: A. Cemalettin Saracoğlu Izzettin, “Erkadi,, yi nasıl zaptetti ? GIRIT SULARINDA BİR | KARAKOL Plâofffi... Boğuk ve ağır bit darbe.. Koca. man bir #lak çarşafın rüzgârda şek- lamasmı andıran “büyük bir şakla- yıs;.. geminin bütün civatalarmdan gıcırtılar çıkaran bir sallantı ve yal pa... Ve "“İzzettin,, vapurunun kemane başı iri dalgalar arasına tekrar gömü- lüyor; başını doğrultmıya çalişan va. purun baş kasarasımın iskele ve san- cak bordalarından köpüklü . çelâle- ler halinde akan sular beyaz köpük- İer hasıl ederek denize dökülüyor. “İzzettin, henüz başmı doğruk| muştu ki birincisi kadar yüksek ve heybetli ikinci bir dalga vapura çul. Tanıyor, Geminin baş civadiresi tm. kt yumuşak bir ağaca saplanan sivri| bir çivi gibi, bu yeşilimtrak su duvarı. içinde kayboluyor, vapur bir daha sarsılıyor... : “İzzettin, vapuru iki bacasından Kesif duman bulutları savura, savura tamam yirmi yedi ssattenberi bü iri denizlerle döğüşüp duruyordu. Dağ gibi dalçalar narin tekneye biribiri ardmca hücum ederek tos vuruyorlar ve sanki saç levhalara diş- lerini geçiremedikleri için gayzlı bir kükreyişle beyaz köpükler içinde geri Yy daha kudurmuş hamle. lerle saldırıyorlardı. Vapurun güvertesi Bomboştu: Kaportaların kelebekleri iyice sıkış- terrİm1ş, suların yıkıcı tehacümlerine karşı İombozlarm pirinç kapakları sımsıkı örtülmüş". Ne baş tarafta, kurtarmıya muvaffak olmuştu. topla paramparça ederek yakasını Uzun boyu, zayıf yanaklı, Azizi- ye biçimi fesinin altında şakakları hi- zasında kıvrılan zülüfleri tatlı ve mu- nis bakışiyle ilk nazarda korkunç bir adam hissi vermezdi. Fakat tehlike anında bu tatlı bakışlı gözlerden şim şekler fışkırır, o babacan adam bir arslanı kesilirdi. “İzzettin,, süvarisinin bir meziye- ti daha vardı ki, o da neşesinin, en kor kunç yartalarda bile dudaklarından eksik olmıyan kahkahaları idi. Zaten! Kendisine “Gamsız,. lâkabını verdi-| ren iste bu neşesi idi yal... “İzzettin, in yiğit süvarisini o- kuyucularımıza böyle kisaca tanıttık- tan sonra o fırtmalı günde “İzzettin,, vapurunun kaptan köşküne dönelim: Süvari Gamsız Hasan beyin ya- nmda duran nöbetçi zabiti, sol kol a- ası, Cihangirli Ragıp bey. “âmirine dönerek: — Efendi kaptan, dedi, hava ga- liba kalıyor! Ve kolunu uzatarak sencabi bu- lutların örttüğü semanın tâ ufuk ta- rafındaki hafif penbemtrak beyazlığı gösterdi. “İzzettin,, süvarisi, zabitin işaret ettiği tarafa kısa bir nazar attıktan sonra elindeki tesbihi parmaklarının arasmda hızlı, hızlı çevirmekte de.| vam ederek: — Evet, dedi, fırtına hızmı aldı Ölü denizlerle uğraşıyoruz. Biraz son ra deniz büsbütün kalacak.. (Devamı var) ne kıç kasayasında kimsecikler gös)“ rülmüyordu. Zira işin şakaya gelir tarafı yoktu: Geminin güvertesini baştan kıca yalıyan dalgalar, rastço- lecekleri her şöyi denize süpür»-ek Şiddet ve dehşette idile; Yalnız lombozun üstünde, iki ba- canm ortasındaki kaptan mevkiinde bir canlılık eseri vardı: dümen basın- da durup dalgalarm hücumunu kolle- yan serdümen ile vapurun süvarisi sağ kolağası Gamsız Hasan bey ve bir de nöbetçi zabiti... Üç Türk denizcisi kudurmuş çıl- gm denizlerin ortasında “İzzettin,, va purunu idareye çalıştoyrlar: geminin Yotasmı muhafaza etmesi için uğraşı- yorlardı , Dümen dolabınm başındaki ser- dümen iri yarı, yanık çehreli, gümrah kaş ve büyuklı bir sahil uşağı idi. Dünyaya gözlerini açtığı dakika.