Hatirâlarını anlalau: Alman korsav gemisi i “Deniz * kartalı" um #üvarisi &ont Feliks fon Takner Sas— Iki ay yetecek bayat ekmek ve ancak üç haftalık tatlı su İle âkibeti meçbul seyahatimize başladık Motöre (Eronprizessin Sesil) ismini vermiştik. Almanya bahriyesinin bu yeni ve küçümencik rüknü sefere ha - zıfdı. Birer dofa dahâ ellerimizi sık- Hk. Çok müteessirdik. İşte bu sırada- dir ki biribirimize nekadar ısınmış ol- duğumuzu anladık. Bundan mâads meçhuliyete-doğru atılmış olan bizle- rin 'meşkük akıbeti kalanları mütecs- sir ediyordu. Bununla beraber kalple- rimiz göğüslerimizde çarptıkça harbe behemehal devam edecektik. Motörün gönderinde yükselen Almân harp ban- dırasının arkadasların kalbinde uyan- dırdığı gurura rağmen herkes biribiri- ns soruyordu: —— Acaba bu narin tekne azgın de- nirlerin-savletine mukavemet edebile- cek:mi? Motörle (Deniz Kartalı) nın enkazı: nın yanından geçtik. Zavalı (Deni? Kartalı) nm teknesi yosunlanmış, di- rekleri kırılmıştı. Dalgaların o tesirle kalkıp inen tekne sanki nefes alıyor gibiydi, Sonra ceviz kabuğu teknemiz açiklara doğru dümen kırdı. Sis ara - srhdar görünen güneşin ölgün ışıkları bir saniye (Deniz Kartalı) nın bize mü teveccih kıç kasarasını okşadı ve ma dâhi harfleri parlatarak (rma) ismi nialtmdan bir nur gibi ışıldattı. Biraz #onra Okyanuslarm uesuz bucaksı? çöllerine dalmıştık. Mülâzim Kirşays mavi kalemle “Kron Prinzessin Sest!,, ismini defteri- mizin Uk sayfasınm üst tarafına kây- ç İhtva pok müasit gitti, Başı © mRAHe' kdasınn müteveceih seyredi- yorduk. Müjhktâki orzakımız iki aylık bayat) elönelter tiç haftalık tatir sudan İba- retti, Bu kadar az olduğu halde bile ko- manya sandalı o kadar doldurmuştu ki, baş tarafından kıç tarafa ancak & mekliye emekliye yürümek şartiyle ge gehiliyorduk. Ekmek, fotoğraf maki » neleri, su ve tütün motörün hava ka S4larına tıkılmıştı. Sandalın muvaze - ye hesabı olmaz değil mi? İşte biz de “Kron Prençessin Sesil,, de synen böy« leydik, Sabahları saat altıda vardiyada bu- hunan iki arkadaş kahve cezvesini dol- durup tulumbalı gaz ocağında kayna» tırdı. Yalpa pek fazla olduğu zaman- Jar suyun bir türlü kaynamadığı &ik sık vaki olurdu. Bu takdirde kahve ve yahut çay yerine tuzlu ve ılık bir nevi bulamaçia sabah kahvaltısı etmek mecburiyetinde kâlırdık, Seyahatimi - zin son günlerinde - ki bu safha ser- güzeştimizin en elim sââtlerini teşkil eder - içecek sıcak bir şey, yiyecek ku- ru bir İokma bülümaz olmuştuk. Seyahatin ilk günleriyse vaktimiz binnispe oldukça hoş geçmişti: Sabah- leyin saat sekizde uyanarak deniz su- yuyla tuvaletimizi yapıyor ve kuru ek- meğimizi kahveye banarak yemek su- Tetiyle kahvaltımızı ediyorduk. Sonra bulunduğumuz mevkii tesbit vettikten sonra yataklar toplanıyor, bulaşikler yıkanıyor ve sant ona doğru bu işleri- miz