10 Kasım 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

10 Kasım 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cinayet ve aşk romanı öt Cüristte'nin bu güzel romanı (VA.Nü) tarafından türkçeye çevrilmiştir. il :ü“ü?.. İ.Tiüki dn_ıy et yerinde görül- | lerin karşısında insan aldanmış olamaz. Üler, Çış e da bir iki dakika düşün- | Sebepler, fırsat, her şey var. h .Zi Pi Hu,,. lhi;lmf" toplamağa çalıştılar. Rileri N Bözleri kapalı, yüzünün çiz- Yötduş Miş, asabiyetle elini oynatı- -— KA :::hdıhh... Bir küçücük daki- Nİt n a Tiz da düşüneyim... Şu me- Ün.."“ ü"'“?e kadar madam Jizelin Ki * alâkadardır... Fikren o gü- M'hın_  m.. Hatıralarını uyandır W * Allah belâmı versin... Bütün buı.,%:”umdı da şade kendi mide t Uğraştım. K D'YC Söze karıştı: dım Gme.ı._ Anna Moriso tayyare- | , 0 Simdi işi anlıyorum... a y Ülgür ee :eflcîı gününü hatırlamak için A Hzenı Üzün h:;: €vet... Şimdi aklıma geldi: Dizğ, Onu v tömer bir kız.. Ledi Hor- 4 Madlen,, diye çağırdı. SBv, başını salladı : ti, 51..Tamam... “Madlen,, demiş K Pi H Sbür Ğ-ed, Horbüri onu kumpartımanın mmi,.tî:ı"“ yolladı. Tuvalet çantası- Bur, € Kırmızı deriden bir çanta... S B , Odu: r kültuh: kadın annesinin oturduğu h"“rıu,? Ünden mi seçti demek isti- NNİye içini çekti: t'ln.m___ |. dedi? Fırsat, her şeyi Sa N 4 “’“bi::'. daimi süküniyle tezat teşkil Tük "“!'ın?da' masaya şiddetli bir yum - ü& T h'hqdiî;mdfyl kadar büundan niçin ı'.'İîlıeli i Si? Ve niçin bu kadının ismi Rsanlar listesinde dahil değil? uro « ; . lîıazm hazin cevap verdi: Ünhoîff'm ya, bütün kabahat mide- R ! -— pek “ımumdı.... t Mhüz giş dlâ, anlıyorum,. — tayyarede ler gç | Yöktunüz ya... Sağlam mide- eulı,d.n a:*:lll—-. Meselâ garsonlar, yol- .. Srlkr.... Eaı—. ilâve etti: Ti !::'Cdilmemeıiniı. sebebi, sanı- Men Ür? Bu hâdise, biz dahâ Bür- , *t eder etmez bereyan etti. Ji;r Saat sonra bile, zannederim, Biy Sonra :l Yaşıyordu. Onun ölümü e- Fu » ı'ııı Tni Gez Gıîe dalgın dalgın söylendi: kaf eç rn'lp Şey,.. Zehir tesirini bu ka- Sarda , YAPtı? Böyle harikulâde va- Puar, V Ya arasıra... ' JAŞInı iki eli arasına alarak: hmtek istiyorum, düşünmek. Y::n?ııg yola sapmış olmamın ı ' aArkadaşının omüzünu — ok- * Ba bl y ;_—r ,ı_ı'WTMe... Herkesin başından ge- B v« Sen de, ben de yanrlabili- Süldy; ,q!'aî Bira> " ' Ğİ Tnun kırılmış olur, fena NOR ıh'?etıı âkkin var! Mutlaka gayet ehem ği * Ufak bi Üz İ b ta ir şeye fazla ehemmiyet Tine tün keşif ümitlerimi onun thım. Fakat baştan — beri “'4. bul âranan şey yalnız tesadüfen h'tl.. ]rol:ndum' o zaman büsbütün " Pupaş,, FAPtıiğıma kani olacağım. yeı ÖL ülRia n 5 G ' he istiyorsun? dedı - Delil | k B ! AKSAM PosE'rAşı İStanı /Pare ' a EVİ; '?—?ı?ı Ankara Caddesi Orat _:"—ıı Istanbol 214 Vazı 'ı;ı.'