| denberi uzultu ve iniltiler ile karşılaş. tığı dalgalar onda bir tesir yapamaz. dr. Didine, didine, ölümle boğmşa boğuşa kazanmış olduğu başcavuş- luk rütbesini elde edinciye kadar o, denizin pek çok hercailikle-ine sahit olmuş, sayısız kaza ve tehlikeler sa: vuşturmuştu. “İzzettin, in süvarisi Garasız Hasan beye gelince, o, başlı başma bir âlem; ucsuz, bucaksız cesaret ve kahramanlık dünyası idi. (Gamsız Hasan) ismi altnda Türk denizcilik trihine ölmez sayıfalar yadiğâr bi- rakraış olan bu pervasız Türk yiğiti “slilik derecesine varan cesareti, hiç bir şeyden yılmıyan, hiç bir tehlike. “ea kaçımmıyan atılganlığiyle haklı Gamsız Hasan bey kaptan, kor- * bir Babrâli amiralinin Osmanlı gemi süvarilerini o kahpece » Misir Hidivi Mehmet Ali larından kacan ve bü san. alla Akdenizi aşarak Ana vatan su: latina kavusan kahramandı. Gams> İssan B. bu karış esnasında bir Mrarr vapuru tarafından yakalanmak teh: Ülkesi gecirmis, fnkat Mism van nun davlumbazlarını küçücük bir Macera ve aşk romanı Yazan :(vâ.Nü) “Bu çocuğun esrarını ben elevermem. Onu hadım edilmemiş olduğunu öğrenince memnu bile oluyorum. O, benim intikamımı alacaktır Geçen tefrilcaların hülâsası: Küçük Sünbül, hadım edilmekten kur bulmuş bir baremağasıdir. Kendisini is Ulebalda koca diye almak istiyen İsveç ii kadn Havv: başka bunu hiç kim se bimiyor. Bunları sırlarısı faşedecek şekilde Kamaralarınds konuştukları es nada dolabın kapağı oynuyor. Sünbül, dehşet içinde: —0O ne? - diye Havvaya döndü. Havve, kendi de inanmıyarak: — Fare olacak! « dedi. Dolaptan bir ses; — Kabak tatlışını yiyen iki ayaklı farelerden..; , İsveçli kadm, çocuğu Silkerek yere bıraktı. Küçük Habeş de hemen sedire girip yattı. İkisinin birden aklına “acaba ceset Yeniden hortladı da dolaptan mi beli- recek ?,, şüphesi gelmişti. Netekim, işte, kapağın, aralığından siyah bir baş beliriyor. Beşir gülümsiyerek: — Çocuğun hakkı var! - dedi. - Bu- raya başkaları da girebilir... Netekim girdi işte.. Sen, çok ihtiyatsızsn Hav- va hatun... Küçük zenci: , — Yakalandım... Hadım olacağım!» diye inledi. - Bu adam, tatlısını yedi. ğim haremağası... Havva: iyi ki Ingilizce bilmiyorum. Kendim- dende şüphelenecektim | Semra birdenbire ba (mektubun ki.) min tarafından gönderildiğini anlaya- madı, Fakat, Hans genç kadını tered- dütten kurtardı; — Yüzbaşı Ştanke sizi çok seviyor, PFrülâyn! Ona kısa ve o çok çabuk bir| cevap Yazınız! Semra gülümsedi: — Yüzbaşı Ştanke. Evet, © çok ki, bar, çok fedakâr bir erkektir. Beni ha- tırladığına memnun oldur. | Zarfın arkasına şu kehimeleri yazdı: | “Almanların adaletinden ben de bir! şey bekliyorum; Tahliye. O günün yak| laştığına çok sevindim. Vefakârlığınıza teşekkür ederim. Bu dostluğunuzu unut mıyacağım!,, Semra Semra yırtık zârfı iki büklüm yapa- rak Hansa uzattı: ? — Bunu yüzbaşı Ştankeye veriniz, Sonra Hansın, her şeyi bildiğini zan. nederek ilâve etti: — Bana bak! Bu İngiliz catusunun yakında ele geçirileceği haberi (doğru mu? Hans şaşaladı: — Hângi İngiliz casuau, Fröylâyn?. — Şu izi üzerinde yürünen kadın. — Vallahi benim bir şeyden haberim yok. Böyle ince İşlere aklım da ermez. — Haydi canım, saklama! — Emin olunuz güzel Frülâyn, ben içi dışı bir adamım. o Zaten hiç bir sır da tutmam. Derhal yemin ederim ki böyle bir casus kadın tanımıyorum. Gardiyanın sesi işitildi: — Paydos.. Paydos. Hans parmaklığın