Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
îî%x I 5 YOTA 4 .,ej q _'ı e “Murad Sarlog üi aa —-B8â— Çapulcular: — Meğer bu şehir kadınlarının karın- larında âlâ- inciler bitermiş ! diyerek rast geldikleri kadının karnını yarmağa koyuduler. Artık Hülâgünun askerleri Bağdat kalesinden birini ellerine geçirmişler- di. Ve bütün bu harikulâde vakalar olurken Hulâgü yanında en birinci kumandanları olduğu halde aşağıdan olan biten şeyleri seyretmisti. Aykutun göğsüne saplanan kılıç- larla ve kucaklamış olduğu askerlerle birlikte vurulmuş bir kartal gibi süzü- lerekten yaleımn taşlara düşmesi onun içinde fevkalâde bir heyecan uyandır- mıiıştı. Hele az sonra kalenin burcu- ’na kendi bayrağının dikilmiş olduğu- nü görünce büsbütün daha büyük bir “heyecana kapıldı. Kendi kendine: — Keşke ben de onların yaptığını yapa bilseydim. O benden çok daha büyük ve daha iradeli bir adam. Üs- telik bir ordu ile kırk gündür zapte- demediğim bir kaleyi tek başma ka- zandırdı. Ey Mustasım! Sana karşı şimdiye kadar kalbimde sadece bir tek kin ta- şıyordum. Fahkat şimdi bu kinim iki- leşti. Senden şimdiye kadar sadece kızım Gökbiğgem'in intikammt almağa yeminil idim. Fakat şimdi intikamım da ikileşti. Senden hem vahşicesine öldürmüş olduğun göz bebeğim kızım Gökbizemin, hem de büyük yiğit Aykutun intikamını alacağım. Yanmdakiler Hulâgünun bir mı- rıltı halinde söylediği sözleri duyma- drlar. Kulaklarma sadece: “Musta- sım,, Ve “İntikam alacağım!,, keli- meleri gelmişti. Fakat bu seste öyle ürkütücü ve öyle keskin bir ahenk vardı ki duyanlar gayri ihtiyar Ür- pormekten kendilerini alamadilar. Bağdat kalelerinden bir kısmının Hulâgünün eline geçmesi haberi şehre derhal yıldırım süratile yayılmıştı. Bu heberi müteakip de derhal büyük bir panik baş gösterdi. Asker tarafın- dan gizli gizli yapılan cinayetler ve haydutluklar az zamanda aleni bir şe- kil aldı. Dükkânlar basılmağa, evler yağma edilmeğe, sokağım oratsında adamlara tecaviüiz edilmeğe başlandı. Esasen bu çirkin ve korkunç çapül- — culuklarda asker ve sözde şehrin iİn- | zibatımı teminle mükellef zaptiyeler ilk saflarda bulunduğundan zavallı halkın imdat istiyeceği tek bir unsur ve tek bir kuvvet de kalmamış olu- Yyordu, - Bu çirkin çapulculuk işlerinde en mühim rollerden birini oynıyan da İbni Ömerdi. O, mevkii itibarile bü- tün zengin, kıymetli mücevherat sa- hibi kimseleri tamyordu Bundan do- layı baş vurduğu kapıların hiç birin- den boş dönmüyordu. Bu esnada karısının fevkalâde kıy- metli ve nadide bir inciye malik oldu- ğunu bildiği tanınmış vezirlerden biri- nin evine de girmiş, uşaklar evi bir yandan soyarlarken o da vezirin ka- rısı Züleyhayı bir odaya sıkıştırmıştı. İlk suali: — İncin nerede? Diye sormuştu. Züleyha, İbni Ömerin küstahça va- ziyetinden hakikati derhal anladı: — Yok! Kocamda idi! Diye mırıldandı. Fakat İbni Ömer bir an bile tered- düt etmeden zavallı kadını bir itişte yere yuvarladı. Sol elile saçlarını kavrıyarak geriye doğru büktü ve e- linde tuttuğu sivri hançerini bir par- mak kadar kadının boğazma soktu: — Demek nerede olduğunu bilmi-. yorsun? Bak göreceksin, ben insanı bülbül gibi ssöyletmesini ne güzel bi- lirim. Şimdi söyle bakalım, incin ne- rede? — Aman, çek bıçağı söyliyece- ğim, İbni Ömer çirkin cirkin gülerek bıçağı geri çekti. Zavallı kadın haki- kati söyledi: — İnciyi yuttum! Züleyha daha sözünü hitirmeden acı bir feryat kopardı. İbni Ömer Züleyhanin karnını boydan boya yar- mıştı. Bir anda elini içeri sokarak midesini dışarı çıkardı. Onu da bir bıçakla yardı. —Parmaklarımı içeri soktu. Birdenbire gözlerinde şeytanı bile ürkütecek müthiş bir tebessiim belirdi. Kırılası parmakları sert ve yuvarlak bir şeye temas etmişti. Şim- di en iri fındıklarla bile mükemmel su- rette müsabakaya girişebilecek bü- yüklükte bir inci avucunun içinde du- ruyordu. Zavallı kadım bin bir ıztırap içeri- sinde kendisine cidden bir bahtiyar- lik olacak olan ölümü beklerken İbni Ömer dışarı çıktı. İri inciyi itina ile kemerine yerleştirdikten sonra başka haydutluklarda bulunmak üzere iler- ledi. ; Heyhat ki İbni Ömerin yaptığı bu görülmemiş vahşet de çabuk keşfedil- di ve Bağdada yayıldı. Çapulcular: — Meğer bu şehir kadınlarının ka- rınlarında âlâ inciler bitermiş. Diyerek — rast geldikleri kadınm karnını yarmağa koyuldular. (Devamı var) K '“ı[ı“'* Hatıralarını anlatan © EFDAH TALAT —21ld - Yazan: İHSAN ARİF ce nümayişi yapacaklarından hiç de mem | kumandanları gittikten sonra Ballar be- bu gece? —- İngiliz polisleri bütün gece nöbette bulunacaklar, tecavüz mahiyetini almıyan coşkunluk- lara karışmıyacaklardı Esat bey ayağa kalkmıştı. Belli belir siz bir istihza ilet — Merakınızın versiz olduğunu yarın anlamış bulunacaksınız, diyerek ikisine de veda etti ve çıktp gitti. Esat bey gittikten sonra Ballar mo- tosikletli bir postacı çağırdı. Ve ona şu direktifi verdi: — Şimdi, vakit geçirmeden | bütün müttefikin karakollarına git, karakol ku mandanlarına derhal Krokere gelmeleri- ni emrettiğimi bildir. Bir saat geçmeden karakol kumandan ları birer birer gelmeye başladılar. Bun lar on iki kişiden fazlaydı. Balların riya- setinde bir toplantı yapıldı. Bu taplon- tıda kolonel polis kumandanlarına bu ge ce ne suretle hareket edecekleri hakkın da uzuün uzadıya talimat verdi. * Verilen talimata göre, İngiliz polisle- ri bütün gece nöbette olacaklardı. So- kağa yalnız çıkmıyacaklardı. Halkın te- cavüz mahiyetini almıyacak olan coşkun luklarına karşı müdahale etmiyecekler- di. Polis kumandanları Türklerin bir ge- nun kalmamışlardı. Hepsi suratı astı. İçtima iki saat kadar sürdü. — Karakol ni yanma çağırdı bir kâğıt uzatarak: — Şimdi bu tamimi makine ile yazdır, bizim karakollara tevzi ettir, dedi, Uzattığı kâfıt esericedit büyüklüğün- de idi. Ve Balların yazısile baştan başa dolmuştu. Kâğıdı alarak daktilo kızların odasına geçtim. Odada Matmazel T... yalnız çalışıyordu. Beni — görünce işini bırakarak sordu: — Çapkın adam, gene bir Şişli gezin- tisi mi var? — Hayır, şimdi maalesef şey yok. İş var! — Bu işlerden bıktım artık. — Ben de... Fakat üzülme buü işlerden kurtulacağız. İçini çekerek ve derin derin yüzüme bakarak: — Anlıyorum ne demek dedi. 'Tecahülü arifaneden geldim: — Sözlerimden ne anladın ki?., — Çok şey anladım. Yakında burada beraber çalışmıyacağız. — Bunu nereden çıkardın? — Biliyorum, İngilizler İstanbuldan, gidecekler. — Öyle mi? Rüya filan mı böyle bir yakında istediğini, gördün — Rüya görmedim. Hakikate vâkı- fim, — Bu hakikat nereden geldi böyle? — General Haringtonun karargâhın- da çalışan bir arkadaşım var; o söyledi. — Ö nereden duymuş? — Dün ona bir şifre — yazdırmışlar. Şifre doğrudan doğruya Londrada Er - kânıharbiye reisliğine hitap ediyormuş. — Bu mühim şifrede ne yazılı oldu- ğunu da söyledi mi bu arakadaşın? — Söyledi. — Neymiş. — Söylemem, — Yalvartma... — Beni üzdüklerini hatırla... — Çocukluğu bırak. — Sen de biraz üzül. — Benim üzüldüğüm yetişir. Söyle- mezsen gücenirim, — Seni gücendirmek istemem. — O halde söyle de meraktan kurtu- layım. — Harington erkânıharbiye riyase - tinden itilâf kuvvetlerinin vaziyeti hak- kında talimat istemiş ve icap — ederse şehri tahliyeye muvafakat edip edemiye ceğini sormuş,. Haber mühimdi. Hem çok mühimdi. Fakat bunu mühimsememek — lâzımdı. Düudak büktüm. — Malüm bir şey.. — Neden malüm oluyormuş. Sen za- ten böylesin, benim iyiliklerimi hiç tak- dir etmezsin ki... ' — Bilâkis, çok takdir ederim ve sana müteşekkirim, minnettarım. KER — ©O halde niçin malüm bir şey diyor sun? — Şunun için ki harp bitti — sayılır. Artık İngilizlerin burada işi kalmıyor. Evli evine köylü köyüne gidecek! — O zaman bizim vaziyetimiz ne ola cak? — Nankör olmadığımı söylemiştim. Matmazel T...de istikbal endişesi bir fikri sabit halini almıştı. Onu — teselli ettikten sonra yanına oturdum. Tamimi ben söyledim, o yazdı. Tamimde, biraz evvelki toplantıda ka- rarlaştırılan esaslar yazılı idi. Polis ku mandanlarının şehrin asayiş ve inzıba- tı noktasından şimdiden sonra ne tarz- da hareket edecekleri, İngiliz, Fransız ve İtalyan polislerinin yeni mıntakaları, biribirlerile münasebetleri, halka kar- şı vazifeleri gibi hususat madde mad- de kaydediliyordu. Bu tamimde en mü- him kısımlar şu suretle ayrılıyordu: 1 — Anadoludaki Kemalistlerin za- teri dolayıtile Türk halkının yapacağı tezahlirata müdahale edilmiyecek. 2 — Tezahürat sırasında — İngiliz , Fransız ve İtalyan tebaasına karşı bir tecavüz vuku bulursa müdahale edile- cek. 3 — Türklerle yerli -Rum, Ermeni ve Yahudiler arasında çıkacak hâdise- lerin halli Türk polisine bırakılatak. Tamim yazıldıktan — sonra muhtelif postalarlar bunları bütün itilâf zabıta- sının bulunduğu karakollara dağıttım. Artık, hâdisat gittikçe lehimize — o- larak inkişaf ediyordu. Üç senedir, şe- hirde Türk polisi Zümrüdü Anka kuşu vaziyetinde idi. Bir katili — değil, âdi bir hırsızı bile yakalayıp Türk adliyesi- ne teslim etmek ha« ve salâhiyetinden mahrumdu. İngilizler, Türk polisi ta- rafından yakalanan suçluları birer birer alıyor, işlerine geleni salrveriyor, işleri- ne gelmiyenleri ise kendi mahkemeleri- ne sevekdiyorlardı. Bu işi Türk polisine karşı bililtizam hakaret edici bir surette — yaparlardı. Meselâ: Türk polisi herhangi bir suçla bir Ermeni veya Rumu yakaladı. Der- hal © adamın akrabaları, dostları topla- nır ve İngilizlere m!0zacaat ederek yaka- lanan adamın bigünah olduğunu, Türk polisinin kendisine işkence yapacağını söylerler. İngilizler için — bu kadarcık bir müracaat kâfidir. İşin aslı esası ne- dir? Bu adam dedikleri gibi — bigünah mrdır? Yoksa mücrim midir? Bunu tah- kika bile lüzüm pörmezler. 'Onlar için körü-körüne Hristiyan — ekalliyete hoş görünmek esastır. Bunun için, böyle bir müracaat karşısında kaldılar mı der hal harekete geçerle:. Herifin tevkifin- den bir saat sonra Türk — karakolunun önünde bir Fransız veya İngiliz otomobi li durur. İtilâf polisine mensup bir on- başı veya çavuş içeri girer. — Arkasında bir tercüman vardır. Elini kolunu salla- ya sallaya odaya dalar. Mevkufu ister. Türk polisi adamı teslim etmeğe mec- burdur. Çavuş dert ki: — Şu adamı tevkif — etmişsiniz. Onu almağa geldim. Kabahati neyse biz ceza landıracağız. Halbuki ne — cezalandırılacaktır. Ne muhakeme edilecektir. Bir kapıdan alı- nacak ve: — Seni bırakıyoruz, Türklere karşı elinden gelen fenalığı geri koma! diye- rek diğer kapıdan kalıverilecektir. ( Deııamı var) KADIIII-ARBEIII AM AR / Hissi Reoman Nakleden: Hatice Süreyya -— .2 — Önüne geçilmiyor.. Bir fikri sabit beynini kurcalamağa başladı: “— Demek ki, Enis de benim hak- kımda, annem gibi ve diğerleri gibi düşünmüş, hüküm vermiş... Kim bi- lir, belki de onlar haklı...,, | Fakat dumanlı beyni içinde arası- ra şimşekler çakarak eski telâkkileri- ni ap aydınlık gösteriyor: “— Nihayet bir âşıkım var.. Eh, dahası?. Hangi kadınm küçük, yahut büyük bir macerası yoktur?. Elbette Enis de bunun böyle olduğunu bilir.,, Eğer kendinin hatalı olduğu nokta- varsa, Murat, bundan hiç de mesul yılamaz. O,arkadaşı Enisi kötü va- ziyete düşürecek hiç bir harekette bu-| unmamıtşır ki... Öyle ise nicin za- vallı İsmetin aleyhine annesinden oğ- luna kadar bütün dünya. harekete ge- çiyor? İçinden bir ses, kendisile alay edi- yor: — Zira yazifeni, bütün vazifeni yapmadın. Anne olmak o kadar ba- sit, o kadar kolay değildir... İşte neticeleri görüyor musun? Her önüne gelen sana doğrudan doğruya, yahut dolayısile ihtarlarda bulunuyor. Zübeyde Hanım, ihtarlarda kinaye- lerde bulunmak fırsatımı bir saniye bi- le fevtetmiyor! Gerçi müsbet bir şey gsöylediği yoktur; fakat halile, tavrile öyle azap ediyoör ki İsmetciğe... Onuün etrafında bir hava yaratmışlardır. Bu da yetişimyormuş gibi, şimdi de bu nımefendi?. kız işe karışıyor. Bu işe doğrudan doğruya müdahale etmiyen sade Enis olmuştur. Acaba ne düşünüyor? İşte İsmet bu muammayı şimdiye | kadar aslâ halledememişti. ! Zehra devam ediyaor: — Ah şu erkekler... Değil mi Ha- Bizi kendilerine bağlayı- verirler... Enisi ilk önce — bu kadar sevdiğimi bilmezdim. Sevebileceğimi! de aklımdan bile geçirmezdim. Daha ziyade merhametimden dolayı onunla dostluk peyda ettim. İsmet titredi: — Merhametinizden mi? — Yani, sgey... Hukukçuların ba- losunda onu nasıl tanıdığımı biliyor- sunuz... İstanbula, bir akrabama gel- miştim. Sonra, buraya döndüğüm vakit o da arkamdan geldi. Zihninin dalma meşgul, halinin daima müteces- sir olduğunu gördüm. Halbuki yaşa- manın zevkini de almış bir çocuktur. Buna rağmen bir derdi vyar, Bir şeye içleniyor. Ancak bana tahammül e- debiliyordu. Sokağa bir arkadaşile çıktığı olmazdı. Kendisine sualler sormak cesaretimi kendimde bulamı- yordum. Buna rağmen bir sırrı oldu- ğunu, benden bir şeyler sakaldığını sezmiyor değildim. Mutlaka İstan- bulda bir aşk Iztırabı olacak. benim- le oyalanmak istiyor... İsmet düşünüyor: Ağk ıztırabı? * Hayir... Oğlunun başmdan büyük ıztıraplar yaratacak hiç bir macera geçmiş değildir. Artist Miki, onun İstanbulda iken son düşüp kalktığı kadındı. Enise ne mektuplar gönder- di de oğlan öna karşı haylı lâkayı | durdu. Sonra, bir de Vedia Hanım vardı. Bu da ortalıkatn kaybolmuş, sosyete- den çekiimiş,' Enisin kendisinden bık- ması ve onu terketmesi matemini tu tuyordu. İçini çek'yor: “Taşralı bir kız onü benden aldı ',, Diye üzülüp duruyor- düu... Aklından bunların gerit resmini yaptığı için İsmet gülümsemekten ken dini alamadı. yi , Bir de Saadet Ha.nmıeiendı vardı, Buruşmağa yüz tutan yanaklarına bol böl pudra sürüyor, “Ah, kendinden genç birini sevmek ne felâket!, De- yip duruyordu. İsmet, ona “Gelinim!,, der takılır- dı. Lâkin elâlemin içine çıktıkları vakit, bu haileengiz aşkı bilmiyor gi- bi dururdu. O ki, bizzat kendisinden daha genç olan Muradı seviyor, doğ- rusu, bu kırklık kart kadının küçücük oğlana musallat olmasını hiç de hoş bulmüyordu, Öyle ise Enisin derdi, sırrı ne ola- bilirdi?. Kalbi mütemadiyen diyordu ki: “— Ya ıztıraplara sebep sen isen? Ya senden şüphelendi de Aazap cekti İBğe ? .. Haydi Haydi! Bunun imkânı Yyok., Yirmi yaşındaki bir oğlan, altmışmda- ki Zübeyde Hamnımefendi gibi Mufaas- sıp olamaz. Herkesin şahsf işlerini parmağmıma dolayıp mesele çıkaramaz. Bu yaştaki kimseler ancak kendileri için yaşarlar... : (Devamı var) t