ı:..:'mb"' HABER İdâre, a Onu: 23872 Tej ÂBONE ŞARTLARI ıv.q rkliye Ecnebi &. İk 1400 Kr. k P. Tayık — 280 T atodeldi & Sah | lıııh ve Neşriyat'Müdürü; Sa '“ Rasim Us '____İ'l' (VAKIT) Matbaası — li —.. n 'za kani. — Doğru, haklısın. Zehirin tesirinin bu kadar geç olması garip... Fakat her zaman idyosenkrasiyi hesaba katmak lâzım.... Furniye yavaş bir sesle: — Şimdi, hareket plânımızı tayin e- delim. Anna Morisonun şüphesini uyan- dırmamalı. Kendisini tanırdığımızı hiç ummuyor ve anlattıklarına inandığımı Otelinin adresini de biliyo- ruz. Zaten onu noter Tibo vasıtasiyle de bulmak kolay. İlk nokta tamamen tesbit edilmiştir: Sebep ve fırsat, Yalnız böyle bir zehirin Anna Morisonun yanın da ne şekilde bulunabileceğini ispat et- mek lâzım. Kocası Ri'tards'ın bu işte parmağr olsa gerek... Kadın o adamın şimdi Kanadada olduğunu iddia ediyor. Fakat öteki yalanlarına bakılırsa inan- mağa pek gelmer. Puaro, elini şakağına dayıyarak: — Kocası... A... Evet, kocası.. Du- run, durun... Sustu ve sonra mırıldandı: . — Buğgün zihnim fena işliyor. İşi kavramadan hemen bir fikre saplanıyo- rüm. Sonrâ yanlış düşündüğümü his- sediyorum. Sustu. Mari sordu: — Ne diyorsunuz? Puaro birkaç dakika, tevap verme- den durdu, Sonra masanın üstündeki çatalla tuzlukları düzelterek: — Bir ah düşünelim. Anna Moriso ya kabahatli, yahut da bigünahtır. - E ğer bigünahsa niçin yalan söyledi? Ni çin dosdoğru Ledi Horbürinin fam dö şambri olduğunu itiraf etmedi? Furniye, arkadaşma hak vererek: — Evet, - dedi. - Ben de kendi ken 'lime bu suali soruyorum. — Demek Anna Moriso, yalan söyle diği için kabahatlidir diyoruz. Eğer bu cinayetle alâkadar olmasaydı bu ka- dımin tayyarede bulunmasının manası ne olabilirdi? Yoksa evvelki faraziyele- rim mi doğru benim? Furniye, onu dinlerken şöyle düşü nüyrdu: —— Komiser Japın Puaro hakkın- da öyle söylemekte doğrusu hakkı var. Bu adam, en kolay vaziyetler ortasında mutlaka bir müşkülât çıkarır.,, Mari ise, kendi kendine şöyle söy- leniyordu: “— Ne demek istiyor acaba şü mös- yö Puaro? Neden bu genç kız tayyart- de seyahat edemezmiş? Tabiidir ki Ledi Horbüri nereye gitse oda arkasından gitmeğe mecburdu, Şu kısa boylu Bel- çikalı polis hafiyesisin yavaş yavaş Şar- latanlığına kani oluyorum.., Birdenbire Puaro yerinden fırladı. — Olabilir. Kolay, şimdi şunu anla- rım. ? — Ne var, dostum? — Telefona gidiyorum. ü — Gene mektep müdiresiyle mi gö- tüşeceksin? — Hayır, bu sefer Londra ile, — Ermniyet idaresiyle mi? — Hayır. — Kiminle ya? N — Lord Horbürinin devlethanesiy- le! Ah, şansım olup da Ledi Horbüriyi evinde bulsam... — Aman, dikkat :t azizim, Eğer Anna Moriso bizim şüphclendiğımızî hisederse işlerimiz güçleşir. Her şey- den evvel onun şüphesini uyandırma- mağa gayret etmelisinir. — Merak etmeyin. Ga yetsiz, küçücük bir sual soracağım. 'Tebeslim eti: — Arzu ederseniz benimle beraber gelin. v (Devamı var) yet ehemmi- .,", y V'm (General Guro Tekaüt edildi Bugün gelen Fransız gazeteleri, Paris as. keri valisi general Güro (Gouraud) nun te- kaüt edildiğini haber vermektedirler. Gene- ral Güro Türk efkârı umumiyesinin meçhü lü değildir. Ö, Türk ordusunun ve Atatürkün hayranı olan, değerli cesur ve liyakatli bir kumandandı. Fransız müstemlekelerinde bü. yük askeri hizmetlerden sonra, harbi umu. mide, Çanakkaledeki Fransız — kuvvetlerinin kumandanlığında bulunmuştur. Cesur Fran. sız kumandanı işte