arasından kolunu uzattı: — Güzel elinizi sıkabilir miyim? Semra gülerek elini verdi: — Yüzbaşının beni unutmamasından çok meranun oldum. Ara sıra beni yok- Jarta şüphesiz daha çok memnun ola. çağım. Hans ayrıdı. Yüzbaşı Ştanke tevkifhane civarında bir küçük lokantada Hans: bekliyordu. Hans döner dönmez cebindeki zarfı yüz başıya uzattı; — Çok güzel kadın doğrusu. bağışlasın. Ştankanin kalbi çarpıyordu. Zarfın üstündeki satırları heyecar- la okudu.: — Oh...Beni unutmamış. Onu herhal de kurtaracağım. Hans, yüzbaşının yarına oturmuştu. Gözleri parıldıyordu. — İngiliz kadınını çabuk yakalama. nızı söyledi, yüzbaşım! Bu güzel frü- lâyn galiba bir iftiraya uğramış. — Evet, onu İngiliz casusu diye tev- kif ettiler, : Hana bu sırada — gevezeliği yüzün. den — ağzından şu sözleri kaçırdı: — Casusluk yapabilecek (kimseleri takip etmezler de, böyle zavallı melek- leri demir parmaklıklar içinde hapseder ler. Ne gariptir. Bu işlere hiç akıl er- mez. Yüzbaşı gözlerini açarak: — Ne diyorsun, Hans? dedi, Böyle casusluk yapabileceğinden şüphelendi. ğin kimseler var mı? Hans, bu sözleri söylediğine pişman olmuş gibi, başını sallıyarak yutkundu: — Hayır.. Şey. Kimseyi (o tanımıyo- rum ben, — Dilinin altında bir şeyler var se- nin? Haydi, bu bir memleket (işidir. Bildiğin bir şey varsa anlat bana! Haris vatanperver bir adamdı. Mem. leket sözünü işitince çarçabuk sinirleri gevşeyivetdi: — Vallahi yüzbaşım, dedi, ben bir kadında şüpheleniyorum ama.. Küçük ve zayıf bir şüphe ile hiç kimsenin ba- şın: da yakmak İstemem. Yüzbaşı ciddi bir tavırla: Allah — Yalnız senin değil, benim de ba şıma İşler açıldı. Ben demedim mi sa na otur-oturduğun yerde, meydana çıkma diye?... Fakat, Beşir, öyle hainane niyetler besliyor gibi görünmüyordu. Bilâkis, | çok hayırhah bir bali vardı. Kadına: — Merak etme!.. Benden size fena- lık gelmez! - dedikten sonra, Habeş! oğlana yaklaştı. . Ah, evlâdım! Senin ayağını incittim galiba... Dur baka - Im... Sedyeye iğildi. Bir müddet evvel pa- buç fırlattığı o iki sıçanı, avuçları İçi- ne aldı. Sevdi, okşadı. — Kusura bukma çocuğum... Senin! canmı yakmak İstemezdim.. Fakat, öyle oldu... Hem de tecrlibe ettim: Sen! cidden çok zeki, çok metânetli, gok | cevval bir oğlansın... Zaten bu sabah, sedyeni taşıdığım sırada da, gözleri nin zekâsmı görmilştüm... İnşallah, ha yatta çok muvaffak olacaksın... Kızla- Tağası mevkiini işgal edeceksin... Sonra, Havvaya döndü; — Bütün esrarınızı öğrendim.. Fa - kat sizi ele vermiyeceğim... Buna emin olabilirsin... Havva: — Galiba bu çocukla aranızda bir hi- sımlık var? — Hayır, akrabalığımız filân yok... Yalnız ırkdaşız.. O kadarı da kâfi de- Zil mi?.. Bir tesadüf bana, küçük Sün bülün hadım edilmek felâketinden kur Po yalaap ii see Iskendar F. Sertelli —B5E mreneesasenannrnna san srasmemenearnan — Biz önümüze rastgeleni yakalaya- cak değiliz ya. Mademki küçük bir şüp hen var, Bir kere bana göster o kadını! — Ya casus değilse? — O zaman yakasinı bırakırız. — O halde ben onun kocasından da şüpheleniyorum. i — Nasıl bir adam bu? — Lehli bir doktor.. Sivri neşeli bir erkek, — Kadın nereli? — Bir Alman gibi almanca konuşu. yor ama. Bazan ingilizce kitaplar da w kuyor, Yüzbaşı gözlerini açtı: — İngilizce de biliyor demek?. — Evet, z Hans şaka olsun diye kendi kendine mırıldandı; — İyi ki ingilizce bilmiyorum. Ken dimden de şüphelenecektim! Yüzbaşr, Hansın kolundan çekti: — Haydi beni götür bakalım onların oturduğu yere. Hans yürüdü: — Onlar Kempinski otelinde oturu. yorlar, Bir otomobile bindiler: — Kempinski lokantasını tanıyorum- ama, bu İokantanın otelini (o bilmiyor- dum. — Otel kısmı herkese açık değildir. — Ne biçim otel bu? — Esasen otel değil, yüzbaşım! Lo. kantar üstünde birkaç oda var. Lo- kanta sahibi bu odalar: dostlarına Kira- Tar, , — Onlar da demek ki lokanta sahibi. nin dostları? — Evet, Lokanta sahibinin samimi! dostlarıdır. | — Sen nerden ve nasl tanıdın onla-| n? İ — Ben bu lokantanm elstkrik el sakallı, tulmakla beraber, hadımlar karıştığını öğretti. Havva hatu Sen, onun hakkinda istediğin niyeti ri besle... Hiçbir itirazım olmıyaca tır. Bü küçük zenci, harem kadm. arasında, erkekliğinin bütün ihtişari le dolaştıkça, bilâkis pek memnun O cağım! intikamım alındı sanâcağın Ah, bilmezsiniz, ne ihtiraslar, ne lar duydum da hiçbirini tatmin ede dim... Bu küçük zenciyi hayalimde di yerime koyacağım ve onun büfi muvaffakıyetlerini kendi muvaffa! yetim sayacağım!... Size her hı yardım edeceğime emin olabilirsin Beşir, Sünbülü alnmdan öptü ve d elini öptürdü. Havva da, esra meydana çıktığından dolayı memi olmamakla beraber, hıremağasma, ter istemez teşekkür etti. Ağa, bi sonra dışarı çıktı. Oğlanla kadm marada yalnız kaldı. Sünbül: “.- Hele bir İstanbula varalım.. kalım bu bilgimden istediğim gibi İ fade edebilecek miyim?..,, diye di dü... ,.. Küçük Sünbül, bütün seyahati esti sında, dalma müstakbel zevcesinin $ marasında kaldı. i Havva: | — Vaziyeti çok tehlikelidir. Huf si bir tedaviye ihtiyacı vor! - diyol| dü, Herkes de bunu mantıki buluyo: Behurus, şimdi artık, İsveçli ka Beşir gibi bir sırdaş da bulmuştu. Sİ de, kamaudaki hastanım yasalar beraber sarıyorlardı. O da, icap eti çe, hastalığın. tehlikeli olduğund bahsetmekteydi. Sünbüle gelince, onun gözü bi yılmıştı. Geçen seferki yakalanmağ yakayı ucuz sıyırmıştı ama, yeni ceralara kalkışır da bir dahu yaki nırsa, kurtuluşun kolay ölmryaceğ! farketmişti. Bu sebsple, küçük odü içinde haftalarca kapalı kaldı. Y. tesellisi, beyaz kadının geceleri kefi sini ziyaret etmesiydi. İste o 2:3 dünya cennetinde yaşyor, ve doğ Havvayı da ayni cennette yaşatmı değildi. Bütün seyahat esnasında bellib iki mühim hâdise oldu. Bunlardan risi, Kizıldenizden Akdenize gsm ri karadan geçirme ameliyesiydi- ğır gemilerin ekserisinden yükler V galtıldı. Şimdiki Süveyş kanalmın lunduğu yerden bütün filo ve ham” si, kısmen yağlı direkler Üzerinden dırıldı, kırmen katır ve develer'n # larında geçirildi. Yaraları kapanmamış olan küçük dım ağalarmı da Hacı Mustafanm leleri sedyeler içinde taşıdı... Bu meyanda küçük Sünbül de, * tıravanda götürü'en br Fir'avun dı gibi nakledildi. Gemiler, Arap ve Türk şerikleri sisatı Üzerinden selâmetle geçerek denize ulaştılar. Orada, eşya, gene li yerinde, sefinelere konuldu. Bü bu nakliyat tam bir ay sürmüştü yn sonunda, yedi parçadan mürcM küçük filo, icap eden ufak tamirat bitirdikten sonra yoluna devem © (Devamı var) <İ tuyum.. Alte aydınberi örada çalı$9j rüm, — Kadın güzel mi? — Bir görü yarslı. Yüzü daim? rladır. — Tuhaf şey! Bu, bir hile olm” — Bunu hiç düşünmemiştim. de... — Hiç şüphe yok ki bu bir OB” — Onu ilk gördüğün gündenb0fi gü sarılı mıydı? — Evet. İlk gördüğüm gözünün biri sargı ile bağlıdır. il (Devamı v8)