HABER — Akgun: postssı — 95KOCALI KADIN l li | | i Tefrika No. SO Yazan; Murad Sertoğlu — Hayır muhterem peder. Öyle | bir şey demedim. Vakıa kendileri kaçmış değildir. Gözümüzün önün dedir. — Nerede? Kumandan eliyle, artık tama- miyle yanmış olup parça parça ve taraf taraf yıkılmakta olan evi i- şaret etti. Sonra anlattı: / — Merdiven yıkıldıktan bira sonra birdenbire evi alevler sardı. Bu yangının nasıl çıktığını hâlâ anlıyamadım. Kendimizi, pence- .relerden, kapılardan atarak güç belâ hayatımızı kurtarabildik. — Öbürleri? — Otuz kadar ölü ve yaralı as- kerimizle üç silâhşor alevler için- de yanan binanın içinde kaldılar. — Sakın bunlar başka bir yol vasıtasiyle binadan dışarı kaçma sınlar? — İmkânı yok. — Neden? — Çünkü aşağıdan gördük. Bi na tutuşunca pencerelere koştular. Şaşkınlık ve korku içinde uzun u- zadıya etrafa bakıştılar. Beş daki- ka evvel de bunlardan biri kendi- sini en üst kattan aşağıya attı Diğerleri de pencerelere doğru si- lâh atmamız üzerine geriye çekil- diler. — Ne oldu, bu kendisini pence reden aşağıya atan? — Parçalandı. Kafası patladı. — Tanıdınız mı onu? — Evet, muhterem peder. Tanı dık. — Kimdi? — Jülyettot — Hangi Jülyetto? — Hekimbaşı Fariyaninin en sa- dık adamı olan Jülyetto! — Emin misiniz? — Tamamiyle. — Hani Fariyani, Jülyetto ve i- ki serseri ile birlikte Romayı ter-! ketmişlerdi? — Evet, terketmişlerdi. Fakat anlaşılan gündüz başka bir kapı- dan gizlice ve görünmeden tekrar içeri girmişler, böylece izlerini kay betmişler. — Sonra? — Sonra tekrar bu eve gelip ser- bestçe yerleşmiş olacaklar. — Fariyani nerede? — Kendisini görmedik. Yalnız bazı askerlerimizin iddialarına ; - nanırsak, üç silâhşorun arkasmda rahip kıyafetli yüzü gizli bir adam! dolaşmakta imiş. Bu adam hem! kendilerini teşci ediyor, hem de a- ra sıra içeriden getirdiği, iskemle, şarap fıçısı gibi şeyleri askerlerin Üzerine atıyormuş. — Bu, muhakkak odur. — Ben de ayni fikirdeyim, — Peki, neoldu şimdi bun- lar? Kiliseler çanlarını şimdi daha seyrek olarak çalıyorlar göğün kı- zıllığı şimdi daha azalmıştı Vel yangın yerinde yalnızca iki siyah ve uzun baca kalmıştı. # » * Vakit gelmişti. Tamam! Her şey yolunda gidiyor.. Fırsat kapıya gelmişti.. Papa palas pandiras Vatikan dan çıkıp gitmiş, muhafızları da kendisini takip etmişti, Banlar bütün Romayı ayağa kal. | dırmıştı, İ Herkes yangın yerine koşmuş- tu, Herkes bununla meşguldü. Biraz cesaret! Haydi! Ars! Genç ve Borjiya tarafından sa- ten alınmış olan haris (çabucak yükselmek ve altın kazanmak isti- yen Stefan elindeki mızrağı nö- betçi olarak beklediği Vatikanın iç kapısının duvarına dayadı. Ve mütereddit, fakat âcul adımlarla içeriye daldı. Merdivenleri bir hamlede çıktı. Önüne birçok muhafızlar, hiz - met eden rahipler, kadınlar, sin - yorlar raslıyordu. Fakat bunlar| yangınla ve papanm alelâcele Va- tikandan