burada, — Kerevizderede, ön saflarda bulunduğu bir sırada, bir obüsün kurbant olmuş ve sağ köluyla bacağını kay. hetmişti. Türk ordusu kumandanları, o za. man, bu ceslr ve mert, düşman kumandanı. nın âkibetine büyük bir samimiyetle mütees. sir olmuşlardı. n Guro, üzun tedaviden sonra, bütün tavsi. yelere rağmen, iştifasını vermemiş ve harbi umuminin son Senesinde Sampany cephesinde kumandanlığı ele alarak Lüdendorf kuvvetle rini mağlüp etmiştir. Harbi umumiyi mütea. kip yöksek harp könseyine aza olan Guro, bilâhare Paris askeri? valiliğine tayin olun. muştu. , e İstanbulda hamallığın men'i kar;ırı Avrupa gazetelerinde akis bulmuştur. Fransızca “Miroir du Monde” mecmu: ası bu karar dolayısiyle bir sayfalık bir yazı yazmış ve yukarda bir tanesi. ! ni gördüğünüz bazi eski resimler neş. retmiştir. Fransız mecmuası bu yazı. sına koyduğu serlevhada göyle demek.. tedir: — “Türk gibi kuvvetli,, sözü boş bir lâf değildir. Fakat İstanbul belediyesi mazinin fena bir yadigârı olan sırt hamallığını bir kararla menetmiştir KS | Ton Tomn amcanın * 10 İKİNCİTEŞRİN — 1937 çocuğu — Hüseyin çavuş, çocuğun geliyor! — diye bağırdılar, Sabahtanberi dışarda can sıkıcı bir yağ. mur yağıyordu. Kâgir hapishane binasının yeryer çatlamış, sıvaları dökülmüş olan ta. vanı, ön beş seneliklerin bile ilk defa — gör- dükleri bir gevşeklikle, şakır şakır akıyordu. Herkes şiltesini, yastığını toplayıp bir ke, nara yığmıştı. Yalnız Hüseyin çavuş kolla. rınt engeşine dayamış, sırtüstü yatağına u- zanntıştı. İkide bir tam tepesinde peydahla. nan ve pıril piril parlayan su — damlalarma bakıyoör, onların mavi yorganının — Üzerine düşmesini, sonra bir yenisinin o kırık kala. sın ucunda belirmesini bekliyordu. Koğuşta dört kişi idiler. Pencerenin yanın. daki ot minderli adam koğuşun en eskisi İdi, On iki senedir ayni yerde yatıp — kalktığmı söylüyorlardı. Eğer hastalanmazsa daha al. tı gene yatacaktı. Adına (Üsküplü Mustafa) derlerdi. Dudaklarının hizasından — yukari çıkmıyan sert bir sakalı, kedi gözü gibi için. de uzün bir sarı ışik yanan gözleri — vardı. Yağmurdan ürkmüş gibi dikine koyduğu ot minderin tepesinde titriyor, Hüseyin çavuşa bakıyordu. Öteki arkadaş bir esrarkeşti. Kızı orospu olmuş, yok yere bıçak çekmiş, buraya düş. müştü. Kırk beş yaşlarında vardı. O'da yağ. murdan korunmak için bir takım tedbirler almıştı. Meselâ yastığını başının Üstüne koy. muş, ot minderini kapı aralığına çekmişti. Orası hem akmıyordu, hem de kısâ bir müd. det için bu ot minder odaya kapılık ediyordu. Çünkü hapishane Kkoğuşlarında kapı yok. tur ve bilhassa yağmur yağarken esrar çekil mezse insanm işi bataktır. Üçüncü mahküm genç bir çobandı. Ama anlaşılan buraya çocukken gelmiş, gençliği. ni bu odada idrâk etmişti. Gece uyurken bir. denbire uluyarak ayaklanır, Hüseyin çavuşun boynuna sarılırdı: — Koru beni! Koru bent!! Bu gçocuğun bir şeyden korktuğu, burada bile bu korku ile yaşadığı belliydi. Fakat o. na o kadar bağlandığı halde Hüseyin çavuş bile, işte bir seneye yakın zamandır, bu ço. banın sırrınt alamamiştı. ... — Çocuğun geliyor! - Diye