30 Mart 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

|- TefrikaNo. 80 Yazan:;:Murad Sertoğlu UWT PT U — gonra birdenbire evi alevler sardı. K a akklökkam T Bi 4 GnE D D * SLSEP KY İ B L TT b TU -- Bdrmei —- eg doğm dönmeğe başladı -— mamiyle yanmıştı. — taraf taraf yıkılmakta olan evi i- relerden, kapılardan atarak güç — belâ hayatımızı kurtarabildik. — kerimizle üç silâhşor alevler için- — dık adamı olan Jülyetto! — anlaşılan gündüz başka bir kapı- — nanırsak, üç silâhşorun arkasımda — Hayır muhterem peder. Öyle bir şey demedim. Vakıa kendileri kaçmış değildir. Gözümüzün önün | dedir. — Nerede? " Kumandan eliyle, artık tama- miyle yanmış olup parça parça ve şaret etti. Sonrâ anlattı: — Merdiven yıkıldıktan biraz! Bu yangının nasıl çıktığını hâlâ anlıyamadım. Kendimizi, pence- — Öbürleri? — Otuz kadar ölü ve yaralı as- de yanan binanın içinde kaldılar. — Sakın bunlar başka bir yol vasıtasiyle binadan dışarı kaçma- sınlar? — İmkânı yok. — Neden? — Çünkü aşağıdan gördük. Bi. na tutuşunca pencerelere koştular. Şaşkınlık ve korku içinde uzun u- zadıya etrafa bakıştılar. Beş daki- ka evvel de bunlardan biri kendi- sini en üst kattan Aaşağıya attı. Diğerleri de pencerelere doğru si- lâh atmamız üzerine geriye çekil- diler. — Ne oldu, bu kendisini pence- reden aşağıya atan? — Parçalandı. Kafası patladı. — Tanıdınız mı onu? — Evet, muhterem peder. Tanı dık. | ' — JTülyetto! — Hangi Jülyetto? — Hekimbaşı Fariyaninin en sa- — Emin misiniz? — Tamamiyle. — Hani Fariyani, Jülyetto ve i- ki serseri ile birlikte Romayı ter- ketmişlerdi? . — Evet, terketmişlerdi. Fakat dan gizlice ve görünmeden tekrar içeri girmişler, böylece izlerini kay betmişler. — Sonra? — Sonra tekrar bu eve gelîp*ıeı-- bestçe yerleşmiş olacaklar, — Fariyani nerede? — Kendisini görmedik. Yalnız bazı askerlerimizin iddialarına i - rahip kıyafetli yüzü gizli bir adam dolaşmakta imiş. Bu adam hem kendilerini teşci ediyor, hem de a- ra sıra içeriden getirdiği, iskemle, şarap fıçısı gibi şeyleri askerlerin üzerine atıyormuş. — Bu, muhakkak odur. — Ben de ayni fikirdeyim. — Peki, neoldu şimdi bun- lar? Bu sırada koca binanın içi ta- mamiyle yanmış olduğundan bü- yük bir çatırdı ile çöktü. Ve alev- ler bir daha parlıyarak ateş kesil- miş olan enkazı iyice kapladı. Papa bir müddet düşündü ve başını salladıktan sonra ağır bir sesle: — Cezasını buldu! dandı. İki dakika sonra papanın arıba— sı yeniden halkı yararak Vatikana diye mırıl-| :Esrarengiz markinin konağı |- çindeki esrarla beraber artık ta- Kiliseler çanlarını şimdi daha seyrek olarak çalıyorlar göğün kı- zıllığı şimdi daha azalmıştı. Ve yangın yerinde yalnızca iki siyah ve uzuün baca kalmıştı. ; Ca A Vakit gelmişti.. Tamam! Her şey yolunda gidiyor.. Fırsat kapıya gelmişti.. Papa palas pandıras Vatikan- dan çıkıp gitmiş, muhafızları da kendisini takip etmişti. Banlar bütün Romayı ayağa kal- dırmıştı., Herkes yangın yerine koşmuş- tu. Herkes bununla meşguldü. Biraz cesaret! Haydi! Arş! Genç ve Borjiya tarafından sa- tın alınmış olan haris çabucak yükselmek ve altın kazanmak isti- yen Stefan elindeki mızrağı nö- betçi olarak beklediği Vatikanın iç kapısının duvarına dayadı. Ve mütereddit, fakat âcul adımlarla içeriye daldı. Merdivenleri bir hamlede çıktı. Önüne birçok muhafızlar, hiz - met eden rahipler, kadınlar, sin - yaorlar raslıyordu. Fakat bunlar yarıgınla ve papanın alelâcele Va- tikandan gidişiyle meşgul oldukla- rından genç muhafız askerinin te- | lâşını ve hıreketim farkedemiyor- lardı. ” -Stefan bir aydan-beri papanın ve gızîîce de Bor_ııyamn hızmetme dahil olduğundan papanın Husuak! / dairesini; yatak oduını falan hep öğrenmişti, : Hiç şışu'mıdı.n ilerledi. Birkaç dakika sonra papanın hususi dairesinin önüne gelmiş bu- lunuyardu. Bereket kapının önünde kimse yoktu. Eğer olsaydı Stefan ne ya- pacağını bilmiyordu. Belki geri dönecekti. Belki de.. Kimbilir, bel. ki de önüne geleni öldürecekti. E- Hini bunun için belindeki sivri ka- manm kabzesine koymuş olabilir- di. Ufak bir tereddüt... Sonra der- hal içeri girdi. Bir yağ kandiliyle aydınlanmış büyük bir sofa... Sağ- da solda birçok kapılar, (Devımı var) İ HABER-—AEîım postası — YT KOLALI SYAZAN: Celâl şarap şişesini açmıştı. Bu aralık Nesrine cevap vermeyi de ihmal etmedi: — Beni çok pısırık bir kocı mevkiine düşürdün, Nesrin! Ben sana İzmitte yardım etmekle şef- kat ve sevgimi göstermiş oldum. Kılıbıklığı hiç bir zaman kabul e- demem. — Zaten annem de kılıbık er — keklerden hiç bir zaman hoşlan - maz.. Öyle değil mi anneciğim?! ikisi başbaşa kalınca Nesrin o sabah kovaföre gitmiş- bi Leylâ damadı ile başbaşa kalın- ca cıgarasını yaktı: — Bu fırsattan istifade edelim, Celâl! Seni geçen yıl Büyükadada rencide ettiğimi biliyorum. Bana karşı o zaman gösterdiğin sevgiye ne yazık ki mukabele edecek va- ziyette değildim. Prens Ömer be- ni tehdit ediyordu. Ona, kendisiy- le evlenmek için söz vermiştim. Birlikte Mısıra gittik. Keşki gitme- “seydim, Bu yüzden başıma bin tür- Tü felâket geldi. Meğer Prens Ö- meri İngilizler takip ediyormuş. O- | raya gidince, kapana tutulmuş bir ,fare gibi. çırpınmağa başladım. İs- tanbula ne müşkülâtla döndüğümü bilsen..! — — Hakkın var. Leylâ! Ben ufak bir banka memuruydum. Sen el- “bette mısırlı bir prensi bana tercih edecektin! — Kendini farzet, Celâl! Sen benim yerimde olsan, tercih etmez miydin? Son- ra, biraz daha açık konuşalım: A- ramızda epeyce yaş farkı da var- dı. Sen henüz yirmi beşine bile girmemiş genç bir çocuktun! Ben- se kırkına gelmiş dul bir kadım... Şüphesiz ki öyle olgun bir erkeğe el uzatmağa mecburdum. Beni mazur gör, Celâl. Beni affet! Hay- di gel, sarıl boynuma! Celâl birdenbire ürperdi.. Ken- dini güçlükle tutuyordu.. Önüne ÇALI K İSHAK FERDİ bir dakika kadın| 87 bakarak cevap verdi: — Şimdi neredeyse Nesrin ge- lir, Leylâ! Küllenen ateşi deşmiye- | lim. Hem senşimdi Büyükadada | tanıdığım