Biliyor m usunuz? | Dört dişii fil ÜÖç dişli fil pek nadir bir hay. wandır. — Fakat dört dişli olanı timdiye kadaz hiç görlülmemişti. Geçenlerde —Amerikalı meşhur Avculardan Bay Vaşington Gar - fer Alrikanın Tanganiyka böl - gesinde küçük bir fil vurmuş ve xa filin ağzında şimdiye kadar bir eşi daha görülmemiş dört ta- he diş bulunduğunu — hayretle görmüştür . Hayvanın kafa tast kurutula . şak doldurulmuş ve Nevyorkun plusal müzesine gönderilmişir. Işitilmemiş bir kolleksiyon Posta pulundan tutun da kibrit kutularına — varıncıya kadar insan oğulları türlü türlü şeyleri toplıyarak kol- leksiyon yapmak merakmı göstermiş ve bu uğurda varı. 'nı yoğunu harcamıştır. Bos- na Herseğin Saray şehrinde ise işten çekilmiş eski bir gar sonun hayatı müddetince topladığı kolleksiyon büsbü- ;&P'—Hhığu adamın kol. Teksiyonu doğrudan doğruya kendi mesleği ile alâkalıdır. Eski garson eline ne kadar yemek listesi geçirebildiyse toplamıştır. Yemek liseteleri. nin on beşinci asırda kulla- nılmağa başlamış olduğunu bilir misiniz? İlk yemek İisteleri tahta, tam, ipek üstüne yazılmış ve nihayet mukavva ile adi kâğıt kullanılmıştır. Garso- nun elli senedenberi toplamış olduğu bu kolleksiyon çok değerlidir; her liste zamanım gerek artistik gerekse obur- lu._k bakımından durumunu gösteren bir vesikadır. Birçok meraklılar eski garsonun evine giderek bu kolleksiyonu uzun uzadıya letlîg etmektedir. — Hayır yavrum öyle de. gil, doktora saadece dilini çı- Dünyanın en genç pilotu Havada yalnız başıma u- çuüş yapan dünyanın en genç pilotu on iki yaşında Edvart Somerstir. Çocuğun babası Amerika mebuslarından ve harp esnasında Amerika tay. yareci zabitlerinden Andrev L. Somers'tir. Bu küçük pilot geçen haf ta Nevyorkun Floyt Bennet tayyare meydanında yaptır ğt bir gösteriş uçuşunda 1500 metre irtifaa çıkmıştır. ve çöl Almanlar hemen her şey için bir sebep arayıp bulur. lar! Haydel - berg şehrin « den Dr, Val « ter Knoh, bir vakitler üstü ormanlarla süs lü olan Afrika sahrasmın çö le çevrilmesine sebep: Keçi. lerdir, diyor. Eskiden orman lık ve otluk olan bu sahrada yaşıyan göçebe kabilelerinin sürü sürü keçileri varmış. Bu keçiler otları köklerinden, genç fidanları saklarından kemirerek ortalıkta yeşillik namına hiç bir şey bırakma. mışlar, Fırtınalar burasmnı ya- vaş yavaş kumla doldurarak sahrayı bugünkü haline koy- muşlar. Mîkl tanrılarile bir arada Hindistanm lâstik yetişti- ren hölgesi olan Birleşmiş Malay devletlerinden Negri Sembelian — eyaletinde bir Hint tapmağında Miki Fare ye şerefli bir yer vermişler dir. Tapmakta Mikinin etra- fında Subramania Vişnu ad- h Hint tanrılariyle şeytan kralı Nara Kasara ta- dır. Her bayram gününde sü- tülerle Hintliler tapmağa gi- dip Mikiyi görmektedirler. Hintliler bu dünyada ün kazanmış şeylerin resimlerini ekseriya' tapi yer- leştirmek âdetindedir. Fakat bu resimlere tanrılık payesini vermezler. Mikinin kasaba sinemasm da büyük resimlerini görün- ce bunlardan birisini alıp ma- bedde tanrı heykellerinin or- lğlyıyı tanıyalım: Peking sarayında mermer gemi' Mermerden bir gemi tek- nesi yapmak ancak Çinlilerin düşünebileceği bir