gidişiyle meşgul oldukla. rmdan genç muhafız askerinin te- lâşını ve hareketini farkedemiyor- AZAN: İSHAK Celâl şarap şişesini açmıştı. Bu aralık Nesrine cevap vermeyi de ihmal etmedi: — Beni çok pısırık bir koc: mevkiine düşürdün, Nesrin! Ben sana İzmitte yardım etmekle şef- kaf ve sevgimi göstermiş oldum. Kılıbıklığı hiç bir zaman kabul e- demem. — Zaten annem de kılıbık er — keklerden hiç bir zaman hoşlan - maz.. Öyle değil mi anneciğim? ikisi başbaşa kalınca Nesrin o sabah kovaföre gitmiş- ti. Leylâ damadı ile başbaşa kalın- ca cıgarasını yaktı: — Bu fırsattan istifade edelim, Celâl! Seni geçen yıl Büyükadada rencide ettiğimi biliyorum. Bana karşı o zaman gösterdiğin sevgiye ne yazık ki mukabele edecek va- | ziyette değildim. Prens Ömer be- ni tehdit ediyordu. Ona, kendisiy- le evlenmek için söz vermiştim. Birlikte Mısıra gittik. Keşki gitme- seydim. Bu yüzden başıma bin tür- lardr. Stefan bir aydan'beri papanın ve gizlice de Borjiyanın hizmetine dahil olduğundan papanın hususi dairesini, yatak odasını falan hep Hiç şaşırmadan ilerledi. Birkaç dakika sonra papanın hususi dairesinin önüne gelmiş bu- lunuyordu. Bereket kapınm önünde kimse yoktu. Eğer olsaydı Stefan ne ya- pacağını bilmiyordu. Belki geri dönecekti. Belki de.. Kimbilir, bel. ki de önüne geleni öldürecekti. E- lini bunun için belindeki sivri ka- manm kabzesine koymuş olabilir. di. Ufak bir tereddüt... Sonra der- hal içeri girdi. Bir yağ kandiliyle aydınlanmış büyük bir sofa... Sağ- da solda birçok kapılar. (Devamı var) lü felâket geldi. Meğer Prens Ö- meri İngilizler takip ediyormuş. O. raya gidince, kapana tutulmuş bir fare.gihi çırpınmağa başladım. İs- tanbula ne müşkülâtla döndüğümü bilsen..! — Hakkın var. Leylâ! Ben ufak bir banka memuruydum. Sen el- bette mısırlı bir prensi bana tercih edecektin! — Kendini bir dakika kadın farzet, Celâl! Sen benim yerimde olsan, tercih etmez miydin? Son- ra, biraz daha açık konuşalım: A- ramızda epeyce yaş farkı da var- dr. Sen henüz yirmi beşine bil girmemiş genç bir çocuktun! Ben- se kırkma gelmiş dul bir kadın... Şüphesiz ki öyle olgun bir erkeğe el wzatmağa mecburdum. Beni mazur gör, Celâl, Beni affet! Hay- di gel, sarıl boynuma! Celâl birdenbire ürperdi.. Ken- dini güçlükle tutuyordu.. Önüne EYİ FERDİ 87 bakarak cevap verdi: — Şimdi neredeyse Nesrin ge- i lir, Leylâ! Küllenen ateşi deşmiye: İ lim. Hem sen şimdi Büyükadada tanıdığım Leylâ değil.. o Karımın tık... Leylâ kaşlarını çatmıştı.. Cıga- ranın birini söndürüp birini yakı- yordu: — Canım, nazlanma haydi Gel; sarıl boynuma! Avrupalı bir da- madım olsaydı, şimdi kendi anne- sine sarılır gibi, beni derhal ku- caklar ve yanaklarımdan öperdi. — Doğru söylüyorsun ya.. Bir kadının damadı, kendi evlâdı de- mektir. Fakat, sen bana bir evlât gözüyle bakamazsın, Leylâ! Ve ben de sana — görüyorsün ki — hâlâ Leylâ diye bitap . etmekten kendimi alamıyorum. — Neden anne demiyorsun? — Dilim varmıyor... Adada ge- girdiğimiz tatlı demleri hatırladık- ça, sıcak nefesinle hâlâ boynumu ısıttığını duyar gibi oluyorum. Bi- rak beni Leylâ! Uyuşan pıhtıla- şan damarlarımı tutuşturma! Ve ben, emin ol ki, Nesrini de o vakit seni sevdiğimden çok daha derin biraşklaseviyorurü:*Sana' yakla” şmcâ bu sevgimin söneceğinden korkarım... Haydi gözlerini ben * den çevir.. Gözümün içine bakma” Bu mevzuu kapıyalım.. Başka şey- ler konuşalım, Leylâ! Bak, bugün hava ne güzel! Bir Boğaziçi gezin tisi yapalım.. Temiz havaya hepi- mizin ihtiyacı var, değil mi? Leylâ delikanlının yanına $o'- kuldu.. Celâlin sol elini ellerinin i- çine aldr.. Sıktı., Sıktı: , — Demek bir kerecik olsün öp- mek istemiyorsun beni, öyle mi? — Sana parmağımın ucuyla bi- le temas etmekten (o korkuyorum, Leylâ! Nesrine acımaz msm? Za- vallı kızcağız senin bu ihanetini görürse, ne yapmaz.. Neler söyle- mez?! Leylâ dişlerini sıkarak güldü: y ie LE — Fakat vadinizi bugün size Ohatırlatmır — Sizi; annesisin! Her şeyi unutalım ar-|' — Ben pısırık erkekleden deği- lim diye böbürlenip - duruyordun.. Meğer sen de kılıbık bir erkekmişsin! Haydi çekil karşımdan.. | — Ne yapmağa, nesöylemeğe hakkı var? Ben seni ondan önce tanıdım.. Ondan önce sevdim.. Ve ondan önce kucakladım! — İşte o kadar, Leylâ! Sadece birbirimizi kucaklamıştık ve seviş. memiz bundan ileri gitmemişti. Gene bu kadarla kalsın.. İleriye gitmiyelim, Leylâ! İlerisi uçurum- dür. Korkunç, karanlık bir uçü- rum... — Haydi budala, sen de.. Ge « çen gün sofrada şarap şişesini a » çarken: (Ben pısırık erkeklerden değilim") diye böbürlenip duru- yordun! Ben de senin sözlerine i- nanır gibi olmuştum. Meğer sen de kılıbık bir erkekmişsin! Haydi çekil şuradan... Celâlin elini itti.. Hiddetle ye - rinden fırladı.. — Ah şu kedi ruhlu aslanlardan o kadar nefret ediyorum ki... Ben ne talisiz bir kadınım, yarabbi! Hayata gözlerimi kapıyacağım gü- ne kadar, sen benim karşıma de- mir bilekli, sert bir erkek çıkarmı: yacak mısın? Celâl ömründe ilk defa böyle garip ruhlu bir kadınla karşılaşı- yordu. Acaba onu sert bilekleriy- le kucaklayıp öpseydi, hattâ biraz da şakadan didikleseydi, Celâlin bu hareketinden Leylâ memnun mu kalacaktı? Şüphesiz ki memnun kalacaktı. Fakat, Celâl'bu cesareti gösterecek kadar pişkin bir erkek değildi. Temiz yürekli delikanlı, çok sevdiği karısmın anasına el uzat- mayı hem çirkin, hem de ahlâk ve müaşeret kaidelerine aykırı bulu- yordu, Leylâ kendi kendine söylenir « ken, Celâl etajerin üzerinde duran albümü aldı. Karıştırmağa baş » ladr. - İşte bir zil. Apartman kapın çalımıyordu. Celâl, Nesrinin geldi- ğini umarak geniş bir nefes aldı. (Devamı var inle görüşmek için üç defa indim. Bu sırada koca binanm içi ta- mamiyle yanmış olduğundan bü- yük bir çatırdı ile