir iplik Pi £ Ni - 2 > iğ Wp, 9 onu görmesin, buola eyş oAzdr bu, hemen bir adım | ML BİN önüne varır; başmdaki , Baraz? tatar onu ensesinden, a, © ma Yermiyesi yirmi kuruşa Lt kadar, yani oOdokuzsene |, Orada, © ustanın yanında Pay, .0na1. Çoluk çocuk sahibi At asla kopan bir ipliğin İakikada yetişmenin yolu- diyar edi. Zaten buda müm- Any ya.. Herken, bütün İşçi- Ky aisette değil miydi? Göz ip 2 derecede hışımla gidip “ba, 2ökiğin, ilk iplik koptuğu N k dn bitmek © ve onu dur- a ve mıydı? Bilmem sma, yALAtak herif bile, işçi İken âmıstır ve o da ustası 0- *n böyle Tanrının günü emiştir. *y, Gü etendi, (1341) senesinin kide, gene erkenden Ya- ii b Karısı küçük saç p 'urmüş, çaydanlığı üs- Yay, 1#tü. Mehmet efendi kol- Ee kaldırarak bir gerindi. Siran ayaklarını gere- ln ko, TAk terliklerini aradı. den ta. morcan terliklerini O May DA Keçirdi Yep * sonra caylarnı içmiş- et efendi koyün postun- ? olup da kartaltepedeki bağ | Bir makine- İn insanlığı | Ni dan kocuğunu s'rtma geçirdi. Karı- sına: — Hava bugün yaman! ded!, öğle- yin belki gelemem. Bakkaldan öte- beri alır yerim. Beklemef Dokuma salonu buz gibi soğuktu. Tepedeki camların kenarlarından 8s zan sular donmuş ve oralardan Ççu- buk gibi ince buzlar sarkmıştı. Makineler dönmeğe (başlayınca Mehmet efendi biraz kızışir gibi ol- du. İki yana koşuyor, makinelerin gıcırdayan yerlerine yağ (damlatı- yor, sonra Iki elinin avacunu biribi- rine sürtüyordu. Ne oldu, nasıl oldu? o birdenbire ustasını tepesinde buldu. Ve saniye geçmeden onseslne İnen yumruğun altında, yüzükoyun betonun Üstüne kapandr. Ustası bağırıyordu: —toğlu, bu kadar senedir burada ekmek parası kazanıyorsun! HAJA $u İpliği vaktinde görmeyi öğrenmi- yecek misin? Mehmet yerinde (davranıyor, fa- kat bir türlü doğrulamıyordu. Şid- detle yere çarpan burnundan da bir kan olüğu boşanmıştı. Arkadaşları tuttular, kaldırdılar. Mehmet baktı, botuk bez yürüyordu. Kendisini ma- kinenin fçine attı, mekiği durdurdu, ipliği düğümledi. Makinenin üstüne © biriki damla kan düştü, Sonra düşündü: Hey yarâbb!, ne kaz kafalı adam- dı! Koca eşek olmuş. hAlA şu İşl öğ- renememişti. Sonu yarın İlhan TARUS Parisin göbeğinde bir devel| z ergi münasebetiyle Parise gelen Ben Muhtar adlı bir tunuslü, devesini de beraber getirmiş. Sergi dahilinde ço cukları, seyyahları gezdirmiş. Sergi ilk baharda yeniden açılacağından memle ketine dönmekten, beyhude para sarfet mekten ise o vakte kadar Pariste kalma yı muvafık görmüş, Föyantin sokağında bir yer kiralamış. Devesiyle beraber bi raya yerleşmiş. Onun böyle deve ile çıkıp girdiğini gören mahalle halkı hayrete düşmüş. Nihayet bir gün bina sahibi tunuslu nun karşısma dikilmiş: — Ben evimde deve istemem.. — Anliyamadım... Mal sahibi hiddetlenince Ben Muh tar kunturatoyu çıkarmış, gözüne daya miş: “Kiracının evde kedi, köpek, papa gan gibi hayvanları bulundurmya hak kı yoktur...” Hakikaten kunturatta “deve"nin adı bile geçmiyor. Ben Muhtar ve devesi hâlâ yerlerin de rahatça oturuyorlar. Rahatsız olan yalnız ma! sahibi ile mahalleli... gözlükler Bugünün en hayrete değer yeniliği görünmiyen gözKiklerdir. Bu gözlük- ler, göze tetabuk edecek yuvarlaklıkta ve büyüklükte yapılmış ufak cam ka- buklardır ve göz kapaklarının içine ta kılmak süretiyle kullanılmaktadır. Amerikada taammim etmiye başlı yan bu görünmez gözlükler, tabif göz- lük gibi doktor reçetesiyle tedarik edi liyor. Zeiss fabrikasının yapmiya muvaf fak olduğu bu küçük şeffaf kabuklar göz