DG e Esirci yahudinin gözleri şimdi şüphe ile Hulâgüya dikilmişli —Evet. Ben hakikaten âdilim. Fa kat merhametli değilim. Bence merha met korkaklığın bir nevidir, İnsan mer hametli olmamalı; Sadece âdil olmalı fikrindeyim. İnsanlık için bu yeter. — Bana inanin ki büyük hakan ben Sizin kalbinizdeki bu adalet hissini en iyi tarıyan ve buna en ziyade iman eden bir kulunuzum. — Düştindüm, taşındım. Seni uzun müddet hapsetmenin adalete uygun olmadığına karar verdim. — Aman Allahım,'ne kadar büyük bir adalet tecellisi. Esasen ben beni &sir ettiğiniz anda değerim olan 500 altmı verdiğiniz zaman sizin ne dere- ce âdil olduğunuzu derhal anlamıştım. Hem de bu parayı hiç pazarlık etme- den verdinizdi. — Fakat seni bırakamazdım da. Çünkü evvelâ dünyada hiç kimsenin bilmemesi lâzım gelen bir sierr bili- yordun, İkincisi bu müthiş cüreti ya- pan cüretkâra cezasmı vermek lâzım- dı. Çünkü ben âdil bir adamım. Bunu gen de tasdik ediyorsun. — Evet, evet büyük hakan! — Ve bu cüretkârı ki ismi ne idi? — Reşit! Kanbur Reşit! Esirci kan- bur Reşit! — Evet, evet onu yakalamam 1ğ- zımdı. — Çok doğru! Bu sizin en meşru hakkımızdır. — Fakat onu yakalayabilmek için bana senin Hizumun vardı. Evvelâ bu cürmü işlediğini kendisine isbat et- mek, saniyen herhangi bir yanlışlıkla başka bir kimseyi kanbur Reşit san- mamak için. — Evet. Şimdi esirci yahudinin gözleri şüphe ile Hulâğüye dikilmişti. Hulâgü sesi- nin tonunu hiç değiştirmeden sözüne devam etti: — Esirci kanbur Reşidin Bağdatta bulunduğunu tahmin ediyordum. Hat- ta Bağdadm üzerine yürüyüp Bağdad. zaptetmek istememin sebeplerinden bi- ri de bu olabilir, Fakat artık hiçbir geye lüzum kal: madı, Çünkil... — Çünkü? — Çünkü.. Ne o? Neden öyle titri- yorsun? — Ben mi?. Hiç — Çünkü esirci kanbur Reşidin Bağ- datta olmadığını öğrendim. — Bu çok muhtemeldir büyük ha- kan. Hem bilseniz böyle bir adamı ara- yıp bulmak ne kadar güç, ne kadar uğraştırıcı bir meseledir. Kanbur Re- $idin bu civarda bulunmasma imkân yoktur. Hem o sizin gelmekte olduğu. CAY: Nihal bunları meyus bir sesle söyle- di. Adam cevap vermedi. Bundan iki gün sonra Ferruh bey gakin bir eda ile karısına: — Nihal buğün öğle yemeğine Mahir beyle çıkacağım, Doğrusu onun vasıta» atını tecrübe etmek istiyorum. Genç kadını asabi bir titreme aldı O Mehiri görmek istemiyordu. Ferruh bey güya isin farkında değilmiş gibi devam etti: — Biraz erken yeriz. Sonra Mahir beye çıkacağım.. Doğrusu onun vasıta- gile satım aldığım gu İngiliz atını pek huzu duyunca hiç buralarda, bu civar- da kalır mı? Dünyanın ta öteki ucuna kadar kaçar Bana kalırsın o şimdi Kafkasyada yahut da Kırımda olmalıdır. Onu bul- mak o kadar güç ve o kadar imkânsız- dır ki. En iyisi. — Nasihatına ihtiyacım yok. Onla- rı kendine sakla! Ben bu anda esirci kanbur Reşidin nerede olduğunu bili- yorum. — Biliyor musunuz? — Evet biliyorum. Esirci kanbur Reşit buradadır, Bak şu perdeye! Hulâgü bundan sonra sesini yüksel- terek bağırdı: — Reşit! Buraya gel! Perde oynadı. İki el denizde yüzer gibi kör hareketlerle perdenin açılır yerini buldu. Ve kanbur ve kör Reşit sesin geldiği tarafa doğru sallana sal- Jana ilerlemeğe başladı. Hulâğü bu anda esirci yahudiyi sey- rediyordu. Samanonun suratı korkunç bir şekil almıştı, Kanbur Reşidin böyle kör ve mezardan çıkmış bir kıyafetle birdenbire karşısına dikilivermesi tze- rinde müthiş bir tesir yaptı. Bu man- zara ve bilhassa Hulâgünun kendisine ns yapacağı korkusu Samanona kafa- sma ve kalbine giren birer mızrak