çöktü. Ve alev- ler bir daha parlıyarak ateş kesil-. miş olan erikazı iyice kapladı. Papa bir müddet düşündü ve| başını salladıktan sonra ağır bir sesle: — Cezasını buldu! dandı. Iki dakika sonra papanm araba. sı yeniden halkı yararak Vatikana © doğru dönmeğe başladı Esrarengiz markinin konağı 1- çindeki esrarla beraber artık ta- mamiyle yanmıştı. Kak, aksine disa ea diye mırıl TetrrikaNo.87 — Evet, bu sözü sonuna kadar halisane tutmanız UN — Fakat. — Allo allo, — İstiyorum, fakat ” — Sizden bunu istirham ederim hanrmefendi. — Bazı hâdiseler bu vadimi tutmağa mani olü- , — Bu vadinizi tutmalısınız. Bana itimat ediniz Samiye hanım. Bu sizin iyiliğiniz içindir: Vadettiğe niz gibi kocanızı halitane sevmelisiniz. — Fakat niçin bugün bana bunu söylüyorsunuz? — Çünkü. — Arif Nedreti şimdi gördünüz değil mi? — Evet. — Bunu size o. — Hayır bayır o bir şey söylemedi. — Evet o söyledi. — Kat'iyyen, o hususiyetinize dair (o hiçbir şey nm İüzumunu hissediyorum. Bana verdiğiniz sözü unutmamanızı istirham ediyorum hanımefendi. Bu nun şiddetle llizumu var, Bir süküt oldu. İhsan bey telefonda o cevabımı bekliyordu. Fakat ona ne söyliyebilirdim? Vadimin tutulmasını imkânsız bırakan hâdiseleri (telefonda söyliyemezdim. — Düşününüz hanrmelendi.. Sonra beni görine ğe geliniz. Konuşacağız. : — Peki geleceğim, Oruvar üştat, — Oruvar hanımefendi. Dalma her hizmetinize hazırım. Çok düşünceli bir halde telefonu kapadım. Niçin tesadüf bans tam bugün İhsan beye (telefon ettir mişti? O'da bana şu anda böyle bir ihtarda bulum Muştu? Telefonun yanında, ayakta düşüncelere dalmış" tem. Kapı sessizce açıldı. Kocam girdi. Beni odasın- da görünce biraz gaşırarak durdu. Gözlerimiz kater Taştı. Benim bakışlarım Kin ve nefretle doluydu. © nunkilerde soğukluk, merak ve tecessüs (o vardı Br ribirlerile karsılasan rakip iki boksör gibi ruhumuz. dan konan bir düşmanlıkla bakışıyorduk. Kendisine çök hâkim bir tavla: — Çoktanberi mi beni bekliyorsunuz? — Erken çıkmıştım. Şimdi geliyorum. Nezaketle bana bir koltuk gösterdi. Kendisi #* yakta durarak? — Siri dinliyerum dedi. — Bu sabah nasıl olup da sizin, odanızda uyan dığımı sormağa geldim; — Çok tabil Çünkü orada yattınız! Sesinde- gene bir alay sezer gibi oldum, Derin bir isyanla sarsıldım: — Oh sizden istirham ederim Arif beyefendi # lay' etmeyiniz! Dün gece beni kaplayan uyuşukluk» tan-iğrenç bir serette istifade ettiniz! Acı bir tebessümle: — Karakterim hakkımda nasıl tam bir fikir edin” miş olduğunuzu anlıyorum, dedi. Hemen İstifade et tiğime hükmettiniz. — Aksini söylemeniz en büyük arzumdur! Fa kat dün akşam beni tehdit ettiniz. o Güzetlikle veyf zorla. karım -olacaksınız dediniz. — Evet dün akşamki fırsattan istifade etmemek budalalıktı. — Oh alçak! İnkâr bile etmiyor. — İnkâr etmek arsusuna kapırsam bile bakalım | bana inanacak mısınız? J k (Devamı var)