tamamlanınca xihni meşgalelere tâbi oluyorduk, Kütüphanemiz bir tek kitaptan ibaret olduğundan heyeti se- feriyenin kitap okuyucusu vazifesi uh- desine tefviz edilmiş olan Eildeman yüksek sesle: “İstanbula seyahat, e. #erinin meraklı bahislerini okurdu. E- serin muharriri Friç Röyter bir gün o- lop da eserinin bahrimüubiti bir ceviz kabuğu içinde aşmıya uğraşan altı Al man gemicisinin yegâne zevkini teşkil) edeceğini bilseydi, biç şüphe yoktur ki bu eserini mümkün olduğu kadar uza- tirâr. (Devamı var) Zenci oğlan, annesinin yarım naaşından ' kurtulunca, onu, büyük bir hissizlikle kaldırıp denize attı (Geçen tefrikalarm bülâsası) Esir tacirinin o mutallâkası olan bir kadın, — Havva — sabık kocasına mit bir bastane gemisindedir. e Habeğletan sahillerindeki bir baskını (o seyrediyor. Bir ana oğul, baskından Oo kaçmışlar. Yüze yüze, denizde ilerliyorlar. Bir kö pek balığı kendilerini takip ediyor » Köpekbalığı, külçe halindeki iki insa» na yaklaşıyor, yaklaşıyor... Bir taraf- tan yangınlar, bir taraftan feryatlar, bir taraftan karl sutır almalar ve bir taraftan da bu canavarın bu insanlar takibi... Muhteriş Havva, heyecanm- dan ve zevkinden gâşyolüyor... Roma tribünlerinde oturup gladiyatörleri ve aslanlara yedirilen insanları seyreden Patrisyenlerin keyfini duyuyor... Vücu dunda ra'şeler hâsıl oluyor... Ve işte, manzara, en heyecanlı tab- losunda... Denizde bir feryat... Balık, atladı, taklak kıldı. Ağzımda büyük bir parçayla, tam Havvanm ö- tünden geri döndü... Rızkı almıştı, Aldığı rızka gelince, bu, zenci kadı. nım yarı beldenaşağı kısduydı. Zavallı annenin üst kısmı ize, hâlâ evlâdma sımsıkı sarılı kaldı. Oğlan, yüzmesini biliyor galiba ki, çabalıyor... Hâlâ batmadı.. Fakat yardım edilmezse, bu belâlt denizde kurtulması kabil mi?... Ancak bu noktada, Havva, manza » ranın “sadik, hususiyetlerini, zevki, keyfi unuttu da, insanlığını hatirladı. Evvelâ sağa sola koştu.. Fakat kim- seyi bulamadı.. Zira, gemide herkes, baskın hâdisesin: daha iyi seyretmek Üzere, kıçtaki kasararnım Üzerine top- lanruıştı, Havvanm bulunduğu ön ta- ralta adam yoktu. Evvelâ “kıça koşayım da haber ve- nesi için yapılmış olan bu have kassJiltifattan mahrum kalan Prens Vilhelm vüzbaşıyı kıskanmağa başladı ları böyle bir sürü malzeme İle doldu- Talunca tekrienin muyazenesi hayli mü teessir olmuğtu. Motörde iki şilte vardı. Demek olu yor ki iki kişi yatabilirdik. Lâkin bil mem bu” uzânıp şekerleme yapmaya uyamak denebilir mi? Yatanların ya başları, yahut da &- yakları behemehal dışarda kalıyordu. Bu giltelerden maada motörde vasai. ti medeniyet” olarak altı çinko tabak, altı çift çatal ve biçak, bir kahve cez vesi, yirmi bin mark ve birkaç tomar halâ kâğıdı vardı. Teknenin bhalâs baş tarafın dat yeriydi. Cıvadıraya tu- tunarak defihacet ettiğimiz sıralarda ekseriya sırsiklam oluyorduk. Çünkü motörün bas tarafı mütemadiyen dal | galara gömülüyor ve o gülünç vaziyet- te ervadırayz asılı duran betbaht da denize dalıp çıkıyordu. Yemekte oldu. fumuz yemekler hepimizi şiddetli bir surette kabız etmişti. Bu küçücük tekneye su hazinelerile « motörü de ilâve ederseniz altı kişinin nasıl ölüp da bu dar yere sığındığım bir türlü aklımız almaz. Kendimizi de- hizlere ve yalpalara kârşt muhafaza et. mek Üzere motörün bordasıma uzun ve © kalm bir şerit halinde yelken bezi mıh Jamıştık. Başımızın üzerinde de geril diği zaman bize dam hizmeti görecek bir yelken besi dahr vardi, Bilâhare bittecrübe görüp anladık Xf eğer bu tedbirleri almamış olsaydık, batma - mız mükadderdi. Denizellikle pek alâkadar olmıyan- lar belki bu ösviz kabuğu ile seyahs- tin ne demek olduğunu lâyıkiyle anlr- © — yamazlar. Bunu anlamak için unun a- © Baçlara gerilmiş bir sâlmenk tasavvur etsin; bu salmcak kuvvetli bir adam tarafından keyfi bir Sutette çekilip dursun. Saremtılerin, sademelerin had” — Bundan ötesi de şüphesiz ki eğlen ce mahiyetinde kalır. (Nihayet sen de genç ve güzel bir kızsın. Böyle bir eşk ve heyecan beldesinde elbette biraz eğ- lenmek hakkındır, değil mi? Semra gülerek ve biraz önüne bakti, Bir müddet sustular. Otele yaklaştıkları zaman, Necmi Bey Semranın kulağına eğildi: — Bu gece tiyatroya Alman pren# lerinin gelmesi muhtemeldir. — Bunlar- dan birisi seni gece çayına davet ede:ek olursa... — Fakat, ben bu gece için de yüz. bısı Ştznkeye lokantada buluşmak için söz vermiştim. — Ziyanı yok Telefonla itizar eder, yüzbaşı ile yarın gece eğen söy” lersin! — Prenslerden birinin. davetini yüz» başıya tercih etmemi arzu ediyorsunuz değil mi? — Şüphesiz... Bu suretle belki impa- ratorun sarayına da girebilirsin! — Ah, siz ne zeki, ne uzağı görür bi: ri adamsınız, Necmi bey! Öğlene doğrü otel kapısından nel l dılar, Tiyatroda ikinci gece Yüzhaşı Ştanke o gece (o tiyatronun sahneye yakın olan üçüncü locasina gün düzden angaje olmuş ve ptrds açılma- dan yerine gelip oturmuştu. Onun le- cast sırasında, başta bir numaralı loca- da da İmparatorun yeğenlerinden, genç Kızların "çapkın prens,, adını verdikleri prens Vilhelm. bulunuyordu. Necmi Bey Semraya daha akşamdan bu prense Oo muhakkak surette gin etmesini söylemişti. Semranım bu kasi kızararak naldân saraya hllül etmesi isteniyordu. Perde açıldığı zaman tiyatroda iğne atacak yer yoktu, Balkonlar, localar ve parter baştan başa dolmuştu. Herkesin ağzında: — Dans oryentâl.. Çıplak dansöz... Sevimli artist, Şark yıldızı Sözleri dolaşıyordu Semra şöyle bir localara göz attı, Şüphe yok ki en önce yüzbaşı Ştan- keyi görmüş ve selâimlamıştı . Prens Vilhelm başını arkaya çevirin: ce locada oturan Alman © yüzbaşısını gördü ve kendisini kıskanç bir bakışla uzaktan silzdü. Öyle ya,. Tiyatroda Prens ( Vilbelm gibi bütün Berlin kızlarmın can attıkla # bir yakışıklı delikanlır'dururken, yüz başıya göz atmak ve selâm vermek ne demekti? Mamafih Prens böyle seylere alışıktı. O ayni zamanda pişkin bit gençdi de, Hem Semra onun imparator ailesine mensup bir adam olduğunu nerdden bil sindi! Semra o geceki numarasını da büyük bir muvaftakiyetle yapmıştı. Tiyatro) nun kuppesi alkıştan sarsılıyor gibiydi. Almanlar Semxayı © kâdar çok ses) mişler ve alkışlamışlardıki., Perde kapanırken Semra sağa sola püseler gönderiyor ve tatir, çekici bir güler yüzlülülde seyircileri selimi yordu. Bundan sonra başka numaralar baş Jamuştı. Bir aralık Necmi bey Semraya bir grssonla şu haberi gönderdi: “Kolin arasından dikkatli bakafsan bir numaralı locada oturan Prens Vilhet mi görürsün!” Semra bu pusulayı henüz okumuştu reyim!,, dedi. Lâkin, çocuk boğula- cak... Btrafına bakındı. Oradan, denize doğru bir ip sarktığını gördü. “Şunu oğlana atayım!,, diye düğün. dü. İpi çekince, aşağıda bir yere takılı olduğunu farketti. Bu da neydi böyle? Iğilip baktı, Meğer, orada bırakılan ve suların cereyaniyle geminin kenarına tamamiyle bağlı gibi yapışık düran bir sandalmış,.. Sandalı ip merdivenin yanma kadar sürükledi, Hemen içine atladı. Kürek- lerine yapıştı. Bu gibi geyleri, ta İsveç- teki köyündenberi bilirdi. Çeke çeke oğlana doğru gitti. Çocuk, hâlâ annesinin yarım naaşi- le sarmaşdolağ... — Gel... Gel bakayım... Küçük Habeşli, kolunu uzattı. Havva, onu içeri aldı. Yarım ceset, evlâdına öyle simerkı sarılmış ki, bırakmıyor. İsveçli ka- dın, çekti, ana oğlu biribirinden ayır dı, Zenci çocuk, öyle garip bir hissizlik. le, artık kendisine iâzrm olmıyan bu yarı vücudu kaldırıp denize ettı ki... Hayret! Bu kadar müthiş bir macera geçirdi. ği halde, korkmuyordu, Heyecanlanmı: yordu... Bu ne yamân soğukkanlılıkt: böyle... Fakat, aptal da değildi. Bilâkis ga yet zeki bakışlı olan gözlerini, merak- la Havvaya doğru çevirdi... Ona, par mağını değdirdi... — Beyaz kudım... - diye söylendi. — Oğlum... Üşüdün mü?.. Çok korktun mu? Çocuk, bu suale baştan savma cevap verdi: ki, arkasından bir başka garson ken disine güzel bir buket getirmişti. Semra odasina çekilip © #oyunmağa başlarken, buketin ucunda iğnelenmiş olan şu kartı gördü: Prens F. Vilhelni, Kartm altında şu kelimeler yazılıy- dı: “Bu gece sanat on ikide sizi olelinizin lokantasında bekliyeceğim. Güzel mele- ğim.,, Prens F, V. İüitire kartı birkaç kere gözden ge girdi ve kendi kendine rmrıldandı: — Necmi beyin istediği oluyor. Ko- Ws arasından kendisini iyice göremedim ama çapkınca bir delikanlıya benziyor. Şimdi ne yapacaktı? Yüzbaşı Ştankeye o gece için kat'i olarak söz vermişti. Gitmezse büyük bir kabalık yapmış olacaktı. Prens Vilhelmin kendizile gönül eğ- lenditmek için tanışmak istediğini bi liyordu. Yüzbaşıya gelince, o Semrayı çılgınca seviyordu. Biraz o müsamaha kâr davransa ona izdivaç teklifinde bile bulunacaktı, Genç kadın o gece zekâsının olanca kuvvetini sarfetmeğe mecburdüu. Prens-| le — Necmi beyin verdiği direktif üzeri; ne — tanışması lâzımdı. — Ne olursa olsun, yözbaşıyı bu ğe ce atlatmalıyım., dedi, Şöyle bir mektup, yazdı: “Yarın gece tiyatro dönüşünde sizi Rovayal lokantasında belliyeceğim. | Bu gece ( İstanbuldan gelen ğer! ğ — Üşümedim.. Korkmadım.. D* ni aldattım... Teslim olacak gibi tum... Yüzüne attım külü., Hah — Peki annen? — Ne yapalım, kurtulamadı... : tulsaydı iyi olurdu ama, olmadı. z parçaladı.. O kadar olağan işlerdermiş nuguyordu ki... Arapçayı da İyi yordu.. Mısır şivesiyle konuşu, Tantu'nun imamı gibi... Esasen ! yun bütün müslümanları Misir amı İyi biliyorlardı. Oğlanin bu 'garip soğukkanli hissizliği ve zekâsı, Havvanm dö dikkatini celbetti, Maamafih, bi bir şey de gözünden kaçmadı... Sekiz dokuz yuşlarındeki bu 49 cudunun diğer yerlerini elleyip İ onun yüzünü, boynunu, göğsünü VE yor: — Beyaz kadın... - diyor. Bunu söylerken ve bu harekt yaparken gittikçe artan bir hey duyuyor... Havva, onu kucağa aldı, Ip mi venden yukarı çıkardı. Şimdi, oğlan titriyordu. — Ne 07, Üşüyor musun?. Hani mediğini söylemiştin? İçin için titriyen bir ses: — Üşümüyorum. — Peki; tilriyorsun ya... Kork öyleyse?.. — Korkmadım da. Ben, hiç ve güzelsin, çok hoşuma gittin., olsun da sana daha iyi bakayım.. ma da beyaz bir kadın getirmi Öyle kizdım ki imama... İsveçli kadının bu yaman $ı alâkası büsbütün artıyordu. alt ambara indirdi Soydu. Ve gocüklarına benzemiyor... İhtiys” mam nekadar ahmaksa, bu o kadi! kıllı ve uyunıl... Tevekkeli değil, söylüyordu: Bu memlekette pek çabuk olurmuş, fakat, ağn İ ihtiyarlayıp göçmek de ayni şuf İ çabukmuğ., — Gel bakayım... Sen! yatıray” Havlulara sarılı olarak, kucağ aldı. , Zenci yavrusu fıkır fıkır fikri İki koluyla, Havvanm boynuna # mış, sanki ondan ayrılmakta, kaybetmekten korkuyor. Bu andf" Besini unutmuş, bu beyaz kadın y müthiş bir incizap duymuştur. Haydi onunki, tabiatm, yahut ğ* latı tabiatm tesirleri... İnsiyaki, £ Fakat, Hav göstermiyecek... Onu, madde bir gibi büyütecek. Kendi odasmdö. dine hasrederek.. — Sakm sesini çıkarma... Sons ti tutarlar, hadım ederler, anlıyor * sun?.. Ben seni saklıyacağım.. Bi racağım, benim olacaksın. Oğlan, rağeler içindeki vücud beyaz kadına büsbütün sanly Kimseye görünmemek için, bi? m 4Devnms © Mektubu bir sakfa koydu, e vererek 3 ralı Jocaya gönde! tik tiyatroda duramadı. Derhal narak Monopol ötetine döndü. »*.. i “Çapkın pren$S geçen birkaç Das Semra tiyatrodan çıkarken, kendisini otomobile kadar zi —Semra hanım, bu kunturat “ ne Üzerine yeniliyelim.. Bir ay S4 Imdan ayrılmak imkânı yoktur. Beni; turat yapılır mıhiç?... (Devam