işmiş me- gerl Gerçi Avrupa ve Âmeri- kada çimentodan — tekneler yaptılar ama, bu gemiler su yüzünde yüzmekte ve sefer- lere gidip gelmektedir. Fa- kat Peking sarayının mer- mer gemisi yer yüzüne otur: tulmuştur. ve toprağı hiç bir vakit terketmiyecektir. Bu fevkalâde gemiyi bir Mançu imparatoru abide ©- larak yaptırmıştır. Hakan Çini hiç bir vakit malik olma dığı bir donanma ile kuvvet. leştirmek istiyordu. Japonla - rın donanmalarını kuvvetleş . tırdiklerini — öğrenince bu Çinli de kendi ülkesine bir donanma armagan etmeğe kalkıştı. Vergileri dehşetli arttır- dı ve hazinede yetecek ka dar para birikince, donanma teşkilât için şiddetli emirler ' wverdi. Fakat işe başlamak için ilk geminin kendi şahsı- na mahsus bir tekne olmasını istedi. Keresteden yapılmış ve güvertelerine toplar konmuş birçok harp mavnaları inşa edilerek Peking yazlık sara yını kuşatan denize indirildi. Bu deniz yapmacık bir. kü- çük gölden başka bir şey de- ğildir. Gölde gemileri gören im- paratorun neşesi kabardı, bunları ziyaret etmek istedi. Fakat o gün hafif bir rüzgâr vardı, gemiler yalpa yaparak sallanıyordu. Ayaklarmı karadan başka bir yere basmamış olan - im- parator gemiye çıkmca de- niz tuttu. Başı döndü ve mi- desi bulandığı için hemen karaya döndü. Bununla beraber hiç ra- hatsız olmaksızın arasıra gi dip ziyaret edeceği bir. gemi sahibi olmak düşüncesinden bir türlü vazgeçemedi. Verdi ği emir üzerine donanma baş mühendisi, kat kat daireleri olan beyaz mermerden bir gemi yaptı! İşte bu gemi hâlâ Peking yazlık sarayının bahçesinde bütün azametiyle durmakta- dır, dört tarafı sudur ve be- yaz mermerden bir köprü bu abideyi karaya bağlamakta- dır. : Çin donanmasını yarat- mak istiyen imparator, de- niz Trahatsızlıklarına uğra: maksızın işte bu mermer ge- miyi ziyaret etmiş ve orada saatlerce zevk ve safa sür müştür, Gemi inşa edildiği yerde kalmış olduğu gibi, Çin do- nanması da hep ayni - yerde adımlarını saymıştır. Şimdi seyyahlar yazlık sa- rayın ucsuz bucaksız parkını dolaşırlarken bu gemiyi de gezmektedirler. KURUMLU Cemal Erer kendini be- genmiş, kibirli, daima başka. larına üstün gelmesini isti- yen on dört yaşında bir ço cuktu... Her fırsatta bahse gi yişmek merakı da vardı. So- kata kolları paket dolu bir adam mı gördü: Hemen bah se girişir ve adamın köşe başı na varmadan paketlerden bi- risini düşüreceğini iddia eder di .Mektepten çıkarken iki ço cuk mu dövüşüyor, — bizim Cemal fırratı kaçırmaz, ço- cuklardan birisinin ötekini alt edeceğine dair bahse tu- tuşurdu. Hiç şüphesiz, bu me- rak ona çok pahalıya mal olu yordu; çünkü bahislerde ka- zandığı görülmez, — daima kaybederdi. Babası onu . ne kadar paylamış, kaç defalar azarlamıştı; fakat Cemal bu huyundan kabil değil vaz- geçmiyordu. Arasıra küçük arkadaşla- rımı toplar onlara derdi ki: — Ben büyüdüğüm za- man yarışlarda kumar oynr- yacağım. Bunlarda daima kazanacağıma eminim, Çün kü çok kurnazım ve yarış at- larını tanırım. dan, yorulmadan bol bol para ka- Küçük arkadaşların ara: sından birisi çıkıpta ona ku- mar ve bahisle değil cesaretle çalışarak hayatını — kazan- ması lâzım — geldiğini an- latmaya kalkıştı mi; Ce- mal hemen sırtını çevirir, onunla alay ederdi. Bu yaz tatillerinde an- nesiyle babası Cemali alıp Yakacığa, yazlığa götürdü- Durmuş adlr bir köylü çocu- ğu ile tanıştı. Bu abdalca görünüşlü saf bir çocuk ol- makla beraber, — düşüncesi sağlamdı. Cemal uzun kır gezintilerine hep onunla be- raber çıkar ve attığı palav- ralarla sersem — edebileceği bir çocuk bulduğu için için için sevinirdi. Kendi üstünlüğüne iyi- den iyiye inandıktan sonra Cemal artık ölçüsüz mantar- lar atmağa başlamış, akılların alamıyacağı hikâyeler anlat. mağ koyulmuştu. Köylü ço- cuğu bütün bunlara inanır gi bi görünüyor ve içinden şe- hirlinin büyük bir yalancı olduğuna karar veriyordu. Bir gün gene böyle bir gezinti sırasında Cemal köy- lü çocuğuna: — İstanbulu hiç gördün mü? Diye sordu. Çocuk bü sorguya: — Hayır, köyümden hiç dışarıya çıkmadım! - Karşılı. ğınr verdi. İ Öyleyse sen hiç bir şey bilmiyorsun. Ben Türkiye- nin dört bucağını gezip gör- düm. İstanbul, Ankara, İz- mir, Adana, Srvas, Erzurum, Şark, Şimal, Garp ve Cenup het tarafını gezdim. Yabancı ülkelere de gittim. Denizleri aştım. Hindistanda kaplan, Afrikada fil avladım.. Cemal gene ölçüsüz pa- lavra atıyordu; çünkü haya- tında pek az seyahat etmişti. Bunları hiç ses çıkarmadan dinlemiş olan Durmuş: — Gerçi ben anlattığın bu güzel ülkelerin hiç birisi. ni görmedim ama, köyümü ve çevresini avucumun için- de imiş gibi bilirim. Deyince, Cemal: — Bunu bilemiyecek ne yvarki! Benim gibi coğrafya- sını iyi bilen bir adam bir ye. ri görmeksizin bile iyice ta. nır. Hâttâ burasını senden i- yi tanıdığıma bahis tutmağa Dedi, Çoçuk bu sözlere ha fifçe gülümsedi ve araların- da şöyle bir konuşma oldu: — Sözlerine hiç de inan. miyorum. — İnanmıyor musun? Pe. ki öyleyse, köye senden ev- vel varabileceğime bahse gi- rişir misin? — Hangi yoldan gidecek. sin? — Tarladan geçerek; bu en kestirme yoldur... — Hiç de değil.. Yol doğ- ru gider... — Haydi bir liraya bahse girişelim. Ben senden evvel köye varacağım... — Dediğin gibi olsun. Fa- kat lirayı daha şimdiden kay. bettiğini aklma koy.. Bunun üzerine iki çocuk bahse girişti. Durmuş hiç bir yere sap- maksızın dosdoğru yolu tut. turdu. Cemal ise köye daha evvel varabilmek düşüncesiy le karşıdaki bostanım çitlerin- den atladı ve işlenmiş top: rakları çiğniye çiğniye ala- bildiğine koşmağa başladı. Çok geçmeden arkasmdan bağıran kalın bir sea işitti: — Hey delikanlı! Elâle- min ekilmiş topraklarını böy le çiğniye çiğniye nereye ko- * şuyorsun? Somon balıkları Birleşmiş Amerika balık ve su avları tüsü direktörünün söylediklerine göre dün; giden balığı Somon balıklarıdır. ) Somon balıklarından bazıları saatte 40 Ki OC Kır bekçisi CW’ sına yapışmı Ub arekeli ru jandarma K türmüştü. Cemalin bahsi Durmuşa bir lir oaşka, âlemin ww diği için de ayrıct TP sı vermiş ol Jduğuati meğe bilmem lü" ğ Ahmet Ü kL’ Kimin bâ Bayt ramii sinif cek nü Ka Kiract — AM ev kiramı vere cek değilim, senin la yüzmektedirler ki bu hız süratli giden purunun hızı kadardır. Somon balıkları 40 kilometre hızla altı dar hiç durmadan 'J> * rüzebilmektedirler, Ka araştrf g yanıf y