bağırdıkları vakit Hüseyin çavuş göz lerini tavandan ayırıp kapıya çevirdi. Bu se. sin sahibini bekliyor gibiydi. Fakat aradan uzun saniyeler geçtiği halde kaprda — kimse görünmedi, Esrarkeş hepsinden evvel davran | dı, yastığı bir kenara dayadı, ot minderi çek ti, kapıdan başmı uzatarak koridor boyunca baktı. Bu koridor, az müddetli mahkümların iki sıra halinde boydan boya dizildikleri bir mağaraya benziyordu. Başları — duvara, ayakları ortaya doğru gelmek üzere sık sık dizilmiş, hepal biribirine benzer, traşlı kafalı adamlar, kirli yorganların altmda, gece gün. düz yatıyorlardı. 'Ta ötede, ucta tahta parmaklıklı jandarma aralığı vardı. Hararkeş tahta parmaklıkta — hareketler gördü. Derken kapı açıldı, kirli yorganların altından bütütn başlar kalktı, hepsi açık ma. vi renkte bir tek göz halinde, kapıya baktı: Kucağında beyaz bir kundak taşıyan on altı, ön yedi yaşlarında bir çocuk, iki tarafı, na korku ile bakarak, ikide bir ortaya kadar uzanmış bir siyah ayağın üstünden atlıyarak, ağır ağır yürümeğe başladı. Koridor halkı donmuş birer put gibi kucak ta giden bu beyaz et parçasıma bakıyor, © bir adım attıkça kafalar da bir derece yana dönüyor, damın Üstündeki yağmur sesinden başka etrafta bir çıt bile işitilmiyordu. Kucakta taşman çocuk küçücük avuçları. nı tavandak! pötrellerden sarkan parlak su damlalarımna açarak ve ağzından kesik mı. rıltılar çıkararak, İlerliyordu. Esrarkeş başını çevirip Hüseyin — çavuşü çağırmağa vakit bulamadı: Beyninden kur. şun yemiş gibi, bir eli kapının pervazına da. yalı, öteki eli pantalon cebinde, gözleri ko.. ridorda kendisine doğru gelen beyaz kunda. ğa saplı, bekliyordu. Hüseyin çavuş onun bu halinden — şüphe. lendi, yerinden fırladı, kapıya gelerek başını koridora çevirdi. Artık çobanla Ürküplü de kalktılar, kapıdan kafalarını uzatacak bir delik aramağa başladılar. Hüseyin çavuş bir kaza eseri olaral: hapis- haneye düşmüştü. Aksarayda — evlenmiş, bir Mahkümun ACAİP | hemşerisile beraber manavlık yapmak üzera genç karısını alıp İstânbula gelmişti. İstanbul çok güzeldi o vakit... Samatyada bir ev tutmuşlardı. Mavi ve serin bir deniz, eski kale mazgallarından biri içine soküla. rak orada küçük bir göl, bir yosun'u kaya ve bir soğuk hava dolabı vücuda getirmişti. Hüseyin çavuşun açık sarı saçlı genç karısı her akşam bu göle bir şişe rakı koyup so. ğutuyor ve kocası yorgun argın işten döndü. ğü zaman onu kolundan tutarak döğrü ora. ya, yosunlu taşın yanma götürüyordu. Hüseyin çavuş burada, yere — serilmiş bir kırmızı kilimin üstüne arkası Üstü üzanıyor, ayaklarma yapışmış çoraplarını — küçücük ellerile sıyıran karısına bir çocuk — sevincile bakıyor, siyah bıyıklarııı oynatarak gülü. .yordu. Küçük karısı onun her akşam ayak. larınt deniz suyu İle yıkamadan ve kıllr, ka, lm dudaklarında sabaha kadar kurumadan yaşıyan o soğuk buharlı rakıyı ona içirme. den rahat etmezdi. #.. Bir gün Hüseyin çavuşa karıst bir müjde verdi.Hüseyin çavuş İnanmadı.Daha ülç ay bile dolmamıştı. Fakat günler geçtikçe hakikat canlı bir mahlük gibi karısınm karnımda kı. pırdamağa başladı. Artık karr kocanın sevinci sonsuzdu. Ko. nuşuyorlar, gülüyorlar, gece yarılarına ka, dar oturuyorlardı. Hattâ hiç âdeti olmadığı halde Hüseyin çavuş işi ortağına bırakıp ko, şa koşa eve geliyordu. Bu vakitsiz gelişlerin bir çoğunda karısmı ev işile meşgul bulurdu. Bir gün gene ikindi namazına geldi. Kapıyı vurmadan seslendi: — Aç! Kapı açılmadı. Tokmağı hızla indirdi. Ge. ne ses sada çıkmadı. Hüseyin çavuş kudur. muş gibi kapıyı yumruklamağa başladı. Kapı açıldı, Karısınm sağları dağmıktı, Üştünde — ince bir entari vardı. Gözleri korku ile doluydu. — Neredeydin ? — Bahçedeyim. Çamaşır yıkıyorum. Hüseyin çavuş bahçeye koştu: Ortada bir tekne ve çamaşırlar vardı. İlerde, kale maz. galının İçinden bir ses geldi. Sular şarıldadı. Hüseyin çavuş o tarafa doğru yürüdü. | Gölün başma geldiği zaman beyaz köpük. ler hâlâ kaybolmamıştı. Başınmı uzatarak de. nize baktı: Beş on arışın iİlerde genç bir adam, dönüp dönüp arkasına bakarak ve beyaz kollarile uzun kulaçlar atarak, uzaklaşryordu. Hüseyin çavuş yerinde sallandı, karısmın yüzüne baktı. Genç kadının dudakları, o gü ne kadar hiç görmediği bir renkle, hiç gör. mediği bir morartı ile, morarmıştı. Bir şey söylemeden üÜst kata çÇıktı, duvar. daki çiftesini alarak aşağıya iİndi. *.. 'Fakat kadımn ölmemişti. Hüseyin çavuş hapishanede iken bir çocuğu olduğunu işit. mişti. Hattâ karısııın gece gündüz ağladığı. nr ona söylemişlerdi. ; İşte aradan bir sene bile geçmeden — ona çocuğunu da gönderiyordu. Aradaki mesafe üç adıma inince çocuğu getiren — delikanlı durdu, onu yere indirdi. Bebek yerde iki tarafa sallandı, sonra ol. duğu yere çöktü. Hüseyin çavuş, gözleri kör olmuüş gibi. du. vara tutunarak, dizleri titriyerek — ilerledi, diz çöktü, bir — çiçek koparacakmış — gibi parmaklarmı biribirine yaklaştırarak bebe. ğin yüzünü okşadı. Bütün mahkümlar oraya toplanmışlardı. Hepsi ömürlerinde hiç çocuk görmemiş acaip mahlüklar gibi yerde oturan — ve hâlâ a. vuçlarını tavandan sarkan parlak su damla. larma açarak anlaşılmaz kelimelerle mırtl. danan çocuğa bakıyorlardı. Arkadan, parmaklıktan birisi bağırdı: — Gözün aydın Hüseyin çavuş! Hüseyin çavuş yüzümü kaldırdı, kalabalı. ğin arasından parmaklığa doğru bir selâm yolladı. Gözleri artık parlıyordu ve etrafma toplanan arkadaşlarının hepsine ayrı ayrı lâf yetiştirmeğe çalışryordu. Sonra gene yere oturdu, çocuğu kucağma alarak kalktı, yü. zünü onun derisine dokundurur dökundur. maz siyah, sert kabuklu yanaklarında biribi. ri arkasına yuvarlanan damlalar peydahlan. dı. Bebeği getiren genç çocuğa döndü, boğu, larak muırıldandı: — Al artık yavrum! Çocuk eski sahibinin kucağında daha mes' ut görünüyordu. Hüseyin çavüş gözyaşlarını ellerine akıtarak koynunu karıştırmağa baş ladı. Uzun bir fitille sarılmış, meşin bir cüz. dan çıkardı. Çocuğu kucağında tutan deli. kanlıya uzattı: — Bünu da annesine götür.. Etraftaki İnsan halkası birdenbire yarıl. dı. Beyaz kundak, gene yavaş yavaş, âavuç. ları havada, mıtıltılarla, tahta — parmaklığa doğru yürümeğe başladı. İlhan TARUS doğru eva

Bu sayıdan diğer sayfalar: