Tarihi macera ve aşk romanı Yazan: (Vâ * Nü) Geminin bahçesindeki muz yaprakları hışırdadı. Ayda göründü. Meğer bizi dinleyip durmayor mu imiş ? — Onu hem öldürmek hem de öldürmemek. — Anlat bakalımi hissiyatını... Osmün, ellerimi muhabbetle tuttu: — Hocam! Lalam! onu seviyorum. — İyi ya işte... Öldürme öyleyse... — Fakat başka kadınlar? Aklım, onlara da kaçıyor... Onlarıda istiyo. rum, Bu kadın bana göz açtırmıyacak, nefes aldırmıyacak... Dedim ki: — Evlâdım, Osancığım.. Bir müd. det için, diğer kadınlardan vazgeç... Yahut onlara karşı pek ihtiyatlı dav, ran. Ne zaman bikarsan, ne zaman Aydaya artık acımıyacak hele gelir. sen o zaman anlaşırız. Osman, elimi sıktı, — Benim dostum... — Haydi bakalım... Sen gönlünü fe. rah tut... Bir kolaymı buluruz. Osman, boynuma sarıldı, öplü. O esnada ,yapraklar arasında bir hışırtı duydum. Başımı çevirip bak- tem. — Ayda. Genç kadın, lâkayt: — Ne var?. dedi, — Siz burada mıydınız? »— Nerede olacaktım ya? — Ne yapıyordunuz orada... Bu sual: “Dinledin mi? Söyledikle. rimizi işittin mi7, manasınaydı. Fakat, Aydanın yüzünde hiç de fev. kalâdelik yoktu, O, lâkayt, hatta mes. ut yanımıza yaklaştı. İnce parmaklarında bir muz tutuyor du: istiyorum, — Kopardım! , dedi, Bu zarif el... Bu parmaklar... Hay- retle bakıyordum: bu kadın, hiçde o dev.cüşseli adamı yenen mahlüka ben- zemiyordu. Son derece sevimliydi... Bizimle şa. kalaşiyordu. Muzu eliyle soydu. Yarı. sını bana, yarısını Osmana ikram et. ti. Kabukları denize attı, Sonra, lâ. tif bir macerasını anlatımıya kovuldu. Tuheflıklar yapıyor, bizi güldürüyor- du: “— Herhalde işitmemiş olacak! - diye düşündüm. . Hem işitmiş bile ol $a.... Canım... Kararımızı verdik: Gü, nün birinde, muvafık bir fırsatta onu baklarız! Deniz yolculuğumuz devam ediyor. du. Bu müddet zarfında hiçbir fevkalâ- delik olmadı. Nihayet İtalya sahilleri göründü. Uzaktan uzağa, limonluklar, zeytinlikler, Beyaz bir şehir... Yanaş- tık... Papanm adamları bizi karşıladı. Resmi heyet olduğumuz için büyük ik. ramlar gördük. O esnada, İtalyada, fevkalâde vakalar olduğunu da haber aldık: Papa, onuncu İpnocent müthiş icraata girişmiş, İtalyanm en zengin, en nafiz ailesi olan Barberini'ler aley, hinde leraata girişmiş, kimini kaçır. mış, kimini tedhiş etmiş, kiminin da, mmı başına geçirmiş. Halbuki Papa onuncu İnnocent bunların sayesinde 138 — “Bulmak, Haydutu doğruldu ve ya «ağa yaklaşarak, kindar bir bakışla ona bak uvebağırdı: mk de biliyorsunuz, öyle mi? Ban de kim olduğunuzu biliyorum! Sizi unutmadım:,, Bundan birkaç ay evvel, e na anilkankizeiii Minik mevkie geçmiş bulunuyor" ğ . Bunlarm hikâyelerini dinliye dinliye hanlarda konaklıya konaklıya merkeze doğru ilerledik, İlerledikçe, koyu kato- likten daha katolik oluyorduk. İbadet- ler, haç çıkarmalar hep bizde... Fakat bizim bu hareketlerimizi hay. li tebessümle karşılıyorlardı. Bizi taş. radan gelmiş koyu sofular, dünyaom ahvalinden anlamaz cahiller telâkki e. diyorlardı, Zira, ruhaniler muhiti hay. li bozulmuştu. Akılları fikirleri hap para toplamakta, işi sefahate vurmak taydı. Esasen papanın Baırberinilere musallat olması da onlarmı ellerindeki Servete sahip çıkmak emelinden doğ- müyor mıydı ?... Bu haris adami genç bir şey sanı- yordum. Nihayet, merkezimize vardı. ğımız zaman, bin türlü merasim neti. cesi bizi onun - huzuruna çıkardılar. Yetmiş yaşında bir ihtiyar olduğunu görerek hayretim büsbütün arttı. Bu ihtiyarda bu hırs, olurşey değil.. Dünyanın kendisine kalacağını mı sa. nıyordu” Barberinilerden pek zarif, güzel bir kız olar Cülyetto, onun yaninda otüru. yordu. Bu biçarenin bütün mevcudunü mahvetmiş, anasına, babasına kıymış, onu da kendine hasretmişti. Cülyettö, siyah bir rahibe elbişesi giymişti. Şa kaklarmdan sarı Sarı saçları görünü- yor, ona bir letafet veriyordu. Heye. timizde en ziyade dikkati celbeden Ayda olduğu içir, Cülyettonun gözle, rinin ona takıldığını farkettim. Ayda da ona baktı. Bu suretle, iki kadınm arasında, ilk bakışta bir düşmanlık hissinin doğdu. unu, büyüdüğünü farkettim, Zannederim, ne papa, ne de bunun farkına vârmağılar. Zira, biri. j Trenden atılan kafa kemiği Yemek yiyen bir ailenin masasını altüst etti ! Aksarayda Namık Kemal cadde” sinde 27 numarada oturan okuyu: cularımızdan $. Anet bize yolladığı bir mektupta başma gelen şu garip ve şayanı esef hâdiseyi anlatıyor: “Aksaray (ve civar halkı, malüm olduğu üzere, bilhassa pa- zar günleri akşamları deniz havası almak için Yenikapı sahilindeki ga- #inolara koşarlar. Bir çokları yemek lerini beraber getirerek orada yer ler. Geç vakte kadar mehtaptan da istifade ederler. Geçen hafta ben de ailemi alarak bu kahvelerden bi: rine gitmiştim. Yemeğimizi yerken Sirkeciden'tren geldi. Tren tam bi: zim önümüzden geçerken kulağı mızm kenarından mermi bhiziyle bir cismin geçtiğini duyar gibi o duk. Fakat bunu duymamızla ma- sanm üzerinde bir şangırtı kopma" si bir oldu. Birde baktık ki koca" man ve bütün bir koyun kafasının kemiği olanca hıziyle masanın üs“ tüne düşmüş ve tabak bardak'ne varsa paramparça etmişti. Gerek biz ve gerek civarımızdaki masalar- da oturan aileler telâş ve şaşkınlığa uğradık. Fakat bunun yanımızdan çoktan geçip gitmiş olan trenden atıldığını anlayınca o şaşkımlığımız büyük ve derin bir teessüre inkılâp etti, Hâdisenin en mühim ciheti €- ger bu kocaman kafakemiği bir san tim daha yakınımızdan geçmiş çl- saydı tehlikeli bir şekilde yaralana* cağımız ve belki de daha elim bir vaziyete uğrayacağımız muhakkak: tr. Kalabalık bir yerde oturanları hiçe sayarak pervasızca yapılan ve içtimai terbiyemize yakışmayan bu kabil hareketlerde“ bulunanlar hak» kında gerek tren memurlarının ge- birlerine; “Muhterem peder”, “muhte- rek zabıtanın çok müteyakkız dav - rem oğlum” diye hitab edip türlü tür- lü cemileler yaparlarken, onlarında gözleri biribirinin kadınındaydı, Papa, bizim Ayda'ya alıcı gözüyle bakıyordu. Osman da Cülyettoyu can ve gönülden süzüyordu. (Devamı var) sırf sizin yüzünüzden yakalanmıştım!,,, 184 — Biraz daha yaklaştı ve ona doğ. ru eğilerek ayni sesle devâm (etti: “Biz de Kara gölgesiniz! Şimdi baş başa kaldık! 81. #inle görülecek bir hesabım var',, Haydudun kocaman iki eli Valingin boğazma yapığtı. Mya Ak ranması lazımdır. Alâkadarların na zarı dikkatlerini çekmenizi rica e- derim." : Okuyucumuz müteessir olmakta çok haklıdır. Trenle geçerken sa. hildeki kalabalık bir gazinonun or tasma kocaman kafakemiği degil de bir kibrit çöpü atmak bile hiç bir medeni insanm kendisine yakıştıra- miyacağı kadar çirkin ve terbiyesiz ce bir harekettir. Bir suçtur. Alâka- darların bu hâdiseyi öğrendikten sonra daha fazla (o tayakkuz ve has. sasiyet gösterecekleri tabiidir. Çöpçülerin uğrama- dıkları bir sokak Lâlelide şair Fitnat sokağında 28 numarada oturan okuyucularımız” dan aldığımız bir mektupta bu s0- kağa çöpçülerin çok seyrek uğra * İ malarından dolayı evlerde çöplerin biriktiği ve bizzarure boş bir arsaya dökülen çöplerin de bu sıcak hava- larda etrafa tahammül edilmez bir koku saldığından bahsedilmekte ve alâkadarların nazar: dikkatlerinin çekilmesi istenmektedir, 185 — Birdenbire keskin bir zi! sesi duyul du ve baydut bir sıçrayışta geriledi. Valing bundan istifade ederek sakin bir sesle miri, dandı: “Siz delisihiz; Ben sizin zannettiğiniz adam değilim. Bırakın telefona çevap Vere, yim yoksa hademelerim buraya (gelecek!, SAN (> ÇAŞ * RR 1 Yazan: Moris Löbian KA baydudun çayır itiraflarını anlatıyordu — Buraya, dedi, evrakını kordu. | Hepsini alıp savuşmüğ.. — Paralarını nereye kordu? — Paralarını bana bırakırdı. Ben de kasaya koyardım . — Ne kadar vardı? — Dört, beş yüz frank, Ancak kira- sına, yediğine ve içtiğine yeter. İndiler. Garajdan bir otomobil bul » dular. Ormanda, yaralının bulunduğu yere gittiler. Alıp, müdüriyete getirdi. ler, Oradan da, hastaneye kaldırıldı. Ayni akşam, akşam gazeteleri, meş- hur katil Jülonun nasıl yakalandığını, Delbönun mahirane takibini bir sürü uydurma tafsilâtla ve büyük serlevha, larla haber veriyorlardı. Yalnız, polis. lerin otomobilini çalıp kaçan haydut « tan pek kısa bahsediyorlar, « ciheti ka. pal geçiyorlardı. Bundan başka, gaze. teler, henüz meydana çıkarılmamış o- lan dört kibar şahsın da nerede ise ya- kalanacaklarını bildiriyorlardı, Bu iş, artık bir gün meselesiydi. Jülonun ya - ralarınm iyileşmesi bekleniyordu. On - dan, esrarengiz otomobilin numarasını öğrenebileceklerdi. e © Aradan dört gün geçmişti. Marlide tevkif edilen Jülo hâdisesinin halkta u. yandırmış olduğu heyecan yatışmıştı. Fakat merak, yeni hâdiseler çıkmak ihtimali daima mevcuttu, Dominik ile Patris, yeni merak ile değil, korku ile intizar ediyor Jardı. Müthiş bir asabiyet içinde yaşı. yorlâr, fırtınanın dakikadan dakikaya kopmasını bekliyorlardı. 7 Polis hakikati biliyordu. Bilmiyorsa bile nerede İse öğrenecekti. Fakat ne râman? Ve ne zâman onlara saldıra - caktı?. Ş İlci betbaht, bu suali milyonlarca hilmmalar içinde yaşıyorlar, birisi pen. hâdiselere ceresinin arkasından, birisi balkondan, evlerinin önünden gelen, geçen otomo. billeri gözetliyor, her geçen otomobil . den sonra geniş nefesler alıyorlardı. Kapı mi çalındı? İkisi de yerlerinden sıçrıyorlardı. Acaba gelen kimdi? oSİ- nirleri okadar gerilmişti ki, zaman za. man, bu tehlikenin derhal, bir an evvel kendini göstermesini, âleme rezil bile olacaklarsa, bunun bir an evvel olup bitmesini istiyorlardı. Dördüncü günün akşamı, Patris ile Dominik ahbapları Langrönelere davet. Jiydiler. Bu daveti reddedemezlerdi. Mişel Langröne meşhur bir avukattı. Dürüstlüğü ile tanınmıştı. Patrise kartı büyük bir dostluğu vardı ve vaktile 0. nu yanıma kâtip olarak almış, İlerleme. sine çalışmıştı. Karısı bir âyan azasının kızıydı, Do. minikin aile dostuydu, Bu davete Pa - risin en tanınmış kimseleri davetliydi » ler. Polis Müdürünün en samimi dostu da gelecekti. Ondan bir şey öğrenmek ihtimali de Vardı. Binaeiğleyh gitmek İizmdı. Tam saat sekizde Sen — Jermen caddesindeki evin salonundan içeri, Patris ile Dominik kolkola giriyorlardı. centilmen Telefon ahizesini aldı fakat derhal Rülneke utatarak büyük bir ciddiyetle; “Sizi soru. yorlar!,, dedi 186 — Perarengiz kadının sesini hemen tanımıştı, fakat bu kadın, bu esunda orada haydudun bulunduğunu nereden (biliyordu, —26— Polis müdürünün samimi dostu, yakl! Nakleğıi © / rezaletine dair Patris her zamanki gibi sakin “İĞ idi. Güzel Dominik gayet şık ve meşhut gerdanlığı! ti bir kesim davetliler de geldiki” gf polis müdürünün ahbabr wn Ruslo telefon etti, “Çayır re kikatı neticesini anlamak vi lacağını, yemeğe beklememe” ra geleceğini bildirdi, Yemeğe oturdular. Konüyeai ladılar. Fakat herkes, günü » olan “Çayır rezaleti,, tahkiss” ticesini merak ediyordu. Bu” mükâleme hararetli değildi. — Ey, ne olmuş? Madam Langröne: 4 — Azizim Ruslo, dedi, haydi ha fasla üzmeyiniz.. Söyleyif” Kocası #ordu: b) — Tevkif ödilen adam Jüle “e — Ne?. Nasıl? Tülo deği ## — Vakia onun Mn y asıl aranan Jüleo o d e Si tahkikatın bu kadar uzamasın? de bu. Herkes şaşırmıştı. — Anlat bakalım, dedi, # dir?. — Mevküfun fotoğrafı ve nımca, polis müdüriyetindeki eşkâli ile karşılaştırıldı ve 9 ©” anlaşıldı. i — O halde kimmiş yakalanan, — Kaboş isimli biri, Onun mi Jüle. O da La Piyerözü Ma cinayet gecesinin günü, onurla e, Marli ormanlarında dolaşım!” “Yeşil çayır,, İokantasına gidip yemişler, çifte kumrularla miş.. Polis onu, La le itham ediyor, Jülo'inkâr * ra, rezalete iştirak ettiğini İf. yor, fakat, La Piyeröz ile yö” mamsş, hissesine başka bir miş. — Hangi kadın?. — Üç erkekle gelen kibar 3 v Derin bir süküt oldu. Do” sessizlik içinde kalbinin gü : duyulmasından korkuyordu yağ şimdiye kadar mükâlemeye dei : memiş bir ses duyuldu. Bu er si idi. Antuan ile beraber o” vetli idiler. Rişar: < — Yok, dedi, olamaz. Bü m Nasıl olur?. Kibar bir kadın / serinin birine hiç kendini / Hem ne isbat: var ki! # Ruslo cevap verdi: * pi (Devam Bu aralık, haydut tetefomu sini” Ülme söylemeden dinliyordu. BUN hâdise Valingi büsbütün hayret” Haydut ayaklarının ucuna odadan cıkıp gitmişti, yarime send