Leylâ değil.. . Karımın annesisin! Her şeyi unutalım - ar- tık.., Leylâ kaşlarını çatmıştı.. Cıga- ranın birini söndürüp birini yakı-' yordu: — Canım, nazlanma haydi. Gel; sarıl boynuma! Avrupalı bir da- madım olsaydı, şimdi kendi anne- sine sarılır gibi, beni derhal ku- caklar ve yanaklarrmdan öperdi. — Doğru söylüyorsun ya.. Bir kadının damadı, kendi evlâdı de- mektir. Fakat, sen bana bir evlât gözüyle bakamazsın, Leylâ! Ve ben de sana — görüyorsun ki — hâlâ Leylâ diye hitap etmelcten kendimi alamıyorum.: — Neden anne demıyorsun? — Dilim varmıyor... Adada ge- çirdiğimiz tatlı demleri hatırladık- ça, sıcak nefesinle hâlâ boynumu ısıttığını duyar gibi oluyorum. Bı- rak beni Leylâ! Uyuşan, prhtıla: şan damarlarımı tutuşturma! Ve ben, emin ol ki, Nesrini de o vakit seni sevdiğimden çok daha derin bir-aşkla seviyorum: Sana' yakla: şınca bu sevgimin söneceğinden korkarırm... Haydi gözlerini ben - den çevir.. Gözümün içine bakma! ler konuşalım, Leylâ! Bak, bugün -hava ne güzel! Bir Böğaziçi gezin- tisi yapalım.. Temiz havaya hepis | mizin ihtiyacı var, değil mi? — Leylâ delikanlının yanma so - kuldu.. Celâlin sol elini ellerinin i- çine aldı.. Sıktı., Sıktı: çir — Demek bir kerecik olsun öp- mek istemiyorsun beni, öyle mi? — Sana parmağımın ucüyla bi- le temas etmekten — korkuyorum, Leylâ! Nesrine acrmaz mısın? Za- vallı kızcağız senin bu ıhı.netını görürse, ne yapmaz.. Neler söyle- mez?! - Leylâ dişlerini sıkarak güldü: ADIN — Ben pısırık erkekleden deği- lim diye böbürlenip duruyordun.. Meğer sen de kılıbık bir erkekmışsın' Haydı çekil karşımdan.. — Neyapmağa, ne söylemeğe hakkı var? Ben seni ondan önce tanıdım., Ondan önce sevdim.. Ve ondan önce kucakladım ! — İşte o kadar, Leylâ! Sadece * birbirimizi kucaklamıştık ve seviş. — memiz bundan ileri gitmemişti. Gene bu kadarla kalsın.. İleriye gitmiyelim, Leylâ! İlerisi uçurum- “dür. Korkunç, karanlık bir uçu- rUmM.. — Haydi budala, sen de.. Ge « çen gün sofrada şarap şişesini a « çarken: (Ben pısırık erkeklerden değilim!) diye böbürlenip duru- yordun! Ben de senin sözlerine i- nanır gibi olmuştum. Meğer sen de kılıbık bir erkekmişsin! Haydi çekil şuradan... Celâlin elini itti.. Hiddetle ye » rinden fırladı.. — Ah şu kedi ruhlu aslanlardan o kadar nefret ediyorum ki... Ben ne talisiz bir kadınım, yarabbi! Hayata gözlerimi kapryacağım gü- ne kadar, sen benim karşırma de- mir bilekli, sert bir erkek çıkarmı- yacak mısın? Celâl ömründe ilk defa böyle garip ruhlu bir kadınla karşılaşı- yordu. Celâlin - Şüphesiz ki memnun kalacaktı. Fakat, Celâl bu cesareti gösterecek : kadar pişkin bir erkek değildi. Temiz yürekli delikanlı, çok sevdiği karısımım anâsrmna el uzat- mayt hem çirkin, hem de ahlâk ve muaşeret kaidelerine aykırı bulu- yordu. Leylâ kendi kendine söylenir « ken, Celâl etajerin üzerinde duran ılbümü aldı.. Karıştırmağa baş « ladı. — İşte bir zil.. Apırtımın kapısı çalmıyordu. Celâl, Nesrinin geldi- . ğini umarak geniş bir nefes aldı. (Devamı var) “H.. / eeet Hİ İ S 0 4 Z YA / DIE Ğ VN MA Tefrika No. 87 — Evet, bu sözü sonuna kadar halisane tutmanız lâzrm, — Fakat.. — ÂAlloa allo, — İstiyorum, fakat.; * — Sizden bunu istirham ederim hanımefendi. — Bazı hâdiseler bu vadimi tutmağa mani oöli- yor. — Bu vadinizi tutmalısınız. Bana itimat ediniz Samiye hanım. Bu sizin iyiliğiniz içindir: Vadettiği" niz gibi kocanızı halisane sevmelisiniz. — Fakat niçin bügün bana bunu söylüyorsunuz? — Çünkü.. — Arif Nedreti şimdi gordunuz değil mi? — Evet. — Bunu size o.. — Hayır hayır o bir şey söylemedi. — Evet o söyledi. — Kat'iyyen, o husüsiyetinize dair söylemedi. Vsba vi — Fakat vadinizi söyliyemezdim. — Düşününüz hanrmefendi.. ğe geliniz. Konuşacağız. — Peki geleceğim. Oruvar üstat. — Oruvar hanımefendi. Daıma her hızrnctm!ze : hazırım. Çok düşünceli bir halde telefonu kapadım. Niçin. - tesadüf bana tam bugün İhsan beye mişti? O- da bana şu anda böyle bir ihtarda büluüne muştu? hiçbir şey — çok hâkim bir tavırla! — Çoktanberi mi beni bekliyorsunuz? bugün rın lüzümunu hissediyorum. Bana verdiğiniz. sözü unutmamanızı istirham ediyorum hanımefendi, Bur - nun şiddetle lüzumu var. Bir süküt oldu. İhsan bey telefonda bekliyordu. Fakat ona ne söyliyebilirdim? Vadimin — tutulmasını imkânsız bırakan hâdiseleri Telefonun yanında, ayvyakta düşüncelere dalmış” tım. Kapı sessizce açıldı. Kocam girdi. Beni odasın- da görünce biraz şaşırarak durdu. Gözlerimiz karer lastr. Benim bakışlarım kin ve nefretle doluydu. O- nuünkilerde soğukluk, merak ve tecessiis ribirlerile katsrlasan rakin iki boksör gibi ruhumuz- dan kopan bir düsşmanlıkla bakışryorduk. Kendisine size — hatırlatmar / — Sizinle görüşmek için üç defa indim, — Erken çıkmıştım. Şimdi geliyorum. Nezaketle bana bir koltuk gösterdi. Kendisi $" yakta'dürarak: cevabımı telefonda — Sizi dmhyonım dedi. : — Bu sabah nasıl olup da sizin, odanızda uyanıe dığımı sormağa geldim. — Çok tabit Çünkü orada yattınız! Sonra beni görme- Sesinde gene bir alay sezer gibi oldum, — Derin . bir isyanla sarsıldım: telefon ettirs - - & — Oh sizden istirham ederim Arif beyefendi & — lay' etmeyiniz! Dün gece beni kaplayan uyuşukluk. tan iğrenç bir surette istifade ettiniz! -“* “Acı bir tebessümle: —- »— Karakterim hakkında nasıl tam bir fikir edin". miş olduğunuzu atlryorum, dedi. Hemen istifade etr tiğime hükmettiniz. vardı Bi — Aksini söylemeniz en büyük arzumdur! Fa kat dün akşam beni tehdit ettiniz. - zorla. karım -olacaksınız dediniz. — Evet dün akşamki fırsattan istifade etmemek budalalıktı. — 'Oh alçak! İnkâr bile etmiyor. — İnkâr etmek arzusuna kapırsam bile bakaln | “ bana inanacak mısınız? Güzellikle veyâ . (Devamı var) Acaba onu sert bilekleriy- | le kucaklayıp öpseydi, hattâ biraz : dağakadan didikleseydi, bu hareketinden Leylâ memnun - mu kalacaktı? Bu mevzuu kapıyalım,. Başka şey- | A ı t & < | Hü L Te v Ü- ERET ÜG eT

Bu sayıdan diğer sayfalar: