Yazan: Joseph FP. Rock HABER — Akşım postası ÇGOÜN Dilimize çeviren: H. M. Esrarengiz dağlar peşinde Çin - Tibet hududuna bir yolculuk “ Sarı nehrin şimdiye kadar hiç bir beyaz insanın ayak basmadığı, hiç bir kâşifin gör- mediği bir kenarında durarak gürül gürül akışını seyretllim Pazartesi güni yeni hayvanlar ve klavüzlarla sarı nehri görmek üzer cenuba doğru yollandık. İleride birle ip sart nehre dökülen iki mak geç tik. Sonra yüksek bir kaya üzerinden sarı nehrin manzarası gözüme ilişti Zaman başladıktan beri hiç bir| beyaz insan burada durup sarı nehrin geçtiği derin boğazları görmemiş: tir. Bulunduğum sarp kayalığın ye- di yüz kadem aşağısında ve denizin sathmdan 10.200 kadem yukarıda sarı nehir gürül gürül akmâktaydı Köknarlar, itler, kaym ağaçlar boğazın duvarlarından O sarkıyordu Buradan sarı nehrin geçtiği boğazı inecek yegâne yol, (Büyük Kapı) a diyle anılan dar bir vadidir. Aşağıyı inerek o vadiye doğru yürüdük. Ne- hir buradan geçerken mütiş bir gir dap yapmaktadır. DAĞLARIN İLAHINI ORKUT. MEMEK İÇİN Yukarıda söylediğim gibi, duvar- Jar büyük ağaçlarla örtülü idi. Kle vuzlardan birine bu ağaçlarm bir kıs- mmı kesmesini söyledim. Çünkü iyi bir “esimalmama mâni oluyordu. Fa- kat klavüz itiraz etti: “O yerin dağilâ hı bizi eszalandırır. Ben böyle şeyi ya ka anlattı, Vaktiyle insanlar oradan bir © ğaç kesmişler ve ağacın kökünden kan fışkırmış ve aşağıya düşen ağa: gövdelerinin altında kalmak suretiy- le iki Tibetli ölmüş.. Klavuzum şöy'e diyordu: “Hulâsa, dağ ilâihmm bu gibi ballerden hiç hoşlanınadığı anlaşılı YOR.» DZANGAR Dzan Gar isimli bir mevkie get dik. Burada 500 Lama (Tibetli pa:| pas) ve 15 Buda var. Manastırın için de dikkatimi en çok çeken şey AAmni| Maçen ilâhmın büyük bir resmi ol- du. Amni Maçen dağlarma gidiyor- duk. “Bu suretle bu dağların ilâhı ile de bir bakıma “teşerrüf etmiş,, ol duk. Raca mevkiine varmadan önce önümüzde büyük bir saha açıldı. Bu- raya Ser Çen, yahut “Büyük altın va- disi,, diyorlarmış. Etrafta sarp kaya- lar, kaleler, rüzgârla oyulmuş kuleler ve onların içerisinde yuva (o yapm" kartallar görünüyordu. Kampımız kurduktan sonra ben “Büyük altın vadisi,, ne indim. Bu vadi ileride da ralarak kayalık bir kere müncer © İuyor. Ve sart nehirle karşılaşıyor bazan sa , ; Taştan kapının bir duvarma çık- tam. 200 kadem kadar aşağıda san nehir şayanı hayret derecede dar bir boğaza sıkışmış müthiş bir uğultu ide akıyordu. HIÇ BİR BEYAZIN AYAK BASMADIĞI YER Burada gene ben ve yanımdaki tercüman Amerikalı misyoner, be yaz insan olarak sarı nehrin bu mm- takasından ilk defa bakan insanlar. dik. Çünkü sarr nehir Dzangar mev- kinin cenubundan itibaren boğazlar da dahil olduğu halde Reca mevkii. nin şimaline kadar hic bir kâşif tars #ndan sezilmemiş ve hiç bir beya» adam buraya ayak basmamıştır de ssl, Şimdiye kadar meçhul olan bo #azlardan bu korkumç nehrin akışını ilk defa olarak seyretmek bana bü- yük bir heyecan veriyordu. Boğazlar ilk defa olarak tarafı mızdan görülüşünü tesit için ve “ta. bii tarih,, nümünesi olmak üzere iki kartal vurduk. oŞimdibu kartallar Harvard müzesindedir. RACAYA VARIŞ Gectiğimiz yerlerden © sürülerle sülün kusları ucusuyordu, Yolumuz rı nebrin kayalık kenarlarına düşüyordu. Bir defa burma boynuz | lu yabani bir koyun sürüsüne rastla dık. Baş döndürücü bir uçuruma doğ yaya şayanı havret bir ustalıkla atlı yorlardı. Koyunlar hakkmda konu surken Raca mevkiine gelmişiz. Ar tik bundan sonra burası bizim üssü! harskemiz olacaktı. Raca mab»dine baş vurduk. Biz: yer verdiler. Benim oturduğum ye' “en sarı nehir mükemmelen görün“ vordu. Gar ebetinde de bir tepe vr Ke Tell erin #RAR RL enin kaya silen Kir vol vardı, ret ettim. Bu vaziyeti yapmağa mecburdum. Çünkü hizi tanıtmadan bu müteassıp rasında uzun boylu vasamani kânı yoktwr. Raca Pedasmm kabul ettiği odayı tarif etmedi pamıyacağım: İste biribirini yan saatlerin bulunduğu bir ver de buram iki En büvük duvar saatlerinden — vuvarlafi saatlere ksdlar wardı. Saatler zaman Öğle veva aksamı veli kimden bazan ürü 168 GÜZEL garlar sizin idarenizden memnun değil- Jerdir. Bu mel'unlar geceleri ötede be- ride toplanarak gizli gizli müzakereler de bulunuyorlar. İşittiğime © göre bir İsvikast hazırlıyorlarmış. o Korkarım ki| İbu suikast Silstirede hilâl İdüşürmesin. Ahmet İbrahim paşa, yüzünü buruş- İtararak mırıldandı: — Hep eski şeyler. Bunları çok din- ledik. Müsterih ol. Onlar (o hiçbir şey yapamazlar. Ben burada Osmanlı dev- İetini temsil ediyorum. HMI hiçbir za man tehlikede kalamaz. Sana gelince:! Hizmet ve sadakatinden Oo memnunum. Sana birçok para vereceğim. Mükâfa-| tehlikeye tını göreceksin. Bunlardan © başka bir havadisin var mı? İlyas Durbar, bir eliyle (oçenesini © Zuşturarak cevap verdi: — Bir şey daha var, Sizin için fayda- #annederim? — Ne gibi? — Geçen akşam limana “Gece kuşu, adımda bir gemi geldi. Bu gemide zatı-| ilerinin hoşlarına gidecek çok kıymet." mal var. Kaptan Sanşo Perz burl için getirmiş.. Sâtm alacağınız inim, ı, dev cüsseli muhafız o paşa . Amirene bir tavırla sor- — Bu malın cinsi nedir? Anlamıyo-| tüm açık söyle, — Gemide şimdiye kadar görmediği niz derecede güzel bir kız var. Yüz bini de bir bulunabilecek derecede güzel. Bü kızın güzelliğini tarif edebilmek için lisan çok âcizdir. Muhafız paşanın gözleri yas Durbar'a yaklaşarak: — O kız: görmek isterim, dedi, Ça. buk Perz'e söyle kızı buraya getirsin. açıldı. İl PRENSES Muhatabı, gene ezilip büzülerek ve mütereddit bir tavırla cevap verdi; — AHfedersiniz paşam, Sanşo Per? in kimseye inanmamak gibi (kötü bir huyu vardır. Pazarlığın gemide yapi- masm; İster, — Yetişir, sus.. O hayvan herif bana karşı ne cesaretle emniyetsizlik göste- riyor? Kızı buraya getirecek (o olursa kendisine parasını vermem mi zannedi- yor? — Sanşo, Türk beylerile çok alış ve- rişte bulunmuş. OMemnun kalmamış olmalı ki Türklere karşı ihtiyatlı davra- nıyor.. Osmanlı devletinin muhafızı hiddetle kükredi: — Beni kızdırmasın, &onra (o karış- mam. Gemisini de, güzl kızı da, eşya- sm: da hepsini zaptettiririm. Kendisi de soluğu zindanda alır.. — Hakkınız var, efendim. İstediği. nizi yapabilirsiniz. Fakat “Gece kuşu, gemisindeki adamlar âdi tüccar değil bir takım hydut ve kaçakçılardır. Te- peden tırnağa kadar silâhlıdırlar, Son- ra gemi dt Avusturya bandırası altın- Ga seyrüsefer etmektedir. Ahmet İbrahim püşa, hiddetinden du daklarını ısırdı. İşin içinde ecnebi par- maği bulunmasını istemiyordu, Ecnebi lerin karıştıklar: işlerden bir çek fena- zlar çıktığımı biliyordu, Esasen muh- teşem muhafız memlekette fena bir şöh ret kazanmıştı. Bu vaziyette (O yeniden bir mesele çıkararak dile gelmekten çe- kiniyordu. Kendisi hakkında İstanbula yağdırılan şikâyetlere bir yenisini Dâ- ve etmek tehlikeliydi. Bununla beraber, İlyas Durbarın çok methettiği Avrupalı genç kızı görmek- ten de vaz geçemiyordu. Hiddetle söy- lendi; GÜZEL i — Lânet olsun pis kâfirlere... Ne yü" palım, Mademki gemiye gitmek icap &- diyor, gidelim. Ne zaman gitmek mlüna sip olur? Sanşo Perzin adamı olan ve (o onunla birçok işler yapmış olan İlyas Durbar Bbemen cevap verdi: | — Hemen şimdi gidebiliriz. ı —Bugün gemiye gidersek dedikodu olmaz mı? Bulgarlar kudurmuş kurt gi- bi bütün harsketlerimi gözden kaçırmı- yorlar, Sonra bir suikaste uğramak ih- timli de var. Herhalde çok (İhtiyati hareket etmeli.. — Siz buranın muhafızısnız. Lima- na gelmiş olan yabancı bir gemiyi göre- ceğiniz lüzum üzerine pekâlâ O ontrol etmek istiyebilirsiniz. Bunun dedikodu yapılacak neresi var? Gemide kaçak cş- ya olduğu size ihbar edilemez mi? Bu takdirde alâkadar memurlarla beraber veya yalnızca gemiye gidip yoklama yapmak sizin vazifenizdir. e Onun için bu gidişiniz tabii görülür sanıyorum. Paşa, bu sözlerden memnun olmuştu: — Pekâlâ doğru, dedi. O halde bir saat sonra gemiye geleceğimi Sanşoya haber ver, Kız: giydirip kuşatsın. Beğe- necek olursam, pazarlığını yapar, ak- rım, fiyas Durbir hürmetle yerlere kağar eğilerek paşayı selimladı. Sonra dışarı çıktı. Silstire, o zaman Bulgaristan ilc Ro- menya hududu üzerinde bulunuyordu. On beş bini Müslüman ve on bini hiris- tiyan olmak üzere yirmi beş bin nüfusu vardı. Kasaba Bulgaristan prensliğinin hâkimiyeti altında idi. Fakat kasabanın idaresine bir Türk paşası Oomemurdu. Bulgar prensi Osmanlı (o devletine her #ene muayyen bir vergi vermekte idi. Bir saat kadar sonra, muhafız “paşa | | | PRENSES 167 sekiz müsellâh askerin refakatinde muh teşem arabasile rıhtıma geldi. Arabadan inince etrafta toplaşan halkın işitmesi için yöksek sesle müfreze kumandanına sordu; — Kaçakçılık yapılan gemi bu mu? Ben çıkıncaya kadar gemiye (kimseyi bırakmayınız. Müfreze burada bekliye> cek. Askerler bemen-vaziyet alarak süngü takıp rıhtım üzerinde ve geminin önün- de nöbet beklemeğe başladılar. Ahmet İbrahim paşa (gemiye girdi. Sanşo Perz onu yerlere kadar eğilerek selâmladı. İlyas Durbar, paşadan evvel gemiye gelmiş ve bu ziyareti eski ahbâ- bı Sanşoya müjdelemişti. Kadm tüccarı İspanyol, paşanın önü“ ne düşerek onu kamaraya indirdi. Paşa ona sordu! — Buraya niçin geldiğimi biliyorsun değil mi? — Evet efendim. — Burada güzel bir kız varmış, onu göreceğim. Zannedersem seninle evvel ce de alış verişte bulunduk. — Evet efendim. Sizin teveccüh v€ iltifatınıza mazhar olmak (benim içini büyük bir şereftir. İstanbulda iken gö" rüşmüştük. Orada benden bir cariye s8 tın almıştınız. Hattâ bu o cariyeyi siz€ hayli pahalıya satmak mecburiyetinde kalmıştım, Çünkü bana © pahalıya msl olmuştu, — Evet batırkıyorum, O zaman beni soymuştun. Fakat kız da güzeldi. Elâ? yanımda. Fakat göğsünden rahatsığ« Belki de verem oldu kimbilir? — Paşam, size sattığğım zaman demif gibi idi, Verem olmamıştır. Belki me İeketini değiştirdiğinden dolayı hast#" Tanmıştır. — Belki öyledir. Şimdi işimize bak#"