kapaklarının içine kolayca takılıp çıkarılabilmektedir. Bu cam parçaları alışıncıya kadar günde bir iki saat takılabilmekte, bir defa alıştıktan sonra hiç bir rahatsızlık vermeden on İki saat mlitemadiyen ta- şınmaktadır. Bu garip gözlükler, gözle birlikte hareket etmekte ve pek yakm dan bakanlar tarafından bile farkedile- memektedir, Gözlükleri takanlar, alış- tıktan sonra onların mevcudiyetini ade ta unutmaktadırlar, Camın dış tarafı sadece gözün şek line uyacak şekilde yapılmaktadır. Asıl görüşü düzelten camın orta kısınıdır. Bu camlar kullanılmadan evvel göz mü tehassısı hastanım görünün ifrazatında ki hususiyetleri tesbit etmektedir. Mütehasss hastanm gözünden aldı ğı bir damla yaşı kimyevi bir şekilde hazırlanmış olan bir kâğıd parçasınm üzerine damlatır Kâgıdların renkle göz yaşında ne mıkdar tuz olduğunu tesbit eder, göze takılacak camlarda da ayni ninsbette tuzlu su kullanılır. Takılmadan evvel camın, evvelâ çu kur olan kısmı bu su ile doldurulur. Sonra ufak bir lâstik tüb üzerine örtü Wir. Baş eğilir ve camın kenarları usul ca göz kapaklarının altına yerleştirilir. Bu o kadar basit bir ameliyedir ki, bir kaç tecrülbeneden sonra kolayca öğre- nilir. Tuzlu su göze temas edince hafif bir emme olmakta ve cam göze yapışık kalmaktadır. Camı çikartmak takmaktan da ko laydır. Lâstik tübün alt kısmı elle srkılarak üst kısmı cama yapıştırılmakta, sonra sıkılan kısım bırakılmaktadır. Böylelik le vukua gelen erime camı gözden alk vermektedir. Şaşılık, miyopluk gibi bütün diğer göz bozukluklarında ve rahatsızlıkların da bu görünmez camlar, burunun Üze- rine takılan adi gözküklerden pek daha faydalıdır. Gözleri aydmlığa fazla hassas olan Tar ve projektör ziyası altında çalışmak mecburiyetinde bulunanlar için yapıl muş ziyayı süzen camlar da vardır. Kırılma tehlikesi hemen hemen yok gibidir. Bu camların adi gözlüklerden baba k olduğunu söylemiye hacet var mı? Beher camın fiatı 36 dolarla 52 dolara rasındâdır. Fiat camın kuvvetine göre değişmektedir. Bazı gözlerin şekilleri gayri munta zamdır. İlk zamanlar bu kabil gözlere cam uydurulamiyordu. Halbuki Maca- ristanda doktor Dolos adındaki bir mü tehassısın bulduğu bir usulle, istenilen biçimde cam yapılahilmektedir. Kaçarken bayağı üzüldüm Bir gün çalıştığım bu evi âdeta benimsemiştim Herşey yerinde, her yer tertemizdi; içimde, bir günlük bile olsun vazife- sini yapmış olanların gururu vardı Röportafı yapan: Neriman Akşam yatmazdan evvel, evin küçük hanımı kendisini saat yedide kaldırma- mişbüyük hanım da çaydanlığı kalkar kalkmaz ocağa koymamı tenbih etmiş- Jerdi. Ben hiçbir gün sekizden önce kalkmamıştım. Bunları nasıl yapacağı- m: bilmiyordum. Fakat ikisinin tenbih- lerine: — Baş üstüne efendim! Demeyi unutmamıştım. Ev içinde herkes ayaklandıktan sonra kaçmaya imkân bulamayacağim muhakkaktı. Büzüldüğüm yerden ayak seslerini din ledim. Şimdi bir şey işitmiyordum. Ço- cuk sesi kesilmiş ev yine bir ssızlığa bürünmüştü, Fırsat bu fırsattı. Yata- ğımda doğruklum. Kalktım, yattığım yeri düzelttim. Bu sırada pencereden gök yüzünün yavaş yavaş aydınlarma- ya başladığını görüyordum. Nasıl kaçacaktım? Ya kapının tıkır- disile uyanırlarsa ne yapardım? Beni yeniden işe boğacaklar ve bir gün da- ba aynı yükün altımda ezlecektim. Mutbağa gittim. Çaydanlığı, hava gazmı hafifçe açarak üzerine koydum. Büyük hanımın emrini yerine getir miştim ama ötekini yapamayacaktım. İnsan böyle zamanlarda hırsızların ne kadar müşkül şerait İçinde - iş gör- düklerini çok iyi anlıyor. Yüreğim ne- redeyse ağzmna gelecek. Belki de «c- sinden kapı tıkırdısına lizum kalma- dan, herkes uyanacaktı. Mutbakta. görülecek bir işim yoktu, her şeyi geceden hazırlamıştım. He şey yerinde, her yer tertemizdi. İçim- de bir günlük bile olsun vazifesini yap- muş olanların gururu vardı. Şimdi bırakıp gitmeyi düşündüğüm, içinde bir gece uyuduğum, bir gün ça- lıştığım bu evi benimsemiş miydim, neydi? Bayağı bir hüzün duydum. Hü- zün düysam da duymasam da kaçma- lrydım, Bir dakika bile kaybetmemeky dimi, Apartmanın arka kapısından gidecek tim, sütcü, südünü br kapıdan veriyor- du. Elbet de sokağa çıkan bir yolu ola- câktı. Usulca kapıyı açtım, hafif bir ses gıkardı. Fakat bu 6e8 o kadar hafifti k* birisi duymuş olsa bile bunu, bir oda kapısmın çıkardığı ses sanırlardı. Kapamadan azıcık bekledim. Karanlık, dar, küçük bir merdivenin dölambaçlı metdivenlerinden indim. Aklıma birdenbire kapıcı ile karşılaş- mak geldi. Böyle bir şey olursa ne söy- lerdim? Kendi kendime ; “Çay almaya gidiyo- rum,, derim, dedim. Fakat sabahın altı buçuğunda çayı nereden alacağımı ak- ma getiremiyordum. Bu cevap bana makul göründü ve daima emin adim- larla yoluma devâm ettim, Fakat yine: — Ya beni hırsız sanırlarsa?, Ya bir şey çaldığıma hükmederlerse? diye dü- şüündüm. Bu düşünceyi kafamm için den çıkarmak müşkül oldu. Dar yol, beni içiçe odaları olan bir yere götürdü. Burası herbalde apartı- manın bodrum katıydı. Bunlar da kö- mürlük filân olacaktı. Bunlardan birini yokladım, açılmadı. Buradan kapıcı odasma giden bir yol bulunması icap edeceğini düşündüm. Buradan geçe mezdim, k Ne yapacağımı. nasıl hareket edece ğimi düşünürken beni bahçeye çıkaran bir kapı ile karşılaştım. Koştum. Üze: rine kilit yerine bir tahta parçası 80 kulmuştu. Açtım. Bahçeye çıktım. Fa. kat bu sefer bahçe kapısının da kiki bulunması ihtimalini hatırladım. Bere ket ki umduğum çıkmadı. Kendimi dr şarıda bulunca etrafıma bakındım. Kimseler yoktu. Uzaklaştığım zaman geri de kalan koca apartıman hâlâ de. rin bir uykuya dalmış gibi sessiz du- ruyordu. ... Evden kaçtığım gün tekrar idarehs . neye gittim. Maksadım, hizmetçiler 4- rasında bulunmak, onların vaziyetini tesbite çalışmaktı. İdarehane kapısı bana İlk günün ür. , kekliğini vermedi. Kapısını kendi yerim» miş gibi ittim. İçeriye alışkın bir adam haliyle girdim. Kimseye bir şey söyle « meden boş duran sandalyelerden birine oturum. Bugün idarehane evvelki günden da“ ha kılabalıktı. Eski (o tanıtlıklarımdan gözleri hasta olan 45 lik dadıyı dertli dertli, içini çeker bir halde köğeye bil. zülmüş görüyordum, Beni görünce! — Ne oldu?. Der gibi göz kırptı.. Yanma yaklaşa» rak izah ettim. Kapıyı beğenmediğimi, orada yapamıyacağımı söyledim. Öteki arkadaşını sordum — O Anmioluya gitti, dedi. Bir tüc- carın işlerini yapacakmış.. Ben bâlâ bir iş bulamadım. Bu son cümlesini söylerken ağlaya - cak gibi bir hal takınmıştı. İdarehane sahibi madam, aramızda bir kraliçe gibi dolaşıyordu. Düşmüş kadınlar, hizmetçiler O İmpâratoriçesi, herkesin, derdini, ne istediğini, ne için geldğini, ne iş yapabileceğini daha ken disine sormadan anlayıveriyordu. (Devamı var) e e a 4 a a e LA O Haberin deniz ve macera romanı: 33 Yazan: Ali Riza Seyfi, Paolo, tezgâha yakın bir masanın başında oturuyor, önündeki viski kadehinden ara sıra bir yudum &liyordu. Ben onü seyrederken salonun cari kapısı büyücek bir çatırtı İle açıldı ve İçeri üç kişi girdi. Ben bu üç kişiyi görünce (obiranda tanımış, olduğum yerden fırlıyacak gibi heyecan lanmıştım. Bu gelenler Pariste bana kaptan Blaktan davet mektubu getiren İrlandalı “dört- gözlü,, Paristekf odada gördüğüm ve denizdeki hidise esnasında Tufan relsin, yüzüne av çiftesi- ni boşalttığı “Gökgürültüsü Con,, ile Pariste oda- da kaptan Blakın “eskiden papaz iken şimdi top- çubaşı,, diye alay ettiğini (o hatırladığım Dik is- minde bir İskoçyalı gemlei idiler! “Gökgürültüsü Con,.un yüzü kanlı bir bezle sarılmış olduğundan Tufan reisin saçmalarınn boşa gitmemiş olduğu anlasiryordu. Bu Üç hay- dut doğruca kaptan Paolonun masasrna gidip o- turdular ve başbaşa İçmeğe başladılar. Onları böyle bir yerde görmekliğim bana korku yerine bir gavret vermiş, içine (girdiğim 1$e büsbütün bağlamıştı. Artık her şeyi anlamağa pek yakınlaştığımı hissediyordum. Bu his de be- ni coşturuyordu. Eğer bu herifleri buradan kap- tan Blakın oturduğu yere kadar takip edebilir- sem, Amerikaya gelmemizdek! büyük maksat el- de edilmiş demekti! Bunu niçin yapamıyacaktım? Adsız zırhlıda epeyce ehemmiyetli mevkileri olduğu anlaşılan bu adamlar elbet kaptanlarının yanına girecek- lerdi, Bu Iş bu gece değilse bile yarın olacaktı. Heriflerin şimdiye kadar, benim burada olduğu- mu öğrenmemiş oldukları anlaşılıyordu; demek en sonra tali yüzüme gülmüştü. Ben böyle düşünür ve sırtımdaki gemlei es- vabrnın cebinde bulduğum paketten bir sigara tüttürürken “Koca ana,, kadının çatlak seslle başımı kaldırdım. O haykırarak müşterilere şu sözleri söylüyordu: — Hey, mini mini oğullarım; biraz susunuz bakayım; işte (Cek) size güzel bir oyun oynama ğa hazırlanıyor.. Bizim ateş şeytanı Cek!.. Onun güzel oyunu seyredilmez olur mu? Mister (Dik!) bana yardım et de şu masayı ortadan çekelim; yoksa sana bir daha “mister,, demiyeceğim.. Ge- ri, geri!,. Geri basın, centilmenler.. Yoksa yüzü- nüze şu bardağı vururum.. Hah şöyle. | Biliriin, çocuklar, ben! kendi ananız gibi seversiniz.. Böyle sörliyerek elindek! uzun bir değnek- le gemicilerin ayaklarına varuyor, onlar da geri- ye çekilerek ortada yuvarlak loş bir yer bırakı- yorlardı. İşin kötüsü topçubaşı (Dik) denilen he- rifin de karıya yardım ederek gemicileri duvara doğru süre süre benim yanıma kadar gelmesiy- di, Ben belki yüzümü Paristek! geceden hatırıns da tutmuş diye korkarak, başımı (masaya İyice eğdim ve o geçinceye kadar elimdeki cigara ile uğraşır gibi yaptım. Birdenbire duvardaki aynalardan biri, kapı gibi açıldı ve oradan salona tezgâhta duran dey gövdeli zenci herif girdi. Bir elinde uzun alevler saçan bir toprak çanak vardı. Bütün gemicilerin ağzından bir alkış fırtınası yükseldi, Bu anda lâmbalar kısıldı, kocaman zenci, odanın yarım karanlığı içinde çok tuhaf birdan sa başladı. Elindeki alevli çanağı öyle idare edis yor ve kendisi o biçimde (dönüyordu ki, insan, önünde baştan aşağı alevlere sarılmış bir cehen- nem zebanisinin oynamakta olduğunu sanıyordu, Karanlık içinde birdenbire çalınmağa başlayan, bu cehennem! oyuna uygun bir müzika da mean“ saranın garip tesirini tamamlamakta idi, Zebani kılıklı zenci oynadıkça oOcoşmakta, Audakları köpürmekte (di, bu oyun sarhoş gemi- ellerin çok hoşuna gidiyor, vakit vakit hep bir ağızdan alkışlar yükseliyordu. Doğrusu ben de onlar kadar dikkatle oyuna dalmış seyrediyor. dum. Birdenbire masanın altından birinin yavaş- ça ayağımı çekmekte olduğunu gördüm. Hemen başımı aşağı eğdim, masanın altında küçük, ka- ra bir yüz, bir genel cocuğu yüzü vardı, Bu yüz (Devamı var) YE