te- siri yaptı. Yüzü anafora tutulmuş su gibi ka- rıştı, Bir anda bin bir renge ve mana- ya girdi, Sonra elini kalbine götürerek delice bir sesle — O! diye mırıldandı yerde yıkıldı kaldr. Korku yahudi esirci Samanonu öl- dürmüştü. Kör ve kanbur Reşit elile havada mevhum <istinatgâhlar arayaraktan duyduğu seslere doğru yürürken ayak- ları esircl Samanonun ölü cesedine ta- kıldı. O da gürültü ile yahudinin Üze- rine yığıldı. Bu ikinci gürültü Hulâgüyu dalgın- İrktan uyandırdı. Sesini yükselterek kapın önünde bulunan nöbetçileri ça- gırdı: — Şu gebermiş yahudinin cesedini kartallara verin! İki nöbetçi Samanonu biri omuzla- rından, öbürü topuklarmdan yakâladı ve çıkarıp götürdü. Üçüncüsü sordu: — Ya şu kör ve kanbur fhtiyarı ne yapacağız? Esirci Reşit düşmesinin ve kafasını tahtaya vurmasının tesirile bayılmış ve kendisinden geçmişti. Hulâgü bir müddet ona baktı. Bir tereddüt anı geçirdi. Sonra kati kara- rmı verdi: Ve olduğu (Devamı var) li LEZ MEN yel Yuxüh zından bir kelime çıkmıyordu. Gitmek bahanesile odasma çekildi. Hizmetçi gelip yemeği haber verinceye kadar olaya çıkmadı. Başı ağrıyordu, suratı asıktı konüş- madan sofraya oturdular. İki erkek at bahsni açmış münakaşa ediyorlar. dı. — Seyiz, bu son aldığım attan gikâ- yet ediyor, Üstüne bineni yere vuru- yormuş ne dersiniz Mahir bey? — Aman beyim, onlar binici değil. Onu bir kere ben tecrübe edeyim de bakım görlin. — Ben de onu bildiğim için zaten si- 26 rica edecektim. Yemekten sonra göyle bir gezinti yaparız. Ben Arap kısrağıma binerim siz de, Barutu yola 25!'Bir Hatıralarını anlatan ? EFDA$ TALAT 21 AĞUSTOS — 1936 İlcen#fervis'e —163 — TUR Yazan: IHSAN ARİF Kolone! kıpkırmızı kesilmişti. Ben olacak şeyleri düşünüyordum dâ şıpır Şşıpır terliyordum Herifin yüzüne dikkatli dikaktli bak-) tum. Bir deli bile o ahval ve şerait için- de bu adamdan daha küstah olamazdı. Daha birkaç gün evvel Ballar, az kaldı kendisini kapı dışarı edecekti. Daha bu vaka unutulmadan ve bizim (kolonelin hiddeti geçmeden bu herifin tekrar gele rek böyle emir verir tarzda lâflar etme- si, yüksek perdeden atması olur çılgın Irk değildi. O, böyle yüksekten atmak için kime güveniyordu. Ben O mecliste tercümandan başka bir şey © değildim. Binaenaleyh lâfa müdahale edip: — Yahu, sen oynattın mı? Kendine gel. Ballarla böyle konuşmanın tehli- keli olduğunu bilmiyor musun? Diyemezdim. Herif, ağzının payını almağa gelmişti. Bana ne? Sözlerini olduğu gibi Ballara tercüme ettim. Nitekim, umduğum hdise de oldu. Sözlerimi dinliyen kolonel şöyle bir ye- rinden doğruldu. Mümessilin yanında tercüman Kostantinidisin ingilizce bil- diğine aldırış etmiyerek bana : — Eital, bu sivrisinekİ Beni son günlerde farla rahatsız ediyor, dedi. Sonra mümessile dönerek sözlerine 50- ğukkanlılıkla devam etti! Eğer Ekselâns! Şehirdeki asayiş- sizlikten (o dolayı rahatsız oluyorlar ve şahsı âlileri! için endişe ediyorlarsa bi- zim aşağı kattaki mükellef odalardan birini kendilerine tahsis etmeye mec - bur kalacağım. Ballar alay ediyordu. Sözleri çok a- gırdı. Mükellef daire dediği de hapis - hâne höcrelerinden başka bir şey değil! di OBemyerin dibine geçtim, Kuman danm > sözlerine memnun olmakla be raber bu kadar hakaretâmiz sözleri ay nen tekrar edip etmemekte bir dakika tereddüt ettim. Fakat olan olmuştu. Beraberimizde bulunan tercüman Kos - tantinidis Balların bü ağır sözlerini işit mişti. Benim söylemememde ne fayda vardı. Naçar, Balların sözlerini tercü - me ettim. Ve yine nezaketi elden birak mıyarak kolonelin alay maâksadile söyle diği (mükellef) kelimesini tekrar ötme dim. Tercüman Kostantinidis, Ballarn bana ve mümessile söylediği sözleri) işitmişti. Bu itibarla efendisinin bütün hayatınca tamir edemiyeceği bir hata irtikâp etmekte olduğunun farkına var- miştı. Aklinca vaziyeti kurtarmak için a- yağa kalktı. Şişman karnının msaade si nisbetinde derin bir reverans yapa - getirirsiniz. Keskin bir acı kadınış içini burdu. Bu bir hissikablelvuku muydu? Koca- #i neden Mahirle gezmek istiyordu? Endişe ile Ferruh beyin yüzüne baktı. Güllümsüyordu, halinde hiçbir fevka- lâdelik yoktu, Yarım saat sonra çikip ahır yoluna doğru gittiler. Nibal pön- cereden görebildiği kadar arkaların- dan takip etti. Kalbinde garip bir ez- ginlik vardı. Yüreği çarpıyordu. Ne olacağmı anlayamadığı meçhul bir tehlikeden korkuyordu. Atlar kişniyerek, köpükler saçarak Sseyizlerin elinde geldiler. Barutun üs- tüne binmek epey müşkül oldu. Dönü- yor, geriliyor, şaha kalkıyor. Nihayet Mahirin demir gibi bacakları onu kav- Tadı hayavn birkaç kere yerinde dön- dü, silkindi fakat artık âmirini bul muştu. Başa çıkamıyacağını anladı. dört nala koşmağa başladı. Delikanlı cidden mükemmel binici idi. Görüp de hayran olmamak gayri kabildi. Mal sahibi alkışladı, kısrağına atladı kır lara doğru arkasmdan yetişti. — Bravo mükemmel! Türk hudut- lerı dahilinde sizin gibi bir binici yoktur! rak kumandana yayvan bir rum şivesi- İe ingilizce olarak bir şeyler söylemek istedi. Fakat belâsını aramağa çıkmış olan Yunanlı memur, bugün her keli- mesinde, her hareketinde bir gaf yap- tığının farkına varmamış olacak ki, ter Cümanmın sözünü kesti ve berbat bir fransızca ile bizzat Ballara hitap e- derek şu sözleri söyledi: — Miralay Ballar, eğer kendi elle. rinde bulunan polis kuvvetlerile şeh- rin İnzibatını temine muvaffak olamıya cağını zannediyorlarsa . Ballar sordu; â ” — Zannediyorsa ne olacak? Mümessil, yine ayni küstah tavrile cevap verdi: - Ben tamamile samimi olarak ve hüsnü niyetle maiyetimde bulunan Yu- ran jandarma bölüğünü kendisine yar- dım için verebilirim. Ve eminim ki be- nim zabitlerim İstanbulun inzibatını derhal temin ederler, ” “© Bu herif hakikaten çıldırmış olacak tı. Balların hali görülecek şeydi. Belki hayatında bu kadar kızmamıştı. Bizim kumandanın en tahammül edemediği şey küstahirktr. Nasıl kızmasın ki Yu- nanlı memür kendisine şimdiye kadar maruz kalmadığı bir vaziyette hakaret ediyordu. Sonra Balların şehrin inzibatı işin- deki noktai nazarı malüm. Bu işi temin edeceğinden katiyen emin bulunduğu için Esat Beyin işine bile müdahale etmek istemiyor. Nerede kaldr ki bu işe Yu - Banlı Jandarmaları karıştıracak. İşte asıl kital 5 zaman olur. Gelde bunu © sivri sinek kafalı herife anlat... Kölonel kıpkırmızı kesilmişti. Ben olacak şeyleri düşünüyorum da şıpır şıpır terliyordüm. Tercüman Kostanti- nidis bir kenara büzülmüş, put gibi du- ruyor. İşte bu sırada mütareke senelerinin sayı o vakalarından biri oldu. Ballar zile bastı ve içeri giren po- Hse: — Bana başçavuş Rayti çağırınız!,, erorini verdi, Bir dakika sonra başçavuş Rayt iri yarı vöcudile (göründü ve Balların &- ründe askerce bir selâm vererek dur- Cu, Ballar ayağa kalkmıştı. Hırsından Pİposunu kemiriyordu. Başçavuşa, başt na geleceklerden tamamen habersiz, sersem sersem ayakta duran Yunan siyasi mümessilini işaret ederek! — İdman meselesi. efendim! — Menia atlasak ne dersiniz? — Hay hay.. Birçok tecrübeler yaptılar, atladı. lar. Mahirin