Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
— Hatıralarını anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz - kartalı” nin süvaftisi Koönt Feliks fon Lukner a ı Ça - İki ay yetecek bayat Motöre (Kronprizessin Sesil) ismini vermiştik. Almanya bahriyesinin bü yeni ve küçümencik rüknü sefete ha - zıfdı. Birer defa daha ellerimizi sık- tık. Çok müteessirdik. İşte bu sırada- dir'ki biribhirimize nekadar isınmış ol- — düğümüzuü anladık. Bundan maada —— meçhuüliyete'doğru atılmış olan bizle- rin meşkük akıbeti kalanları mütees- — Bir ediyordu. Bununla beraber kalple- |— rimiz göğüslerimizde çarptıkça harbe behemehal devam edecektik. Motörün gönderinde yükselen Alman harp ban- dırasınm arkadaşların kalbinde uyan- dırdığı gurura rağmen herkes biribiri- ne sorüyordu: —— Acaba bu' narin tekne azgın de- nizlerin-savletine mukavemet edebile- cekımi? *Motörle (Deniz Kartalı) nın enkazı- nım yanımdan geçtik. Zavallı (Deniz Kartalı) nın teknesi yosunlanmış, di- kırılmıştı. Dalgalarımn tesirle kşlkrp inen tekne sanki nefes alryor gibiydi. Sonra ceviz kabuğu teknemiz açıkları. doğru dümen kırdı. Sis ara - srfdan görünen güneşin ölgün ışıkları bir saniye (Deniz Kartalı) nm bize mü teveccih kıç kasarasını okşadı ve ma- nisaltımdan bir nur gibi ışıldattı. Biraz sonra Okyanusların ucsuz bucaksız çöllerine dalmıştık. Mül’!z.lm Kirşays mavi kalemle - “Kron Prinzessin Sesil,, ismini defteri- İ .-' m'îzın ilk sayfasınm üst tarafına kây- h elâ. hava pek müsait gitti, Başı- m—AWHüasma müteveecih seyredi- yorduk. IĞâS'ıkta.ki erzakımız iki aylık bayat ekmeldle' tiç” haftalık tatlı sudan iba- < Tetti. Bu kadar az oldugu halde bile ko- — manya sandalı o kadar doldurmuştu îıı, baş tarafından kıç tarafa ancak &- mekliye emekliye yürümek şartiyle ge- cehiliyorduk. Ekmek, fotoğraf maki - neleri, su ve tütün motörün hava ka- salarma tıkılmıştı. Sandalın muvaze - | hesi için yapılmış olan bu hava kasa- © ları böyle bir sütrü malzeme ile doldu- | rulunca tekmenin müvazenesi hayli mü | teessir olmuğtu. —— Motörde iki şilte vardı. Demek olu- /— yer ki iki kişi yatabilirdik. Lâkin bil- — Mmem bu'uzünıp şekerleme — yapmaya —— uyümak denebilir mi? —— Yatanlarm ya başları, yahut da a- .'-N — yakları behemehal dışarda kalryordu. ! Bu gşiltelerden maada motörde vasai- — ti medeniyet'olarak altı çinko tabak, — altı çift çatal ve biçak, bir kahve cez- ,,' vesi, yirmi bin mark ve birkaç tomar - halâ kâğıdı vardı. Teknenin halâsı |— baş tarafın dar yeriydi. Cıvadıraya tu- ttma.rak defihacet ettiğimiz sıralarda ekae'riya sırsıklam oluyorduk. Çünleü d* |— motörün baş tarafı miütemadiyen dal. ”galara gömülüyor ve o gülünç vaziyet- | te otvadıraya asılı duran betbaht da den.îae dalıp çıkıyordu. Yemekte oldu- ğumuz yemekler hepimizi şiddetli bir mrette kabız etmişti. Bu küçücük tekneye su hazinelerile ,_motorü de ilâve ederseniz altı kişinin ”na.sıl olup da bu dar yere sığındığımı | bir türlü aklınız almaz. Kendimizi de- ' fîıiılere ve yalpalara kâarşt muhafaza et- — Mek üzere motörün bordasıma uzün ve — kalm bir şerit halinde yelken bezi mıh — Jamiştik. Başımızm üzerinde de geril- diği zaman bize dam hizmeti görecek | bir yelken bezi dâaha vardı. Bilâhare gbittecrübe görüp anladık ki eğer bu tedbırleri almamış olsaydık, batma - — Mmız mükadderdi, - Denizcilikle pek alâkadar olmıyan- ar belki bu ceviz kabuğu ile seyaha- | tin ne demek olduğunu lâyıkiyle anlı- _jyamazlar Bunu anlamak için uzun a- | Baçlara gerilmiş bir salımcak tasavvur etsin; bu salıncak kuüvvetli bir adam | tarafından keyfi bir Surette çekilip M ’f deni harfleri parlatarak (İrma) ismi-| — dursun. Sarsıntıların, sademelerin had ekmek ve ancak üç - haftalık tatlı su ile âkibeti meçbul seyahatimize başladık ve hesabı olmaz değil mi? İşte biz de “Kron Prençessin Sesil,, de aynen böy- leydik. Sabahları saat altıda vardiyada bu- lunan iki arkadaş kahve cezvesini dol- durup tulumbalı gaz ocağında kayna- tırdı. Yalpa pek fazla olduğu zaman- lar suyun bir türlü kaynamadığı sık Bık vaki olurdu. Bu tâkdirde kahve ve yahut çay yerine tuzlu ve ılık bir nevi bülamaçla sabah kahvaltısı etmek mecburiyetinde kalırdık. Seyahatimi - zin son günlerinde - ki bu safha ser- güzeştimizin en elim saâtlerini teşkil eder - içecek sıcak bir şey, yiyecek ku- ru bir lokma bulamaz olmüştük. Seyahatin ilk günleriyse vaktimiz binnispe oldukça hoş geçmişti: Sabah- leyin saat sekizde uyanarak deniz su- yuyla tüvaletimizi yapıyor ve kuru ek-| meğimizi kahveye banarak yemek su- retiyle kahvaltımızı ediyorduk. Sonra bulunduğumuz mevkii tesbit - ettikten sonra yataklar toplanıyor, bulaşıklar yıkanıyor ve saat ona doğru bu işleri- miztamamlanımca zihni meşgalelere tâbi oluyorduk. Kütüphanemiz bir tek kitaptan ibaret olduğundan heyeti se- feriyenin kitap okuyucusu vazifesi uh- desine tefviz edilmiş olan Lüdeman yüksek sösle: “İstanbula seyahat,, e- serinin meraklı bahislerini okurdu. E- serin muharriri Friç Röyter bir gün o- lup da eserinin bahrimuhiti bir ceviz kabuğu içinde aşmıya uğrasan altı Al- man gemicisinin yegâne zevkini teşkil ' edeceğini bilseydi, hiç şüphe yoktur ki bu eserini mümkün olduğu kadar uza- (Devamı var) TPz e KOT T S terisod ıııırhııv ıımıvı: MAacera ve aşk romanı —A15- Yazan : (Vâ—N Zenci oğlan, annesinin yarım naaşından kurtulunca, onu, büyük bir hissizlikle kaldırıp denize attı (Geçen tefrikaların hülâsası) Esir tacirinin — mutallâkası olan bir kadın, — Havva — sabık kocasına ait bir bastane gemisindedir. — Habeşistan sahillerindeki bir baskını — seyrediyor. Bir ana oğul, baskından kaçmışlar... Yüze yüze, denizde ilerliyorlar.. Bir kö pek balığı kendilerini takip ediyor , Köpekbalığı, külçe halindeki iki insa- na yaklaşıyor, yaklaşıyor... Bir taraf- tan. yangınlar, bir taraftan feryatlar, bir taraftan kanlı satır atmalar ve bir taraftan da bu canavarın bu insanlar: takibi... Muhteris Havva, heyecanmn- dan ve zevkinden gaşyolüyor... Roma tribünlerinde oturup gladiyatörleri ve aslanlara yedirilen insanları seyreden Patrisyenlerin keyfini duyuyor... Vücu dunda ra'şeler hâsıl oluyor... Ve işte, manzara, en heyecanlı tab- losunda... Denizde bir feryat.., Balık, atladı, taklak kıldı.. Ağzında, büyük bir parçayla, tam Havvanm ö- nünden geri döndü... Rızkmı almıştı. Aldığı rızka gelince, bu, zenci kadı- nin yarı beldenaşağı kısmıydı. Zavallı annenin üst kısmı ise; hâlâ evlâdına | sımsıkı sarılı kaldı. Oğlan, yüzmesini biliyor galiba ki, çabalıyor... Hâlâ batmadı... Fakat yardım edilmezse, bu belâlı denizde kurtulması kabil mi?... Ancak bü noktada, Havva, manza - ranmm “sadik,, hususiyetlerini, zevki, keyfi unuttu da, insanlığını hatırladı. Evvelâ sağa sola koştu.. Fakat kim- seyi bulamıadı.. Zira, gemide herkes, baskın hâdisesini daha iyi seyretmek üzere, kıçtaki kasaranın üzerine top- lanmıştı. Havyanın bulunduğu ön ta- rafta adam yoktu. — - Evvelâ “kıça koşaynn da haber. ve» reyim!,, dedi. Lâkin, çocuk boğula- cak.,. Etrafına bakındı. Oradan, denize doğru bir ip sarktığını gördü. “Şunu oğlana atayım!,, diye düşün- dü. İpi çekince, aşağıda bir yere takılı olduğunu farketti. Bu da neydi böyle? İğilip baktı. Meğer, orada bm'akılan ve sularm cereyaniyle geminin kenarına tamamiyle bağlı gibi yapışık duran bir Sandalı ip merdivenin yanma kadar sürükledi. Hemen içine atladı. Kürek- lerine yapıştı. Bu gibi şeyleri, ta İsveç- teki köyündenberi bilirdi. Çeke çeke oğlana doğru gitti. Çocuk, hâlâ annesinin yarım naaşi- le sarmaşdolaş... — Gel... Gel bakayım... Küçük Habeşli, kolunu uzattı. Havva, onu içeri aldı. Yarım ceset, evlâdıma öyle sxmsıkı sarılmış ki, bırakmıyor.. İsveçli ka- dın, çekti, ana oğlu biribirinden ayır d, Zenci çocuk, öyle garip bir hissizlik- le, artık kendisine lâzım olmryan bu yarı vücudu kaldırıp denize attı ki... Hayret! Bu kadar müthiş bir macera geçirdi- ği halde, korkmuyordu. Beyecanlanmı- yordu... Bu ne yaman soğukkanlılıktı böyle... Fakat, aptal da değildi. Bilâkis ga- yet zeki bakışlı olan gözlerini, merak- la Havvaya doğru çevirdi... Ona, par- mağını değdirdi... — Beyaz kadın... - diye söylendi. — Oğlum... Üğşüdün mü?... Çok korktun mu? Çocuk, bu suale baştan savma cevar verdi: lltifattan mahrum kalan Prens Vilhelm yüzbaşıyı kıskanmağa başladı — Bundan ötesi de şüphesiz ki eğlen ce mahiyetinde kalır, — Nihayet sen de genç ve güzel bir kızsın., Böyle bir aşk ve heyecan beldesinde elbette biraz eğ- lenmek hakkındır, değil mi? Semra gülerek ve biraz önüne baktı. Bir müddet sustular. Otele yaltlaştıkları zaman, Neemi Bey Semranın kulağına eğildi: — Bu gece tiyatroya Âlman prens- lerinin gelmesi muhtemeldir. dan birisi seni gece çayına davet edezek olürsa... — Fakat, ben bu gece için de yüz- bişı Ştankeye lokantada buluşmak için söz vermiştim. ; — Ziyanı yok. Telefonla itizar eder, yüzbaşı ile yarın gece buluşacağını söy- lersin! H4 — Prenslerden birinin davetini yüz- başrya tercih etmemi arzu ediyorsunuz değil mi? — Şüphesiz... ratorun sarayma da girebilirsin | — Ah, siz ne zeki, ne uzağfı görür bir adamsınız, Necmi bey! Öğlene doğrü otel kapısından ayrıl- dılar, Tiyatroda ikinci gece Yüzbaşı Ştanke o gece — tiyatronun sahneye yakın olan üçüncü locasina gün düzden angaje olmuş ve perde açılma- dan yerine gelip oturmuştu. Onün la- cast sırasında, başta bir numiaralr loca- da da İmparatoruün yeğenlerinden, genç Kkizların “çapkın prens,, adınır verdikleri prens Vilhelm. bulunuyordu. Necmi Bey Semraya daha akşâmdan bu prense — muhakkak surette iltifat kızararak Bunlar-| Bu süretle belki impa-| etmesini söylemişti. Semranm bu ka- Ğ V. L l ı A Ça CUŞ naldan saraya hllül etmesi isteniyordu. Perde açıldığı zaman tiyatroda iğne atacak yer yoktu. Balkonlar, localar ve parter baştan başa dölmuştu. Herkesin ağzında: — Dahs öryental... Çıplak darisöz.., Sevimli artist.. Şark yıldızı Sözleri dolaşıyordu Semra şöyle bir localara göz attı. Şüphe yok ki en önce yüzbaşı Ştan- keyi görmüş ve selâmlamıştı , Prens Vilhelm başını arkaya çevirin: ce locada oturan Alman — yüzbaşısını gördü ve kendisini kıskanç bir bakışla uzaktan süzdü. Öyle ya.. Tiyatroda Prens — Vilhelm gibi bütün Berlin kızlarınım can attıkla rı bir yakışıklı delikanlı dürürken, yüz başıya göz atmak ve selâm vermek ne demekti? Mamafih Prens böyle şeylere alı.şıkt! O ayni zamanda pişkin bir gençdi de, Hem Semra onun imparator ailesine mensup bir adam olduğunu nereden bil sindi! Semra o geceki numarasını da büyük bir muvaffakiyetle yapmıştı. Tiyatro nun kuppesi alkıştan sarsılıyor gibiydi. Almanlar Semiayı o kadar çok. sev .mişler ve alkışlamışlardıki., Perde kapanırken Semra sağa sola puseler gönderiyor ve tatlı, çekici bir güler yüzlülükle seyircileri —selâmlı yordu. t Bundan sonra başka numaralar baş lamıştı. Bir aralık Necmi bey Semraya bir grasonla şu baberi gönderdi: “Kolis arasından dikkatli bakarsan bir- numaralı locada oturan Prens Vılhel mi görürsün!” Semra bu pusulayı henüz okumuştu Yazdaın; iskender F. Sertelli — 12 — ki, arkasından bir başka garson ken disine güzel bir buket getirmişti. Semra odasma çekilip — soyunmağa başlarken, buketin ucunda iğnelenmiş olan şu kartı gördü: Prens F. Vilhelm, Kartm altında şu kelimeler — yazılıy- dı: “Bu gece saat on ikide sizi otelinizin lokantasında bekliyeceğim. Güzel mele- ğün'” k Prens F. V. Semra kartı birkaç kere gözden ge- çirdi ve kendi kendine mırıldandı: — Necmi beyin istediği oluyor. Ko- lis arasından kendisini iyice göremedim ama: çapkınca bir delikanlıya benziyor. Şimdi ne yapacaktı? Yüzbaşı Ştankeye o gece — için kat'i olarak &öz vermişti, Gitmezse büyıik bir kabalık yapmış olacaktı. Prens Vilhelmin kendisile gönül eğ- lendirmek için tanışmak istediğini bi- liyordu, Yüzbaşıya gelince, o Semrayı çılgınca seviyordu. Biraz — müsamaha- kâr davransa ona izdivaç teklifinde bile bulunacaktı. Genç kadın o gece zekâsının olanca kuvyvetini sarfetmeğe mecburdü. Prens- le — Necmi beyin ver dıgı direktif üzen ne — tanışması lâzımdı. — Ne olursa olsun, yüzbaşıyı bu ge ce atlatmalıyım., dedi, Şöyle bir. mektun yazdı: “Yarıu gece tiyatro dönüşünde sizi Rovayal lokantasında — bekliyeceğim. Bu gece — İstanbuldan gelen hlmdan ayrılmak imkânı yoktur. Beni , rişuuri hareketler... .-w' — Üşümedim.. Korkmadım.. Di nı aldattım... Teslim olacak gibi tım... Yüzüne attım külü.. Hah — Peki annen? — Ne yapalım, kurtulamadı... ı tülsaydı iyi olurdu ama, olmadı.. B parçaladı.. O kadar olağan işlerdenmiş gibi nuşuyordu ki... Arapçtayı da iyi | yordu.. Mısır şivesiyle konuşuyof' Tantu'nun imamı gibi... Esasen İ nın bütün müslümanları Mısır arloİ sını iyi biliyorlardı. Oğlanın bu garip soğukkanli hissizliği ve zekâsı, Havvanın del dikkatini celbetti. Maamafih, bi bir şey de gözünden kaçmadı... — Sekiz dokuz yaşlarındaki bu çü cudunun diğer yerlerini elleyip d onun yüzünü, boynunu, gdgsılnıl“* yor: — Beyaz kadın... - diyor.. Bunu söylerken ve bu harekğ' yaparken gittikçe artan bir hey! duyuyor... Havva, onu kucağma aldı. İp ınd venden yukarı çıkardı. Şimdi, oğlan titriyordu. — Ne 07, Üşüyor musun?, I-Iaınl mediğini söylemiştin ? İçin için titriyen bir ses: — Üşümüyorum. — Peki; titriyorsun ya... Fioı'ı öyleyse?,. — Korkmadım da.. Ben, hiç bi görmemiş, yalnız işitmiştim... Pel% rtak ederdim... İşte gördüm... Serl; güzelsin, çok hoşuma gittin.. Gül olsun da sana daha iyi bakayım.. * ma da beyaz bir kadın getirmışl Öyle kizdım ki imama... ! - İsveçli kadının bu yaman oğlan? şt alâkası büsbütün artıyordu. alt ambara indirdi. Soydu. Ve t süsü büsbütün fazlalaştı.. Sekiz yaşında çocuk, bu ha?... Hiç de $İ çocuklarına benzemiyor... İhtiyâf mam nekadar ahmaksa, bu o kadil kıllı ve uyanık... Tevekkeli değil, ! söylüyordu: Bu memlekette inlîl pek çabuk olurmuş, fakat, Böüf ihtiyarlayıp göçmek de ayni çabukmuş.. — Gel bakayım... Seni yatn'ay'l“ Havlulara sarılı olarak, kucli aldı. Zenci yavrusu fıkır fıkır fıkırdi! İki koluyla, Havvanm boynuna A mış, sanki ondan ayrılmaktan, kaybetmekten korkuyor.. Bu and_" nesini unutmuş, bu beyaz kadmı”ı müthiş bir incizap duymuştur. — Haydi onunki, tabiatım, yahut d& latı tabiatm tesirleri... Innlyıldı j Fakat, dimağını, daha korkunç ıeytınu' kurcalamıya başladı: Bu İuymetli hazinesini B - göstermiyecek... Onu, nadide bir !" gibi büyütecek.. Kendi odasında. * dine hasrederek.. — Sakın sesini çıkarma... j ni tutarlar, hadım ederler, anlıyof sun?.. Ben seni saklıyacağım.. d racağım, benim olacaksın.. h Oğlan, raşeler içindeki —vücud! beyaz kadına büsbütün ıa.rılxyd"' Kimseye görünmemek için, bif yatla Havvanın kamarasına :h'ud ıun ı £ T)ır-wı KALR çi j nişan- | il turat yapıl mazur göreczğşuzden eminim.y Mektubu bir zarfa koydu, I"'jll vererek 3 numaralı locaya gdndî::ğ tık tiyatrcda Ğuramnd!. Derhal narak Monopol oteline döndü. ı » » » Çapkın ı:)ı'er'ıâwı geçen bir kaç sa%’, Semra tiyatrodan çıkarken, d“'ı: kendisini ötomobile kadar g a!J —Semra hanım, bu kunturati " ; ne üzerine yeniliyelim.. Bir ay İrr mihiç?...(Devamı V