keyfi yerinde idi. Taba- kasından bir sigara çıkarıp yaktı. Fer ruh bey uzaktan görünen bir yeri işa- ret ederek: — Şuradan da atlasak ne dersiniz? Delikanlı güldü: — Ne diyeyim, evvelden vasıyotna- memizi yazmalıyız! — Doğru âzizim, zira oradan uçan- lar bir daha geri dönmemiş. İşte biz şimdi oradan atlıyacağız! — Aman beyim, imkânsız, şakası bile olmaz! — Ciddi söyliyorum Mahir bey, İki- miz de bu dünyada fazlayız, en güzel yok olmanm çaresi bu! Mahir afal afal bakındı. Bu ne de- mekti? Niçin ölmeleri lâzımdı.. Acaba her şeyden haberdar mıydı? Karısile olan muaşakayı öğrenmiş miydi? So Zuk terler dökmeğe başladı. — Çıldırdmız mı Ferruh bey? Ne oluyorsunuz? — Neden, korkuyor musunuz? — Bizzat ve şahsen benim alıncaya kadar bu efendiyi sekiz BU! maral: misafirhanede alıkoyunuz.,, Dedi. Benim hayretten dilim tutulur e olmuştu. İngiliz polis müdürü K. Ballar, Yunan hükümetinin siyasi messilini kapsediyordu. Başçavuş Rayt da bütün pişkinliği ne, tecrübesine ve nihayet kal rağmen bu emir karşısında bir an içi duraladı. Fakat, derhal kendisini tpof liyarak kolonele askerce bir selim v£ di ve mutadı olan şu sözleri mırıldaf de: — Veri gut sir. Bu (pekâlâ efendim) manasma £€ len bir sözdü ve bizim çavuş Rayt mirlerinden emir ve talimat aldığı #8 man daima bu cümleyi tekrarlardı. Ben köşemden ne olacak diye rakla onlara bakıyordum; Yunan: siytii mümessili artık bizim bir mevkufumüf du. Çavuş Rayt ne olsa diplomat herif! Kumandanınm emrini dürüşt şekilde tatbik etmedi. Fakat tam nazikâne sayılamıyacak olan bir hart * ketle Yunan mümessilini kolundan h4*) fifçe iterek (o kapıyı gösterdi. Kolonel Ballarm son tavırları ve sö” leri, başçavuşun kendisini götürmek © temesi karşısında kendisinde o hâlâ kuvvet bir nüfuz, bir itibar tevekhüf eden bu mağrur adam işin farkma b muştı. Yavaş yavaş kolunu bir mengefi gibi sıkmakta olan başçavuş Raytın “üwden Kurtulmak çeri döferek be veya terclimanının o vastasile (Bali ra bir şeyler söylemek istedi. Yüzü beyaz kesilmişti. Hiç ummadığı bu ameleden o kadar hayret ve korku de kalmıştı ki her tarafı zangır titriyordu. Yunan mümessili münakaşaya dev? | veya vaziyeti protesto etmek İl miralay Ballar âra kapıyı açmış, be' odama geçmişti. Ortada yalnız ben, y de tercüman Konstantanidis kalmışi” Bu vaziyet karşısında ne yapacağını lemiyen ve devâsâ başçavuşun elindi kurtulamıyacağını hisseden bu ef: naçar, misafir edildiği yere gitmek re kapıdan çıktı. Ben şaşkınlıktan gum yerde kalmıştım. Hele tercüme” aptallaşan tavrı pek gülünçtü. (Devamı var) — Elbette! — Karımı elde etmek için çabslsi” ğmız zaman hiç korikmıyordusÜ” harap değirmene randevilere gitme biç çekinmiyordunuz, her safanm Li cezası olduğunu düşünmediniz mi? Mahir fena halde bozulmuştu. atı çevirip kaçmağı kurdu lâkin kari” sındaki, fikrini anlamış gibi bir hi de belinden bıçağını çekti di kesti. Sonra sivri ucu hayvanım si ama şiddetle batırdı. Acın tesiril? yerinden fırladı ve bir ok gibi k ğa başladı. Ferruh da kendi! mahmuzladı Mahire yetişti; diz yanyana adeta uçar gibi uçurum& ru gidiyorlar: po — Alçak, sefil, karımı elimden dın, #aadetimi yıktın, rahatım! xa” dım, senden nefret ediyorum.. K yorsun değil mi oh! Alçak korkak“ 5 te biraz sonra ikimiz de öleceği ye ben korkuyor muyum? — Katil herif, sen bir katilsin! gi — Katil ruhlu olsam seni köpek gebertirdim. Fakat bunu yapi. rum.. İşi tesadüfe bırakıyorum. Tunidan aşağı ikimizde yuvarlana€” hangimizin eceli geldiyse o ölecek" (Devamı var) dis“ di